Bundan on yıl kadar önceydi, Zonguldak’ta oturuyorduk. Kapım çalındı, bir çiçekçinin elemanı olduğunu söyleyen bir genç vardı karşımda! Bu çiçek size Elazığ’dan gönderilmiş dedi bana ve uzattı. Şaşırmıştım, evet o gün anneler günüydü ama benim oralarda çiçek gönderecek bir çocuğum yoktu…

            Üzerinde, ‘’vefakar, cefakar, iyi kalpli bir anneye,, diye yazıyordu üzerine iliştirilen kartta. Karta baktım ne bir isim vardı ne başka bir şey… Bu bana olamaz, benim oralarda çocuğum yok yanlış geldin sanırım dedim gence, o ise adres burası ben bir şey yapamam, adrese teslim etmem lazım, adreste burası olduğuna göre ben size vereyim ne yaparsanız yapın dedi, elime tutuşturdu ve gitti…

            Ben elimde bir demet çiçekle kalakalmıştım, koltuğa oturdum ve düşünmeye başladım, Elazığ’da kim var bunu bana kim gönderebilir diye? O sırada telefon çaldı, Anneler günün kutlu olsun ablam dedi bir genç!  Evet, bu ses yabancı değildi, oğlum kolejde okurken ona ağabeylik yapan, onunla yakından ilgilenen ve bizi tanıyıp ona daha çok yardım edebilme adına Ereğli’den Zonguldağ’a bizi defalarca ziyarete gelen, o zamanlarda karaelmas üniversitesinde okuyan Numan Çetin’den başka birinin sesi değildi bu…

 O gidip gelmeler sırasında birbirimize çok alıştık ve aileden biri olarak gördük onu hep. Hatta bir gelişinde bana gülerek   ‘’ ya ben sana ne diye hitap edeceğimi bilemiyorum, şaşırıp kalıyorum,, demişti. Ben de biz yapı olarak, değer yargıları olarak birbirimize çok benziyoruz, benim erkek kardeşim de yok, onun için seninle manevi kardeş olalım demiştim… O günden sonra Numan bana abla, oğullarım da ona dayı demişlerdi, sevgiyle, saygıyla gerçek dayıları gibi hep… Ailesi İstanbul’da oturuyordu onlara gittik, bir nevi akraba olmuştuk. Zonguldak’ta maden mühendisliği okurken 3. Sınıftan bırakıp, Elazığ’da okumaya gitmişti. Bana abla benim evleneceğim kız senin gibi bir kız olsun derdi hep, sonra Zonguldak devlet hastanesinde ebe hemşire olan Nursel diye bir kızımız vardı. Ona özelliklerini anlattım, bir gün geldi görüştüler, anlaştılar. Söz, nişan, düğün derken yuvalarını kurdular.

Sonra biz Ereğli’ye taşındığımız için, telefonlar, gidip gelmeler, arayıp sormaların arası giderek uzadı, onun ikiz kızları oldu ve ben onları görmeye bile gidemedim, şimdi ise hiç görüşemiyoruz. Çünkü ulaşamıyorum, facebooktan aradım, ama kararlıyım bir iki gün içinde onu, yani kardeşimi ve yeğenlerimi bulacağım ve ben zamanın rüzgârına kapılıp giden, dostluklarını, arkadaşlıklarını unutanlar kervanına katılanlardan olmayacağım…

Bu yazıyı yazmama sebep olan kendi ruh halimi ve neden gerek gördüğümü de bir dahaki yazımda açıklayacağım. Siz dostlarımın da gerilerde kalmış dostlarınızı, sevdiklerinizi, hatıralarınızı şöyle bir karıştırarak, bulmanızı, aramanızı ve kavuşmanızı diliyorum. Hoş kalın, hoşça kalın dileklerimle…

                                                                     Sakine BAHADIR

 

 

 

( Kendimizi Hayatın Hızlı Esen Rüzgârına Kaptırmayalım başlıklı yazı SakineBAHADIR tarafından 28.07.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.