Keşke her şey  “Kahvenizi nasıl arzu ederdiniz” sorusuna verilebilecek cevap kadar sade olabilseydi.  Mutluluğun da kişiye göre değişen damak tadı olabilir miydi acaba? Yoksa hayatın tadı olmadığı için mi lezzet alamıyordu.  Karar arifesi nasıl bir şeydi onu dahi  bilmiyordu.

 Hayat fincanında bıraktığı dudak payı umutlar,  köpük köpük dışarıya taşmışlardı. Tıpkı tükenen sabrı gibi.  Artık kırk yıl acı hatır yerine dakikalık da olsa huzur arıyordu.

 Gözü, tepsinin üzerindeki içi su dolu bardağa ilişti. Bir suya bir de kahvenin dibindeki telveye baktı.   İkisi arasında gidip gelen gözleri duvardaki  antika saate takılıp kalmıştı. “İlaç vaktim de gelmiş” dedi  içinden.  

 Son zamanlarda üzerine garip bir yorgunluk çökmüştü. Değil dışarda gezip tozmak, evin içinde bile dolaşmak istemiyordu. Lüzumlu olan her şeyi kendi ekseni etrafında toplamıştı.  Can dostları olan romanları,  not defteri, kalemi, okuma gözlüğü ve ilaçlarını bir kol mesafesi kadar yakın tutuyordu kendine.  Elini  sehpanın üzerindeki ilaç kutusuna uzattı ve usulca kapağını açtı.

 Avucunun ortasına koyduğu sarı hapı, dilinin üzerine yerleştirdi ve bir kaç yudum su yardımıyla  yutuverdi.  Yüzünde tatsız bir ifade vardı.   

 Gözleri, saatin olduğu duvarın hemen karşısına yöneldi.   Dört duvar arasında yine dört kenarı olan bir çerçeve arasına sıkışıp kalmış siyah beyaz fotoğrafa baktı.   Suskun  kalan her resim gibi o da yıllar önce çakıldığı yerde kıpırdamadan öylece  duruyordu.      Her ikisinin de bakışları yaşarken neyse yine oydu. Babası; objektifleri dövüyor, annesi ise okşuyor gibiydi.

 Derin bir iç geçirdi. Kendisine hayat çerçevesini çizme özgürlüğü  hiç verilmemişti.  Babası, kenarları süslü, işli, oymalı bir kalıp bulmuş, o da bulunduğu kabın ruhsuz şeklini almıştı. Dış çevresi;  anne, baba ve eşinin  belirlediği ölçü kadardı. Aşk ve sevgi ise yüreğine çakılan çerçevenin hep dışında kalmıştı.   Oysa düşlerinde sade ve mutlu bir hayatın özlemi vardı. Maddi imkanların gücü mutluluğu satın almaya yetmiyordu. 

 İlerleyen yıllarda babasının zoruyla evlendiği eşi, kendinden çok genç bir kadınla ilişki kurmuş ve Selda’yı terk etmişti.  Beş yıldır, babadan kalma bu eski evde yapayalnız  yaşıyordu. 

 Sehpanın üzerindeki  can dostlarından başka kimsesi kalmamıştı.  Usulca eğildi ve  romanına doğru elini uzattı. Kaldığı yerden devam edebilmek için çerçevesi silinmiş dünyasında metal çerçeveli gözlüğüne ihtiyacı vardı.  

  

 Aysel AKSÜMER

 

 
( Çerçevesi Çizilmiş Hayatlar başlıklı yazı AyselAKSÜMER tarafından 8.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.