Doğum ve ölüm
arasındaki zamanı “üç günlük ömür” diye özetleyiveririz. Oysa takvimden ne çok
yaprak düşer Peki akrep ve yelkovanın
peşinde söylendiği kadar kolay mı geçer yaşam.
Hayır dediğinizi duyar gibiyim.
Anlat bakalım deseler “nereden başlasam” dedirtir. Ya da “ne sen sor, ne böyle söyleyeyim” diye kaçamak cevap verdirtir. Bazen derin derin bakan gözler en uzun cevabı verir. İşte o zaman anlatan da dinleyen de susar.
Kimi kaleminin ucunda, kimi sazının telinde,
kimi düşüncelerinde yaşar. Yazabilen şiire, romana, besteleyebilen notaya, kimi
de yastığına döker içini.
İnsanoğlu; “dünyaya
geliş”, “yaşantısındaki olumlu veya olumsuz gelişmeler” ve “bomboş kalan sonuç” kompozisyonundan
ibaret sanki.
Herkes kendi
öyküsünün baş kahramanıdır. Geçmişine dönük karakterleri aramaz çünkü hayat serüvenine
ana, baba ve kalabalık bir akraba topluluğundan oluşan hazır kuvvetle çıkar. Basamakları çıkarken farklı karakterler girer
hayatına. Oyun, hayat, iş, askerlik
arkadaşı gibi.
Kiminin öyküsü bir
cami avlusunda başlar, ne yazıktır ki adını bulan koyar. Geçmişi kayıp doğanlar
geleceği de kaybetmek istemezler. Ne de olsa oyuna eksik taşlarla başlamak zordur.
Kurgusu; uyanmak,
yemek yemek, ihtiyaçlarını gidermek ve uyumak gibi görünse de bu öykü hiç de
kolay ilerlemez. Çünkü esen rüzgârın
yönüne göre aktığımız bir nehir vardır.
Hayat; hep güllük
gülistanlık geçmese de, gülü görüp, koklayabildiğimize şükredebilmeliyiz.
Sevinçler, hüzünler, üzüntüler yediğimiz pastanın birbirinden ayrılmayan katları
gibidir. Aradakileri sevsek de sevmesek de yutmak zorunda kalabiliriz.
Acısıyla, tatlısıyla,
ekşisiyle bu dünya hepimizin, öykülerimiz de an be an bizim. Arkamızda güzel anılar ve bizi hatırlayan
dostlar bırakmak dileğiyle.
Aysel AKSÜMER