İyi gidiyordu hayat. En azından yoluna
girmişti. Fazlaca yalpalanmış bir dönem kapanmış,kendi halinde akmaya
başlamıştı yaşam. Bu halde bir terslik olduğu belliydi. Huzur neden durduk yere
gelsindi geri.
Elimde küçük bir kağıtla yola koyuldum.
Yalnızdım, kimse de olsun istememiştim zaten. İstanbul sınırlarını sürekli
genişletiyor. O büyüdükçe ben ufalıyorum. Ben ufaldıkça düşünceler ufalanıyor.
Kötüyüm.
Hastanelerin soğuk ve beyaz yoğunluğuna
geldim. Büyük bir kapının önünde 10 dakika hayatımda bundan sonra neyin
değişeceğini öğrenmek için bekledim. Hala umutluydum. Bir şeyim yoktu, iyiydim.
Belki makineler yanılmıştı , belki anlık bir sersemleme yaşıyordu bedenim.
Sıra bana geldi,uzattım numaramı. Ufak
tefek adam sakince ve dikkatli yazdı.” Patalojiye gelenlere hep güleryüzlü
davranırlar demişti Yasemin. Bir nevi sırat orası” yazıcı kaderimi yazmaya
başladı. Sonra resmileşmiş kaderimi uzattı bana ufak tefek adam. Geçmiş olsun
dedi. Haklıydı. Geçmişti. Belki de artık ömrümün sonlarındaydım.
Kağıdı alıp bahçedeki banka oturdum. Tanı
olarak “ otoimmün hepatit “ yazıyordu. Hepimizin anlayacağı dilden; kendi
vücudum , beynim artık karaciğerimi kendi organı olarak kabul etmiyor ve yok
etmeye çalışıyordu. Ender bir bağışıklık sistemi hastalığının pençesindeydim.
Eylül böyle başladı. Sonbahar belki de
hayatımın sonbaharına da sürükledi beni. Herkes benim için çırpınıyor, en iyi
doktorlar soruluyor. Ben büyük bir kuyuya hergün daha çok düşüyorum. Tutunamıyorum
bir türlü hayata.
Ölmek için çok erken, küçük çocuğum var.
Zor bir dönem başladı. Doktorum erken
teşhisin çok önemli olduğunu iyileşebileceğimi söyledi. Kolay olmayacağını da.
Olmadı. Sevdiklerinden uzakta ve susarak
yaşamak hiç kolay değil. Bir şeyler yolunda gitmese ölsen, haberi olmayacak bir
sürü insan var hayatımda.
O yüzden hiç ölmeyecekmiş gibi yazıyorum
hala. Ki bir gün sustuğunda kalemim, dostlar garip bir şeyler olduğunu fark
etsin.
Ölmek için çok erken , sustuklarım var.
19.03.2013 Tekirdağ