Duygusallık nedir? Kimler   duygusal statüsünün içine girer? Duygularını; ulu orta, herkesle paylaşan daha mı duygusaldır? Duygusunu ruhunun derinliklerinde bir sır gibi saklayan duygusuz mudur? Yoksa duygusallık; gözden doğup, kirpiklerden süzülüp,  bir kolu  şakaklardan diğer kolu burun kenarlarından akıp, yürekte çağlayan, his dünyası haritamızdaki bir nehrin ismi midir? Veya duygusallık; bizimle nam salmış bir hanedanlık mıdır? 

Bir ağacın yaprakları, üzerindeki damarları, gökyüzüne dua eder gibi açılmış   kâh çiçek kâh meyve veren  kolları,  kabuklu gövdesine nasıl bitişikse duygularımız da özümüze aynı şekilde kökten bağlıdır.  Gözü,   kirpiksiz hayal edemiyorsak insanı da duygularından ayrı düşünemeyiz. Et kemikten nasıl ayrılmıyorsa akıl ve mantıkla örülmüş insanoğlundan da duyguyu söküp atamayız. 

Duygu; bir nevi seldir ve o selin  önüne katıp sürüklediği ise bazen aşk,  hayranlık, gurur,   mutlu olma, utanma, ümit,  kendini üstün hissetme, sevinçken bazen de acı, panik, merhamet, korku, öfke, isyan, kuşku hırs vs. dir.  

Konuya biraz farklı bir noktadan bakalım isterseniz. Dış görüntüsü ve biçim olarak  bütün limonlar az çok birbirine benzer  tıpkı biz insanlar gibi. Limon; rengi sapsarı, ılıman iklime sahip bütün memleketlerde kültür şekilleri yetiştirilen yaprak dökmeyen, uçucu yağ taşıyan küçük ağaçların meyvesidir. En çok bilinen narenciye türlerinden biridir. Fakat; bazıları öyle serttir ki avuçlarınızın arasına alıp ne kadar sıksanız da, tüm gücünüzle üstüne bastırıp, bildiğiniz tüm işkenceleri uygulasanız da suçunu itiraf etmeyen suçlular gibi size karşı direnir.   Meşhur “Dışı seni, içi beni yakar ” deyimini; o dakikada “Dışı seni içi beni kurutur” diye değiştirmek istersiniz.  Çorak toprak gibidir.    Ne yapsanız  bir damla suyunu göremezsin, uğraşıp didinseniz de akmaz. Sıcak su içinde haşlasanız bile o istediğiniz kıvamda yumuşamaz. Oysa daha çocukluğunuzda     ”bir küçücük fıçıcık,  içi dolu turşucuktur” bilmecesinin cevabının; “limon” olduğunu öğrenmişsinizdir.  Ama hormonlarıyla mı oynanmıştır bilinmez, o, limon tanıma  asla uymaz.  Sanki bu tip limonlar; bizlere duygusuz insanları mı hatırlatıyor? Ne dersiniz? 

Bazı limonlar da küçücük bir bıçak çiziğinde bile  içlerini; bereketli yağmurlar  gibi boşaltıverirler . Sulusepkenlerdir; tıpkı duygusal insanlar gibi. 

Bir de duygunun doğru anlamlandırılması da çok önemlidir. Solon’a oğlunun ölümünde, güçsüz ve yararsız gözyaşları dökmenin doğru olmadığını söylemişler; Güçsüz ve yararsız oldukları için dökülmeleri daha iyi ya! demiş. Sokrates’in karısı “Ah! Bu insafsız yargıçlar! Seni haksız yere öldürüyorlar diye ağlayıp sızlanırken, Sokrates: Ya haklı olarak öldürseler daha mı iyi olurdu? demiş. Görüşler ne kadar farklı değil mi? 

Küçükken “falanca kişi,  mide kanaması geçirmiş. Hastaneye zor yetiştirmişler” diye duyunca olayın tamamen içte yaşandığını bilmezdim. Üstüne giydiği her ne ise kan revan içinde olduğunu hayal ederdim ve korkardım. “Bunun konumuzla ne alakası var?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.  İzninizle açıklayayım. Bazı olaylar karşısında “hemen tepki vermiyor” diye duygusuz, ağlamadığı için “acımasız”  diye  peşin hükümde bulunduğumuz bazı insanlar, aslında gözyaşlarını içine akıtırlar. Maalesef dış görünüş çoğunlukla bizleri yanıltabilir.    İçi sulu olan var susuz olan var ama bu; limonun limon olduğu gerçeğini değiştirmez.  Aynı şey; biz insanlar için de geçerli. 

 Duygusallık; içinde vicdan, merhamet, sağduyu gibi pek çok güzelliği barındıran insani bir olgu olsa da kontrolden çıkarsa, ayarı kaçarsa insana fayda yerine  zarar getirebilir.  Daha da önemlisi hedefimizden uzaklaştırır.  MONTAIGNE’nin şu sözünü çok severim. “Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştırmayan okçudan daha başarılı sayılmaz. İnsanın gözü karanlıkta da iyi görmez, fazla ışıkta da”. 

Bazı kişileri;  olaylar karşısındaki soğukkanlılığı nedeniyle “metanetli” diye tanımlarız.  Metanetli olmanın açılımı kesinlikle duygusuzluk değildir. Olaylar, bazen istemediğimiz yönde gelişebilir. Acılarla, haksızlıklarla,  burun buruna gelebiliriz.. Eğer gözyaşlarımıza dur diyemezsek yanlışlar yapabiliriz. Şöyle düşünürüm hep. Gözler, yaşla doluyken net bir görüntü sağlayamayız. Her şey gözümüze bulanık görünür. Tıpkı sileceklerin hızının yağmura yetişemediği hallerde araç kullanan şoförün önünü görmede çektiği zorluk gibi.   Fiziksel anlamda yaşanan bu zorluğun hemen hemen aynısı psikolojik olarak yaşanır. Nasıl mı? Sağlıklı düşünemeyiz. Yanlış kararlar alabiliriz.  Boşuna mıdır ağlayan insanlara    “Önce git bir elini yüzünü iyice yıka da kendine gel” ya da “bir dışarı çık da ciğerlerine temiz hava çek” diye telkinlerde bulunmamız.  Böyle durumlarda, yüze soğuk bir su serpmenin, ciğerlere temiz hava yüklemenin her derde deva olduğu pek çok kişi tarafından test edip onaylanmış bir yöntemdir.   

Duygusal insan hassas kalplidir, çabuk kırılır. Oysa hayat; hiç de kadife yumuşaklığında değildir. Bazen fırtınalar estirir, bazen de önümüze boyumuzu aşan dalgalar çıkarır.  Bunları aşan insanlara şöyle bir bakın! Hepsi nasıl da sabırlı ve güçlüdür. Oysa onların da duyguları vardır ama  savrulmamayı, yıkılmamayı çoktan öğrenmişlerdir. Belki düşmüşlerdir  yere ama çabucak kalkmasını bilmişlerdir. Çünkü hayat yolu; uzun ve meşakkatlidir. Dur, kalkla verdiğimiz zaman kaybını,  önümüze sağlıklı bir şekilde bakarak geri kazanabiliriz. 

Bazı mesleklerin icrasında insanlar bildiğiniz üzere  o mesleğin kıyafetlerini giyinmek zorundadırlar. Bir doktorun ve hemşirenin beyaz önlükleri, bir hâkimin cübbesi,  pilotların üniforması gibi.  Fakat onlar, çoğu zaman kıyafetlerini giydiklerinde, duygularını ruhlarından soymak zorundadırlar. Çünkü duygular; insanın kalbinin gereğinden fazla çarpmasına, ya da avuçlarının terleyip, titremesine yol açabilir. Böyle bir ruh halindeki doktor , hayati önem taşıyan bir ameliyatı gerçekleştirebilir mi? Ya da bulutların arasından bir kuş gibi geçen pilot, olağanüstü bir durumla karşılaştığında kendisine emanet olan yolcuların hayatı için sağlıklı bir strateji izleyebilir mi? “Kesinlikle hayır” dediğinizi duyar gibiyim. 

Duygular bizlerin olmazsa olmazıdır. En büyük zenginliklerimizdir.   Özellikle güzel duygular;  her bedene hemen uyan ve çok yakışan cıvıl cıvıl desenleri olan elbiselere benzer.  Şimdi söyleyeceğim şey belki size ters gelebilir ya da gelmeyebilir. Ama ben, duyguyu en çok kime yakıştırıyorum biliyor musunuz? Dünyanın en eşsiz varlıkları olan annelere ve babalara. Bir de duygularını, nakış gibi satırlara işleyen şair ve yazarlara.  “Yaşasın Edebiyat!” ve “bizi biz yapan duygularımız!”.

Aysel AKSÜMER 
( Duygularımız Başımızın Tacıdır başlıklı yazı AyselAKSÜMER tarafından 29.06.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.