1 Dost
Seçimler vardır. İsteseniz de istemeseniz de yapmak zorunda olduğunuz seçimler. Ya da sizi zorlayan bir kaç seçimler. Bazen kendiniz bu seçimi sunarsınız altın bir kasede, bazense tıpkı Newton gibi gökten başınıza katahor bir halde düşüverir. İlki isteğiniz doğrultusunda olduğu için baş yarmaz belki ama ikincisi kadar da zor olmaz. İkincisi baş yarar, insanı boğar ve yorar. Ama Newton gibi bir haleti ruhiyyeye sürüverir. Acıtırken öğretir. Öğretirken anlatır. Yeni bir keşfe yol açar. O yol, tıpkı elmanın başta bıraktığı acı kadar derindir. Ama bir o kadar da vakurdur. Çünkü insanın kaderi, seçimin amacı o yolla memhûrdur. 
 
Evet, ikincisi acıtır. Hemde öyle bir acıtır ki ömür boyu lâl kesilir diliniz. Susarsınız. Bülbül olup güle de konsanız zücaciye dükkanına girmiş bir fil gibi beyhude davranır, etrafınızdakileri yıkar, saçar, belki de kırarsınız. Bununla müteârifedir insanın meşrebi. Budur insan. Böyledir işte. Değişmez, katı, menfur ve bir o kadar da katahordur işte. 
 
Gün geçer. Hatta aylar peşi sıra sürükler yılları. Fark etmezsiniz. Ya da umursamıyoruz ihtimaliyle göz kırparsınız etrafınızdaki her şeye. "İşte umursamıyor" dedirtmek için yalancı bir kahkaha da koyverirsiniz ortalığa. Nedensiz. Sebepsiz. Mazlum ve bir o kadar da fedakarca. 
 
Her sözde "Hasılı kelam" dersiniz, fakat "hasılı"dan sonra asla bir kelam getiremezsiniz. Çünkü böyledir huy. Böyledir nefis. Böyle der şeytan denen o pis, alçak mefhum. Sizi öyle bir katakulleye getirir ki, fark etmezsiniz gurur yaftasını bile. Maun bir nefes vakur bir edayla gelir sana doğru, gerisin geri tepersin. Önemsemezsin bile. Hatta ve hatta önemsemek bile istemezsin. Amaçsız bir şeymiş gibi hisseder, amacından çıkmak için korkarsın.
 
Bu kadar sözden sonra asla kelamını getiremediğim cümlelerimin "Hasılı" aslında şöyle başladı benim için.
 
Yıl veya ay, sene veyahut gün, hiç mi hiç önemli değil bu bahiste. Çünkü iki arkadaş denilince tanışılan günde, anlaşılan zamanda, konuşulan mekanda önemli olmaz. Bu mefhumların hepsi de sıkı bir arkadaşlığın en çetrefilli cümleleridir. Sıkıcıdır zaman. Sıkıcıdır, mekan. Tarih, sadece ayağa kalkıp geçmişe saygı duymak için vardır. İki arkadaşı hatırlamak için değil. Mamafih, "hatır" ile "geç" sözcükleri birbirine o kadar tezattır ki birbiri için aynı cümleleri kurmak, onlara yapılacak saygısızlığın mihenk taşı oluverirler.
 
"Ben insan sevmem" cümlesini pek sık kullanırım hayatımda. Her cümlemin virgül aralarında yer alır bu cümle. Çok bencilce demeyin. Egoistlik olarak da algılamayın. Hani daim sinirli olana bir şey diyemediğimiz anda oluruz ya bazen, ya da pamuk gibi olana sinirleniveririz ya bir anda, işte bu da öyle bir durum. Mizacım. Böyle meşrepte doğmuşum. 
 
Böyle düşünmemde ön yargım da etkili olabilir. Mesela bir insanla konuşmadan onun hakkında tüm düşüncelerimi söyleyebilirim. Sadece ufak bir bakış, genel bir görünüm. Hepsi bu kadar. Bir kaç dakika sonra her şeyi dökebilirim o insan hakkında önünüze. Önce inanmazsınız ama bir müddet sonra haklı olduğumu "Tasavvufta şöylgörebilirsiniz. Hayır, hayır, geleceği veya düşünceleri okuduğumu söylemiyorum; sadece 6. Hissimin kuvvetli, insanları anlayışımın baskın olduğunu söylüyorum sadece.
 
İnsan sevmediğim için titizlikle seçerim dostlarımı. Her bir hareketini, her bir tavrını, her bir mimiğini özenle, itinayla seyrederim. Aslında bana en çok benzeyeniyle kardeş oluveririm. Kız veyahut erkek. Büyük veyahut küçük. Nasıl aşkın yaşı yoksa, dostluğunda yaşı yoktur benim için. 80 yaşındaki bir adam dostumken, yaşıtım olan 17 yaşındaki bir akranım düşmanım olabilir veyahut tam tersi hayatıma teşkil edebilir, ihtirasını görebilirim. Bu böyledir. "Böyle yapanlar hep yalnızlığa mahkumdurlar" dediğinizi duyar gibiyim. Olsun, yalnızken bile kusursuz bir Dostum vardır benim. Yukarıda. Gözümün görmediği, kulağımın işitmediği, ama her dem beni duyan, işiten ve her dem Yek olduğuna inandığım.
 
O insan benim için mükemmeldir. Benden bir parçadır. Her hareketimde ondan bir parça vardır. O da zaten benim bir huyumu temsil eder. Mesela bir kaç örnek verecek olursam, Kız olan bir dostum benim huylarımın hepsini dişi karakter üzerinde temsil ederken, erkek olan dostum benden bir parçayı halk eder; naziklik, çekingenlik, her şeyi kabullenme, inatçı olma, itiraz etme.
 
Fazla dindar sayılmam ama tasavvufa ilgim, alakam oldukça büyük. Bu bende tasavvuf konusunda düşünme yetisi doğururken insanları, hareketleri, dini bencilce ve bağnazca sevmeye, araştırmamaya sevk etti. e oluyormuş" dendiğinde, araştırmadan, sorgulamadan, "başım üzere" dediğim bir vakitte, uzun boylu, sarışın, yeşil gözlü bir delikanlı çıkageldi karşıma. Babası askerdi. Annesi ev hanımı. Asi duruşu, kalenderi bakışı, inatçı, savaşçı mizacı olduğunu bir müddet sonra anlayacaktım. İstediğini yapar cinstendi. Tuttuğunu koparır mıydı bilmem ama benim "sevmediğim insanlar" kategorimde değildi. İsmi Yavuz. Osmanlı'nın hayatını ikindi vaktine benzeten padişahı Yavuz Selim kadar sert ve kararlı, III. Selim kadar şairane tavırlı, nazik ve yumuşak ruhluydu. Tamamıyla Osmanlı diyebilirim kendisine. Her bir hareketi tarihin tekerrürü gibiydi gözümde. Bilakis sigaraya bağımlılığı Fatih'in İstanbul'a olan aşkı gibiydi desem trajikomik bir hale bürünüverir bu yazı.
 
Aslında bu güne kadar konuşmuyorduk zat-ı alisiyle. Konuşma bahsinde en az dostlarımı seçerken ki halim kadar kararlıyım, ince eler sık dokurum. En ufak bir hata, koca bir şamar aşk edilirmiş gibi gelir benim gururuma. 
 
İşte tam tasavvufa eğilmişken çıktı karşıma bu genç, Kayseri'yi yeni yeni öğrenen adam. Sorgulamazken, yargılamaz iken, araştırmaz iken çıkıverdi işte. Hatta şunu dahi söyleyebilirim ki "Aşkiya" bile bu adam sayesinde çıktı. Bu adamın sorgulatması neticesinde. Ne mi yaptı? 
 
Bir gün yemeğe çıktığımız vakit, "Ben inanmıyorum!" deyiverdi bana. "Bir yazarın Allah hakkındaki görüşlerini, yazılarını okudum ve etkilendim. İnanmıyorum."
 
"Ne demiş bu adam?" dedim şaşkınlığımı gizleyerek.
 
"Adamı boş ver de" dedi o gün, "Allah neden kimsenin iyi olmasını istemiyor? Şeytan neden başıboş bir halde dolaşıyor aramızda" dedi ve sual etti, "Buna hayli hayli gücü yeterdi."
 
Haklısınız yanlış bir konuşma ve yanlış adamla. O an nedense büyük tepkilerle karşılamadım onu. Ya da çat diye azarlayıp bırakmadım. Belki de benim de ihtiyacım vardı bu sorgulara. 
 
"Senin bu sorguların sayesinde kendisini bulabilmen için."
 
Bir gün sinemaya gittiğimiz vakitte "Ben inanıyorum" diye haykırdı. 
 
O günde aşağılamadım değişen yapısından dolayı kendisini. İnanmak. Sorguların, değişen neticelerin bir sonuca bağlanmasından sonra ortaya çıkmaz mı?
 
Son vakte kadar bana kazık attığını görmedim. Arkamdan konuştuğunu duymadım, ama görüp duyduğum tek şey onun her dem arkamda olduğuydu. Sağımda, solumda her dem o vardı. Sıkı bir arkadaş, sıkı bir dosttuk. "Kardeşim" diye hitap ederdi. Tıpkı diğer kardeşlerim gibi. Kelamım şu ki, bu gün Kayseri'den ayrılan dostumun attığı mesajda şu çok dikkatimi celp etti: "Mesajlarda benim adımı görünce yüzünün alacağı o ifadeyi bilecek kadar yakınım sana dostum. :)" Evet, o ifadeyi tahmin edecek kadar yakınsın bana. Tıpkı adının bir olduğu Yavuz Selim gibisin. Onun gibi ikindi vakti buluştuk seninle. Yani güneşin yere en yakın olduğu vakit. Yani gölgenin insanın her tarafına değişik zamanlarda düştüğü vakit. Yani o vaktin tüm kadimliklerin de görüştük. En etkilendiğin sözle yazımı noktalayacağım, ama bilmeni isterim ki ben hep yanındayım. İkindi güneşi gibisin; vaktin onun kadar uzun, zamanınsa o kadar kısa.
 
Bu sözlerim tüm dostlarıma ithafen olmakla birlikte, Yavuz'un gidişine aittir. (NOT: Bu arada gideceğini hep biliyordum; söylemeni bekledim. Küsüz ya hani :) )
( Dost başlıklı yazı Galip Argun tarafından 30.06.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.