Okulun çıkış zili ile birlikte avlu kapısına doğru yönelmişti. Günün tüm yorgunluğunu vücudunda kümelenmiş gibi hissetti. Öğretmenlik mesleğinin daha henüz birinci yılındaydı.Hayatında bu kadar gürültüyle yoğrulmuş bir ortamla karşılaşacağını aklının ucundan bile geçirmemişti. Ümitsizliği pek sevmezdi fakat,okulun bünyesinde olan aşırı gürültü onu pek rahatsız ediyordu. Teneffüslerde öğretmenler odasına hızlı adımlarla yürüyerek öğretmen arkadaşlarıyla sıkıntısını dile getirmesi, artık alışageldiği bir davranış haline bürünmüştü. Daha henüz stajyer öğretmendi. Önündeki mesleki hayatının uzun yıllarını düşündükçe erimeyen büyük aysberglerin kendisine kabus olacağı ihtimalini taşıyordu.En azından böyle düşünüyordu.

 

            Tecrübeli öğretmen arkadaşlarının sıcak sohbetleri, etkili tavsiyeleri ve hayata dair anlattıkları veciz düşünce sinyalleri,onu biraz da olsa rahatlatmaya yetiyordu. Fakat bu geçici rahatlama modu, psikolojisinin tamamen düzelmesine yardımcı olamıyordu. Hassas bir yapısının olması ve her şeyi kafaya takan mizaca sahip bulunması, bozulmaya yüz tutmuş psikolojisin tadı-tuzu konumundaydı. Samimi bir öğretmen arkadaşının latife tarzında söylemiş olduğu “terapi” ifadesi ise yalnızlık girdabından kurtulmayı sağlayan bir ilaç gibiydi. Aslında “terapi” ifadesini okuldaki hayatıyla evdeki hayatı arasında bir köprü kurması için söylemişti. Neden olmasındı? Ne de olsa evdeki beden ile okuldaki beden aynı yükü kaldırmak için motive olmuşlardı.Tek farkı ortam içindeki yapılan işlerdi. Ev işlerini omuzlayan bir irade,okul işlerindeki sıkıntıları da aşmaya yetebilecek kıvama neden gelmesindi?

 

            Tümden kaçırmaması gerekli olan huzurun ilk basamağını “terapi” ile adımlamıştı aslında.Daha büyük sıkıntı yaşayanlarla empati kurabilmesi onun için bir fırsattı.Hem bu, kendine güvenmesine de engel olmazdı.” Kalbin ile güvendiğin her yolda kişiliğinin de orada olması gerektiğini hiçbir zaman unutmamalısın!” demişti arkadaşı.

 

            Kapıdan tam çıkmak üzereyken sınıfta bir eşyasının kaldığını hatırladı. Öğretmen arkadaşlara bugün servis ile gitmeyeceğini ve kendisini beklememelerini söyledi. Unuttuğu bir hediyeydi. Merdivenleri hızlı bir şekilde çıkıp sınıfa doğru ilerlemişti.İlk defa sınıf bu kadar sessizdi. Sınıfın bu haline ne kadar imrendiğine kendisi de şaşırdı. Bedeninin sessizce aynaya bakıyor olduğunu hissetti.Masanın üstünde duran hediyeyi ayaklarının altından çıkan yankı eşliğinde aldı. Temizlik görevlisine tebessüm ederek okuldan ayrıldı.İçine yeni paketlenmiş bir duygunun aktığını hissetti. Elindeki hediye kalbine inen bir yağmur gibi ona misafir olmuştu.Hediyeyi açmaya karar verdi. Ne de olsa hava kararmamıştı. Evine de alternatif bir vasıtayla gidecekti.

 

Okulun karşısındaki çocuk parkının asude bankına yorgun bir edayla oturdu.Kamelya ağaçlarıyla desenini kazanmış bu nezih ortam dinlenmek için ideal yerdi.Yaşlı bir ayakkabı boyacısı ilişti gözüne.Yılların kederi saklıydı alnında.Ama o da tebessümünü esirgemeyen bir tavırla işini yapmaya devam ediyordu. Çocuk cıvıltısıyla örülmüş bir duvar gibiydi burası. Hiç de rahatsız olmamıştı. Evet, ilk defa okula yakın bir yerde gürültüden şikayet edebilecek durumla karşı karşıya gelmemişti. Belki de kalbinin pırlanta isteklerini yapmaya meyilli olduğu için böyle olmuştu. Hayattaki davranışlardan intikam almak değil,onunla muhabbet edebilmekti tek sorun. Dilinin ucuna şu cümle geldi:” Şuan parkta oturan sadece ben değil, benimle birlikte çözüm bekleyen sorunlarım..”

 

Hediye paketinin içinden bir mektup çıkmıştı.Eline mektubu aldı.Hayatında ilk defa kendisine bir mektup gönderilmişti.Heyecanlı gözlerle mektubu okuyordu. Mektubun çok hızlı yazıldığı belliydi. Kısa ve özdü.Okumasını bitirdiğinde içinde yakıcı bir korun damarlarına doğru çekildiğini hissetti. Mektup şu cümlelerden ibaretti:

 

Değerli öğretmenim,

 

Tahmin ediyorum,siz de fazla durmaz,üç yıl sonra tayin istersiniz.İnanır mısınız,size yazı yazacak kadar kendimi cesur buldum bugün.İnsan,içinden geçirdiklerini samimi bulduğu insanlara dökebiliyor ancak.Öğrencinin duyabileceği sevgi bununla başlıyor galiba.Okul dışı hayatınızda nasılsınız bilemiyorum ama,hep sizin gibi bir öğretmen olmayı hayal etmiştim..ve karşıma siz çıktınız.Bize balık tutmasını öğretirsiniz diye düşünüyorum.İsterseniz bu da lafın gelişi olmasın,çünkü,hayatımda hiç balık yemedim.Yiyemedim.Babam ayakkabı boyacılığı yaparak evimizin geçimini sağlamaya çalışmaktadır.Ben ise sabırla eğitim-öğretim hayatımı tamamlayıp gelecekte öğretmen olmayı..

            Fazla başınızı ağrıtmak istemem.Kusura bakmayınız.Yarın derste görüşürüz veya her zaman..

                                                                                  Öğrenciniz Murat

 

            Az önce görmüş olduğu ayakkabı boyacısı Murat’ın babası olmalıydı.Yanına gitmeye karar verdi.Öğretmenin geldiğini gören adam ayağa kalktı.Tezgahının yan tarafında sıra halinde dizilmiş kitaplar vardı.Anlaşılan usta,okuyan bir insandı.İnanılmayacak tarzdaki kibar kişiliğiyle kendisini tanıttı. Evet, yanılmamıştı. Murat’ın babasıydı. Yılların tecrübesini omzuna almış olan usta, öğretmen ile olan muhabbetinde sabrı nasıl bir meyve yaptığını şöyle anlatmıştı:

 

            -Değerli hocam,sizler gençsiniz.Hayatta her yıl bir bahar hediyesi vardır.Bahar sabrın bir hediyesi ve çiçeksi duyguların tomurcuklanması demektir.Baharda tatlı heyecanlar vardır,bunlar kendisini saklayamaz.İnsanın içindeki sır demetleri bile sokağa pazara dökülür. İnsan,sıkıntıları aşmak için mücadelesini sürdürürken, ona yardımcı baharlar gelir. Bahar,sarsılmamanın ve yılmamanın adıdır. Çiçekler bin defa poyraz da görse, baharın gelmesiyle tebessüm yapraklarını serper etrafa. Çürümek isteyen bir iradede meyve verme sancısı olamaz. Her sancı bir hediyenin özüdür. Özden ayrılmamak lazımdır!..Haksız mıyım pek kıymetli Hocam?

            -Yerden göğe kadar haklısınız.. Beni çok şaşırttınız. Sizdeki bu kibarlık ve sunmuş olduğunuz insanlık tavsiyesi herkes için gereklidir.Özellikle ortamın sıkıntılarına karşı sabretmesini bilemeyenler için.
 
            -İnsanları tanımak için sadece bir göz bile yetebiliyor bazen.Gözüyle görebildiklerini tadarken,kalbine sıkıştırabildiği donanımlarında ise hep bu gözlemlerin ipuçları var sanki. Ayakkabı boyamaya gelen birisi yürümesiyle kendisini tanıtıyor bana.İnsanın adımlarında dahi kişiliği şifrelenmiş gibi.Yıllar ak saçıma ayna oldu ve bakışımı buna göre ayarlar oldum.Ayakkabılara değil adımlara eğildim ve insanlara içimi böyle sunmaya devam ettim. Hiçbir zaman kaybetmedim ve kazancımı da tavsiye olarak anlatmayı bir şeref bildim.
 

            -Siz..Ne büyük bir insansınız! Arzu ederseniz sizi evime davet etmek isterim. Hem silinmeyecek sohbet sayfanıza bir yenisini eklemiş olursunuz…

 

            Ayakkabı boyacısı,öğretmenin bu samimi davetini geri çevirmedi. Akşamın lacivert tonu ağaç gölgeleriyle şakalaşırken, gökyüzündeki aydınlık uzun bir muhabbetin sürprizini tattırıyordu. İnsan, adımını atabileceği yolu iyi seçmeliydi. İnsan,insanlık yolunda bir hizmetçiye bile efendi gibi davranabilmesini bilebilmeliydi.

 

                                               Gürsel ÇOPUR

( Kaldırım Boyayan Ayakkabıcı başlıklı yazı Gürsel ÇOPUR tarafından 22.07.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.