İçimdeki kelimeleri harmanlamış, tüm cümlelerimi dizginlemiştim. Aklım, hayalim, benliğim ve ruhum bedenimi terk etmek üzereydi. Ağzıma sahip çıkamıyordum. U-mutsuzca hareket ediyordu dudaklarım. Sinirlendikler her hallerinden belliydi. Sanırım kaşlarımda çatıktı. Dolunay gökyüzünü tavaf ederken, ben aklımın odalarında şeytan taşlıyordum.
Göz bebeklerim büyümüş, gecenin şehvetine aldanmıştı. Şaşalı sokak lamları kadar sahteydi gözlerim. Sokaktan hızlı adımlarla uzaklaşırken bir karartı ilişti gözüme. Saat 03.50’i gösteriyordu. Cesaretim mantığıma hükmetti. Oracıkta buldum kendimi. Çöp konteynırının ardına sığınmış bir kadın! Aman Allah’ım! O nasıl gözler? O nasıl bir çehre…
Anlam veremediğim bir şekilde kalp ritmim hızlanıyordu. Korkumun damarlarımda sendelediğini hissediyordum. Aynaya baksam kendimden bile korkardım beklide… Tam olarak bilemiyorum. Fiziki duruşumu hayal bile hayal bile edemiyordum. İri mavi gözlerini, korkusuzluktan büyümüş gözlerime dikti. Ama sesi? Sesi neden çıkmıyordu? Korkmadığı her halinden belliydi. Ama beni korkutan neydi? Bir gece yarısı yolda gördüğüm mükemmel bir güzelliğe sahip bu isimsiz bayan mıydı yoksa kadının yanında kalıp kalmama konusunda telkinde bulunduğum iradem mi? Bilmiyorum… Ben hiç bir şey bilmiyorum…
Sokakta bizden başka kimse yoktu. Evlerin ışıkları yansımıyordu yüzüme. Köpekler bile havlamıyor. Çıt yok. Zamanını kestiremediğim bir süre bakıştık. Benim korktuğumu düşünmüş olacak ki ayağa kalktı. Arkasında kirden siyahlaşmış beyaz bir çuval vardı. Usulce eğildi ve yerdeki çuvalı aldı. Sokak lambasının altına gidince endişeden açılan gözlerim kısılıverdi. Tedirginlikle süzdüm onu. Saçları bakır rengiydi. Yağlanmıştı. Alnını dolduran saçı ona bakı kalmama mani olmuyordu. Karşıma geçip, önümde dikildi. Bana, kendisini neden süzdüğümü sorsa mantıklı bir açıklama yapabileceğimi sanmıyorum. Neyse ki sandığım gibi olmadı. Usulce ellerini omzuma bıraktı. Arka arkaya iki kez dokundurdu. Hafifçe gülümseyerek geçti yanımdan.
Şaşkındım… Olduğum yerde kalakaldım. Gerçekten ne yapmak istediğini kestiremiyordum. Arkasından gitmeli miydim? Yoksa hiçbir şey olmamış gibi yola devam mı?
İçimdeki ses git derken, mantığım çığlıklarla gitme diye haykırıyordu. (Oldum olası iki seçim arasında bırakılmaktan nefret etmişimdir. Şimdi ne yapacağım? İçimdeki sesi dinlesem pişman olacağımı biliyorum.) Ama her şeye rağmen boşver dedim. (Sanki hayattaki her şey istediğim gibi oldu. Peh…) Hızlıca arkamı döndüm. Çöp kadın sokağın diğer ucundaydı. Çöp kadın mı? Bunu ben mi dedim? Ben kendimle savaşırken o çoktan yaşamının kapılarını aralıyordu. Fark ettim de sanki ufaktan sendeliyor. Neyse, ben kendimle konuşmaya devam edersem çöğ kadın ufuk çizgisinde kaybolacak. Koşarak yanına vardım.
Elimi omzuna koydum. İçimdeki çığlıklar sustu, aklım dile geldi. ‘Sizin kadar güzel bir kadının bu saatte sokakta ne işi olur? Hem de tek başına?’ diye nara attım. Cevap vermedi çöp kadın. Acaba kaba mı davrandım? Be sefer kolunu sertçe kavradım; ‘Ağzınız kadar kulağınızda da sorun var’ diye çıkıştım. Be kez beni duydu. Yüzünü bana döndü ve deniz mavisi gözlerini bana dikti. Bir şeyler söyledi ama anlamadım. Türkçe değildi sanırım. Farklı lehçeyle bezenmiş bir sinir krizi. Çöp kadının ses şiddeti giderek artıyordu. ‘Sus’ dedim bağırarak. ‘Milleti başımıza toplayacaksın’ Gerçekten sustu. Bende sakince ‘Ne işin var bu saatte sokakta’ diye sordum. Türkçe bilmeyen ağzı Türkçevari kelimeler püskürür oldu.
Konuşmalardan anladığım kadarıyla çöp kadın bir Rus. Yoksa bu güzellikte birinin burada işi ne? Kafasındaki örtüyü çıkardı fırlattı. Pranga yemiş dili azat olmuşçasına döktü içini. Konuşulacak, konuşulmayacak ne varsa anlattı. Rahatlayınca dizlerinin üzerine düştü. Hüngür hüngür ağlıyordu. Bende eğildim, usulce kaldırdım çöp kadını. O kendi diliyle anlattı derdini, ben evrensel dille dinledim. Konuşma bittiğinde tanıyordum onu artık. Adı Luslera’ydı. Kandırılmış yabancı uyruklu kadınlardan sadece bir tanesiydi Luslera. Kendisini zorla alıkoyanların elinden kaçmış, sokakları kendine yuva bellemişti. Huzuru gökyüzü, mutluluğu yıldızlar, hayatı ise güneş olmuştu.
İlk gördüğüm anda anlamıştım zaten bu peri kızının sokaklara ait olmadığını. Yavaşça girdim koluna. Sonu bilinmeyen bir caddeye yelken açtık. Dolunay bizi takip ederken, biz önümüzdeki güneşe yöneldik.
Çöp kadın şimdi oldu Luslera. Ben bu adı neye dayanarak ona layık görmüştüm? Ön yargıların canı cehenneme! Çöp kadın lakabı yerini Luslera adına devretti. Ben aklımdaki keşmekeşleri çözerken Luslera birden durdu. ‘Peki, senin bu saatte sokakta ne işin var’ dedi. Kahkahayla güldüm sadece. Kaderimiz aynı sonuçta…