Doğunun çocuğuyum. Ya da Batı. Yok yok yanılıyorum, Anadolu. Gerçi fark eder mi? Ben çocuğum. Hani tüyü bitmemiş olanından. Pirüpak bir tenin, rengarenk bir kalbin şaheseri. Şu 23 Nisanlarda kutladığınız bayram var ya, hani, bana armağan edilen, hah işte, tam da o kişiyim.

Doğuluyum. On yıl kadar önce doğdum. Babamın dediğine göre kocaman bir yıldızın kaydığını görmüş, kışın kıyametin ortasında anamın yattığı tahta arabanın ipini omzuna takmış, yılmadan çekerken. "Yetiştiremedim" diye haykırdı seneler sonra, "Ne kadar istediysem de yetiştiremedim Berfin'i." 

Ogün bu gündür ne zaman bir yıldızın kaydığını görsem içim yanar, şu sol göğsümün altında bir yerde atıp duran şuncacık bir şey paramparça olur. Dilime bir suskunluk tebelleş olur. O an. İşte yıldızın arkasında yığınla tozu bırakıp gökyüzünü terk ettiği an, anlarım ki, bir çocuk annesiz kalır. Ya da bir sevgili ayrılır gider maşuk'undan. 

Masallarla büyüyemedim. Zira bizim buralarda masallar pek itibar görmüyor. En az yaşım kadar gerçek olanlarla ilgilenir gözler, kulaklar. Hah, bana masal anlatacak bir annem dahi yok, ben hala masallarla büyüyemediğimi söylüyorum ya, işin en ilginci de orası. "Seni değiştiren kara kutunun içinde dönen filmler" der babam ne zaman bana kızsa. Sanırım haklı! Onlar gibi konuşmaya başlıyorum yavaş yavaş. 

Masallarla büyüyememek... Kaç kişi büyümüş ki masal ile? Kaç kişi bizim burada yastığa başını koyar koymaz ciğerine ter, küf ve yün kokusundan farklı bir şeyi çekebilmiş. Ablam mı? Hiç sanmıyorum. O da en az, geçen gün gelen Samet ile evleneceği gerçeği kadar salt yaşamış hayatı. 

Şimdi sol tarafımda yatan ablama baktığımda, göz kapaklarındaki o masum acıyı görebiliyorum. On sekizinde. "Geç bile kaldı" yeni annemin söylediğine göre. "Aslında daha erken evlenmeliydi bey." Haklı! sekiz yaşındayken beraber evin bahçesinde koşturduğumuz Gülizar, daha dün evlenmişti, on beş yaşında.

Geçen haberlerde gördüm. Yirmi altı yaşında evlendirilen kız için konuşuyordu, saçını kıpkırmızıya boyatmış, tırnakları baştan aşağı cart kırmızıyla cilalanmış bir kadın. "Hayır efendim" diyordu elini bir aşağı bir yukarı kaldırıp indirerek, "Yirmi altı yaşındaki bir bayanın, evlenme konusundaki hürlüğüne lütfen saygı gösterin."

Sanırım bir evlilik programıydı, tam hatırlamıyorum. Kavga, dövüş, kızılca bir kıyamet aldı götürdü, kameraların gösterdiği o rengarenk evi. "Beğenmedim" diyordu kız, "Senin burnun benimkine göre dik." O gece ablamla işte şu döşeğe başımızı koyduğumuzda, usulca yüzünü okşadım. 

"Abla" diye seslendim, "Samet'in burnu, senin burnuna göre oldukça dik. İstersen vazgeç!" Usulca tebessüm etti. Tebessümünü bile saklar vaziyetteydi. "Sus" dedi, "Sakın bunu kimse duymasın. Senin aklına o kara kutuda dönen filmler giriyor."

Geceyi uykusuz geçirdim. Uyku denen şey yoktu gözlerimde, ama, döşeğin içinden de kalkmaya cesaret edemedim. Zira dışarı soğuktu. Kapkaranlık. Usulca döndüm durdum yatağımda. Gün yeni yeni aralanırken pencereden ablam kalktı. Uyuduğumu düşünüp parmak uçlarında yürüdüğünü hissediyordum. Önemsemedim. Her ne kadar, evvelki günlerden erken kalksa da umursamadım.

Biz herkesi birbirimize benzetmeye çalışıyoruz. Tekdüze, tekmilliği seviyoruz. Kim bir adım çıksa tekmillikten, yeklikten onu öteleştiriyor, sıradanlaştırıyor, uzaklaştırıyoruz. Asla aynı yolda, farklı karakterlerle yürüdüğümüzü fark etmiyoruz, yoksa fark etmek istemiyor muyuz? Gerçi, bunlar kimi umurunda? Sadece bir avuç edebi cümle.

O gün ablamın neden erken kalktığını mı soracaksınız? Söyleyeyim. Geçenlerde ambardan bulduğu iple... kendisini... tavana... as-mış halde bulduk kendisini. Hem de, yeni annemizin odasında. Uykusuz geçen bir geceyi, aralayan o kadının bet sesinden başkası değildi.

Şimdi ben bu satırları yazarken on yedi yaşında ve yeni kocasının evinde bir sığıntı gibi geceyi aralayan gözle bakıyorum etrafa. O kara kutuda konuşan birisinin sözlerini dinliyorum da, "Çocukken bize, 'büyüyünce ne olacaksın?' diye sorarlardı" diyor kem küm ederken, "Doktor, hemşire, iş adamı, devlet adamı dedik, ama çocukluk işte, mutlu diyemedik."

Şimdi kalemi usulca bırakırken kağıdın yanına, gözlerimden akan tuzlu katrenin dağıttı mürekkebin raksına bakıyor ve şöyle haykırmak istiyorum:

"Bize neden kimse 'büyüyünce ne olacaksın?' diye sormadı? Hak etmiyor muyduk?"
( Doğunun Kızı başlıklı yazı Galip Argun tarafından 8/1/2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.