Etrafının portakal bahçeleriyle çepeçevre bulunduğu,yeşilin olabildiğince tonlarını yaydığı mütevazi bir evde dünyaya gelmişti.İki yaşında evlatlık olarak edinildiği  ve de hayatı boyunca unutamayacağı anları bu sıcak yuvada yaşadığı için böyle bir karar vermişti.Kararının  memnun bir şekilde yabancılık hissetmemesi,misafir olmayan bakışlarla yaşını ilerletmiş ve büyük kararlar vermek zorunda kalmıştı.Değişik bir hayatı olmayan dünyalıydı ne de olsa.Öksüz ve yetim kalmanın zorluğunu yudumlasa da hayat parkelerinde bunları zıpkın gibi yudumlamadan yürüyecekti.

            Sayıca pek fazla komşuları olduğu da söylenemezdi.Portakal kokularıyla bezenmiş asfalt olmayan yolda, toza ve çimen yeşiline boyanmayı göze almaktı oyun oynamak.Yitiklerle dolu bu hayat heybesinde zor da olsa gülümsemenin bakraç bakraç dağıtılması ve sergilenmesi gerekliydi.Bebeklikten kalma yanaklarında oluşmuş olan gözyaşı izleri,ona apayrı bir şirinlik kazandırmıştı.O zamanki şıpır şıpır akıtmış olduğu gözyaşları dile gelseydi acaba neler söylerdi neler?Fakat şuan için konuştuğu ve karşısında canlı konuşma yapabileceği varlıklar sadece insanlar olacaktı.Gözyaşlarıyla konuşamazdı,çünkü insanlar her zaman anlayamayabilirlerdi.Herkesin kendine has sıkıntısı ve derdi de mutlaka vardı.İçini açmaya yeltenecek olsa tersleyebilirlerdi belki.

            Günler geçtikçe yanıldığını anlayacaktı güzelim yetim çocuk.Dertler eritilmişti bu altın soluklu evde.Sevilmeyi hak eden tondaki yüzü, yapmacık olmayan sevgiyi çağrıştırıyordu insanlarda.İnsanlar onu yetim olduğu için değil de,güzellik kristalinin görünen yüzeyine aksetmiş olduğu için ilgi duyuyorlardı.Hatta bir gün lisede okuyan teyzesinin kızı,onu okula götürüp arkadaşlarına tanıtmak istemişti.Bu benim kardeşim,diyecekti ablası.Ne de çok sevinmiş ve onure olmuştu o dakikalarda.Ablasına karşı yakın bir alakası vardı.Onun akşamları ay ışığını çağrıştıran gaz lambası etrafındaki yoğun çalışmasına dikkat eder ve büyüyünce onun gibi olmak isterdi.Ablası bazen okuldan hava kararınca gelirdi.Buna teyzesi çok üzülür,anne şefkatiyle onu bağrına basar,teselli etmeye çalışırdı.
 
            Bu yaşananlar yetim yavruyu da üzmekteydi,fakat teselli edebilecek cümleleri kurmayı başaramıyordu.Bakışlarıyla konuşmaya ve olaydan uzak kalmamaya çabalıyordu.
 
            Pırlanta kadar değer verdiği amcası(babalığı) belediyede memur olarak çalışmaktaydı.Pek de fakir oldukları söylenemezdi.Haftanın yedi günü mükellef sofralar konup kalkmasa da,herkesin ışık yayan hareket ve tavırları yetiyordu buna.Seviyordu hayatı ve yeni kazanmış olduğu ailesini.
 
            Bir sabah vakti,yetim yavrucuğu derinden üzen bir olay olmuştu.Yine her zamanki gibi okul hazırlığı yapmakta olan ablası,aynanın karşısında için için ağlamaktaydı.Nedenini sormadan teyzesinin gayretli davranışlarından olayın içyüzünü anlamakta gecikmemişti.Ablasının okul ayakkabısının altı yırtılmış ve yağmurlu kış sabahında ne yapacağını bilememenin çaresizliği içerisinde beklemekteydi.Bu bekleme pek de uzun sürmemiş ve az sonra dışarıdan gelen teyzesi,ellerinde bir çift pembe spor ayakkabıyla melek gibi yetişivermişti.Haberi bile olmadan evden çıkmasıyla girmesi bir olmuştu sanki.Anne kuşun ağaç çöpleriyle kuşatılmış yuvasında, aç bekleyen yavrularına gagasıyla yem getirmesi gibi bir fedakarlıktı bu.Yurt dışında nakliyatçı olarak çalışan tır şoförü  komşusu dün akşam gelmişti.Yolu örten irilikteki tırı görünce hemen aklına gelmiş ve ödünç olarak bu ayakkabıları istemişti komşusundan.Ablasının sevincine yetim yavrunun bir damla sessiz gözyaşı eşlik etmişti.Bu minik duygusunu eritmişti.Hemen kendine gelmenin çevikliğiyle ablasına balkon demirlerinin aralıklı yerinden el sallamıştı.
 
            Ablası kendisinden daha erken kalkıp da okul hazırlığı yaptığı için bazen kahvaltı yapmadan çıkardı.Yine böyle bir günde geniş balkonda oyuncaklarıyla oynarken teyzesinin sıcak bakışlarıyla yüz yüze geldi.Kahvaltının hazır olduğunu anlamıştı.Sabahları rafadan yumurta yemeyi çok severdi.Evin dışına bakan parsellenmemiş yerler kocaman bir çiçek bahçesini andırdığı için,tavuk beslemeleri de zor olmuyordu.Alışmıştı civcivlerle oyun oynayarak hayat sürmeye.Kuluçkanın sona erip civcivlerin yumurta kabuklarından çıkışını,sonra patileriyle yürüyüşlerini izlemeyi pek severdi.Kucaklayamayacağı kadar bahçe vardı gözlerinin önünde.Koşup da yorulacağı büyüklükte çimenlik yollar vardı.Arı vızıltılarını kulaklarına pencere yaparak gezinmeyi denerdi bazen.Açardı penceresini ve çiçekleri gözetlerdi dakikalarca.Ara sıra yumuşacık tenini arılar rahatsız ederdi ama o,hiç de şikayetçi olmazdı bu iğnelerden.Uç uç böceklerini kendi çabasıyla uçurmak hoşuna giderdi.İşaret parmağının tırnağında bekletir ve hafif üfleyerek kanatlarının açılmasını sağlardı,vedalaşırdı.İsmini bilmediği kuşlar öterlerdi portakal ağaçlarında.Kurumuş dere yataklarına rastlar,akşam havlayan köpeklerin bırakmış olduğu ayak izlerini gördüğünde hemen eve geri dönerdi.
 
Eve geç kaldığı zamanlarda teyzesi çok merak eder ve neler yaptığını bir öğretmen edasıyla sorardı.Masum yavru da bir bir anlatır ve kimsenin güvenini sarsmadan dilindeki şeker sözleri sarfederdi.Buna rağmen teyzesi fazla uzak yerlerde dolaşmamasını tembihler,göz önünde bulunmasını isterdi.
 
İlerideki patika yolun sonunda kiremit çatılı, tek katlı beyaz bir evden başka insan barınağı yoktu.Bu evde yaşayanlardı sadece komşuları.Kocası tır şoförü olduğu için altı ayda bir gelirdi eve.Evin tek çocuğu olan utangaç gülümsemeli arkadaşı ise gündüz bir saatliğine dışarıya çıkar,annesinin çağırmasıyla koşarak eve girerdi.Komşunun çocuğu ile yetim yavrunun beraberce oynamaları,göz göze gelip de veda tonunda ayrılan iki insanı anımsatırdı.
 
                                               ***
 
            Güneş ışınlarının çimenlere kor damlaları akıttığı sabahın erken vaktinde,bugüne kadar hiç duymadığı ürpertici bir sesle uyandı.Merakının tetiklediği hızlı hareketlerle hemen dışarıya koştu.O koştukça sesin kulak tırmalayıcı titreşimi de artıyordu.Nihayet olayın iç yüzünü anlamak için pek de şanslı sayılırdı.Ama gördüğü manzara karşısında irkilmekten başka çaresi kalmamıştı.Hırpani elbiseler içerisinde yabancı bir adam,elinde tutmuş olduğu keskin dişli motoruyla bahçesindeki ağaçların bir tanesini yere sermişti gözünün önünde.Motor olağanca yırtıcılığıyla dönüyor ve masum bir geyiğe saldıran sırtlanı anımsatıyordu.Vücudunda atan bir hayat damarının kökünden kopmuş gibi olduğunu hissetti.
 
Portakal ağacı yere uzanmış vaziyette dururken,buranın yabancısı olduğu her halinden belli adamla göz göze geldi.Adam,çocuğu pek umursamaz hareketle işine devam etti.Bir müddet sonra da,çocuğun içini okumuşçasına,iş yaparken motora fazla yaklaşmamasını söyledi.Adam alışılmış ve hızlı hareketlerle cansız ağacın kollarını birer birer kesti.Çocuk o kadar dalmıştı ki kocaman ağacın bir saat içerisinde odun yığını haline dönüşebileceğine ihtimal veremezdi.Ama öyle de olmuş,güzelim bahçesinden bir yeşil şemsiyenin çıkartıldığına şahit olmuştu.
 

Eve geri döndüğünde olup bitenleri teyzesine bir bir anlattı.Teyzesi,içindeki duygulara tercüman olurcasına önce başını sıvazladı,sonra da yanaklarına buse kondurarak biraz bilgi vermeye çalıştı:

“Bak evladım.İnsanlar para kazanmak için bazen senin hayal edemeyeceğin işleri yaparlar.Hayatta her şey gördüğün gibi durmaz.Sabah kalktığında akşamki düzenin kaldırılmış olduğu
nu da görürsün.Az önce görmedin mi?..” Bu son cümleyi söylerken istemeye istemeye gülümsemişti teyzesi.
Çocuk,teyzesini dinledikten sonra anladı bahçedeki adamın oduncu olduğunu.Şehir merkezindeymiş bahçenin asıl sahibi.Para karşılığında herhangi bir oduncuyla anlaşır ve ağaç başına kesilmiş odun fiyatını alırmış.İşin gerçek yüzünü öğrense de üzüntüsü bir dere yatağını andırıyordu.Ağaçlar arasında büyümenin ve oyun oynamanın hatırası gözlerinin önüne geldiği için,tek bir ağacın dahi kesilmiş olması tahammül edemeyeceği bir durumdu.
 
Ağaçtan çıkan reçineleri gözyaşı zannetti.Çocuksu bir heyecanla kendini tutamayarak ağladı.Motorla kesilen gövdenin ayrıldığı yer süt renginde ve dümdüzdü.Kokusunun güzelliğinden bu ağacın anne ağaç olduğunu anladı.Bu da bir anneydi.İçinden anne diye haykırmak geldi.Hareketsiz gözleriyle ayaklarının dibindeki yapraklara takıldı bir ara.Yapraklar arasında saman çöpleriyle dayalı döşeli bir kuş yuvası vardı.Muhtemelen bu az önceki portakal ağacının kesilmiş bir parçasıydı.Yuvanın içinde düşündüğünün tersine kuş yavrusu yoktu.Yaşadıklarını kalbinin içerisine boşaltıp taze adımlarla evin yolunu tutmuştu.
 
Çimenleri incitmeyen adımlarıyla ilerlerken yavaş bir gürültüye kulak verdi.Gerçekten çok yavaştı.Alnı hizasına kadar yüksekliği olan büyük otların tepe uçları bir yükseliyor bir alçalıyordu.Gürültünün ev sahibinin kaplumbağa olduğunu hemen anladı.Yanına gidip eline almak istedi,bedeninin yorgun düştüğünü anlayıp vazgeçti.Kaplumbağanın ne de şanslı bir hayvan olduğunu içinden geçirdi.Ağaç başında yuvası olmadığı için hemen kendisini koruyabiliyordu ona göre.Teyzesine bunu sormayı düşündü,kaplumbağa mı yoksa kuşlar mı daha şanslı diye..
 
Gündüz hava,çocuk kalbi kadar temiz ve tatlıydı.Teyzesi,öğleden sonra yorgunluğunu gidermek için çay demler,balkonun serinliğinde su gibi yudumlardı.Minik yavru ise bazen uykusu gelirse kendisini balkonun serinliğine atar,hafif kestirirdi.
 
Dün akşamdan kalma yağmurun seyrek damlaları pantolonuna bulaşmıştı çocuğun.Eve gelirken biraz yavaş yürümüş,uzun boylu otların giysisine temas etmesiyle damla damla ıslanmıştı.Henüz yeni yıkanmış çiçeklerin keyfini kaçırmak istemezdi ama,teyzesini de çok severdi.Eliyle avuçlayabildiği kadar  yaptığı çiçek korosunu teyzesine sunmuş,teyzesi de güleryüzlülüğüyle onları vazoya yerleştirmişti.
 
            Balkondan aşağıya baktığında civcivlerin sıra sıra yürüyüşleri gözüne ilişti.Tahta pencerenin köşesindeki küçük fincanın içinde buğday taneleri vardı.Onları eliyle serpiştirmekten zevk alırdı.Tavuklar hızlı hamlelerle taneleri kapmak için yarışır,onların bu oyunlarını izlemek de kendisinin keyifli zaman geçirmesine yeterdi.
 
            Akşam eve yorgun gelen Pırlanta Amca,her zamanki gibi onunla şakalaşır ve bugün neler yaptığını sorardı.Her şeyi yeniden duyuyormuşçasına onu dikkatlice dinler ve sonra da o konuşurdu.Teyzesine yepyeni bir haberi müjdeleyen tarzda gelmişti bugün eve.Evin yakın yerlerine yeni yeni komşuların yerleşeceğini,kalabalık bir mahalle olacağını duyurmuştu.Bunun için de  bazı portakal ağaçlarının kesileceğini üzüntüyle dile getirmişti.Pür dikkat Pırlanta’yı dinleyen minik kalp,sevinse mi üzülse miydi?Karar veremediği duygularla balkona çıkmıştı.Bugün kesilmiş olan anne ağacın yerini tespit etmeye çalışıyor gibi karşıya bakıyordu sadece..İçinden de şöyle geçirdi:”Ne anneler hayata gözlerini yumacaktı bundan sonra!..”
 
            Kendi evleri gibi beton piramitlerin varlığı bambaşka bir hayaliydi.Ona eşlik eden ve yalnızlığını sona erdiren körpe çocuk sesleri vazgeçilmez arzusuydu.Her çocuğun kendine ait çimenlikte bir oyun bahçesinin bulunması,belirli bir vakitten sonra toparlanarak yeni oyunlar kurmaları, istediği dünyanın ambalajlanmış haliydi.Paket paket kucak açmaktansa,uzaklarda bulunmayan bu heyecanına bir tasarım yapma zamanının da geldiğinin farkındaydı artık. Bunun için yüklü ağaçların devrilmesi,odun haline getirilmesi ve sesi kesilmez motor seslerinin dişleriyle beraber sinsice dönmesi gerekliydi.Akşamları balkonu yakalayan portakal kokusu,çevre motifinin ses çıkartmayan esintisi sayılırdı.Yeni yeni misafirlerin ve komşuların bu civara taşınacak olmaları tarifi zor esintilerin de varlığı demek oluyordu.
 
            İçinde derin kuşkular bulunduğu halde kirpikleri birbirine kavuşmuş,masal dünyasının kapısını aralarcasına rüya kuşağına dalmıştı.Rüyasında kendi bahçesini rüzgârların doğduğu tepelerden gözetliyordu.Evin çevresindeki hafif rüzgâr birikintisi ağaçların gövdelerini dürtüyordu.Yapraklar hışır hışır kımıldarken,daha yeni çiçek açmış beyaz tomurcuklar yapraklarından zıplarcasına gökyüzüne koku süzüyordu.Bu kokular kümelenmiş bir yılan sürüsünü anımsatıyor,kuyruklarındaki yeşil iğnelerle kavis çizerek ilerliyorlardı.Portakal rengindeki bulutlar daha da kırmızı ton yakalamış,şimşek çakıp yıldırım fırlatarak öfkesini yatıştıracağı anı beklemekteydiler.Toprağın kırışan alnında matem çizgileri lif lif görünmedeydi.Kaşlarını çatmış ve ağaç kökleriyle bir olup elleriyle kahverengi bir kuyu yapmışlardı.Kuyunun iştahla açılmış ağzına keskin dişli ağaç motorunu atmak üzereydiler ki,kuşku canavarı  hiç vakit kaybetmeden onu elleriyle kavradı ve demir pençeleriyle otların arasına bıraktı. Ağaç dallarının  kimseyi incitmeyen sallanışını seyre dalınca,yıllar öncesinden bebekliğini tükettiği hıçkırıklı beşiği geldi gözünün önüne.İyice dikkat kesilince beşiği olmayan bir ağacı fark etti.Çünkü bu ağaç gözlerinin önünde başka bir diyara taşınmıştı.İnce bedenli otların narin fidelerine yakın toprak zeminde buluşmaları onu az da olsa rahatlatmaya yetmişti.Günün birinde ömrü yeterse, çentik attığı bu üzüntülü demin toprağına su dökeceği imkanı elbette bulacaktı.
 

            Bulacaktı anne ağacı ve sarılacaktı toprağına.Buram buram meyve kokan bahar mevsiminde tomurcuklu rüyalar kucaklardı onu.Tabiatın özgür havasında canlı desenler halinde uçuşan kelebeklerden sadece ve sadece bir tanesiydi o.

 

                                 
 
 
 
 
  Gürsel ÇOPUR

 

( Portakal Besleyen Bir Yetim başlıklı yazı Gürsel ÇOPUR tarafından 19.07.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.