“Ah bu şarkılar” diyor birisi. Kulak kesiliyorum sessizliğin orta yerinde. Ve dinliyorum sadece. Zaten bugünlerde yaptığım tek şey: Dinlemek! Ölüm sessizliğine bürünüp sadece ama sadece dinlemek! “Gözü kör olsun” diyor ve ekliyor, “yüreğimin orta yerini sızlatıyor. Nah şuramı işte.” Göğsünü yumrukluyor. Haklı mı ne?! Bugüne kadar göğsümü yumrukluyorum; ama bu adam gibi geçiremiyorum silleyi. İştah ve hevesten zerre yok içimde. Anlaşılan dediği kadar etki etmiyor şarkılar bana. Duygusuz muyum ne?!

“Hayır!” diyorum ama kim duyuyor ki?! Biraz önce hevesle doğan; ama biraz sonra önüne geçen çivit rengi buluta engel olamayan güneş mi? Gülüyorum, kendine bile hayrı yoktu, köşede bir yerde kıvranan bana mı yardım edecekti.

Geçmişe gittim. Masmavi gökyüzünün üzerini örttüğü, yalçın kayalara çarpan çetin dalgaların bulunduğu o yere. İstanbul’a. Masmavi denizin serildiği bir avuç kara parçasına. Sessizliğin adım adım doluştuğu; ama derin çığlıkların ses bulduğu o yere. Gittim işte. Beyhude uçtum gittim. Yittim buradan.

Bir banktaydım. Yanımda birisi! Kimdi? Güldüm. Esrik bir tebessüm geldi geçti dudaklarımdan. Hay Allah, geçmişim geleceğimi ele geçirmişti yine. Ve ben, yine öylesine geçirdim sinemin tam ortasına. Her neyse?! Engel olamayacaktım madem bu noktadan sonra da durmam yersizdi. Daldım gittim Nisan yağmurlarının ıslattığı topraktan süzülen kokuyu ciğerlerime çekerken.

Ne diyordum? Hah, o banktaydık işte! Hayır, biraz sonra havlayacak köpek dağıtmayacaktı masmavi denize dalıp giden gözlerimizin bakışlarını. Yahut biraz sonra ortalığı kolaçan eden bir kapkaççının gözüne kestirdiği çantayı çalmasıyla ortalığı alan feryat figan ayırmayacaktı ellerimizi birbirinden. Hah, hem hangi güç ayırabilirdi ki iki aşığı? Hangi iki güç?

Duruyorum. Yağmur da kesilir gibi oluyor. Bir müddet. Kısa bir müddet… Olduğum yerde çakılı kalıyorum. Ne oldu da kesildi ki yağmur? Oysa ne de güzel yağıyordu. Hislerim, ki hiçbir zaman beni yanıltmamışlardı, biraz sonra yağacak olan yağmuru muştularken, neden durmuştu ki? Bekliyorum ve sanıyorum ki birisi kıyametin koptuğu zaman yağacak o yağmur dese bile sabırla bekleyecektim. İnanıyordum işte. Fakirin umudu mu dersiniz yoksa aptalın umudu mu bilmem ama yağacak işte o yağmur.

Başlıyor işte. Birisi içinden geldiğince küfrediyor başına geçen damlalara ama ben seviniyorum; nedensiz! Hislerim yanıltmamışlardı işte beni. Ve oradaydı yağmur. Elimi uzatabileceğim bir uzaklıkta. “Yanıltmadım seni” dercesine yağıyordu yağmur.

Hikayeme dönüyordum tekrar. Sahildeki o banka varıyordu düşüncelerim fütursuzca. Durdurmayacaktım bu kez.

“Seni seviyorum” mu demiştim o gün? Yoksa “unutma seni hep seveceğim” mi sözcükleri dökülmüştü ağzımdan hatırlamıyorum. Ama seni sevdiğim bugün unutamadığım o cümle işte!

Bir falcı yaklaşıyor yanımıza. İri cüssesine kendinden katbekat büyük şalvarına, sarımtırak tişörtüne gülüyoruz önce. Hani içten bir kahkaha koyuveriyoruz gözlerimiz birbirini seyrederken. Sonra susuyoruz ama gözlerimizin sevincine eşlik ediyor bedenimiz. Dahası yumruk büyüklüğündeki kalbimiz!

“Abe ağabey” diyor falcı kadın, “veresin bi beşlik de şu güzel ablayla olan birlikteliğinizi söyleyeyim.”

Israr ediyorsun. Bense “lüzum yok” diyorum; fakat her zaman olduğu gibi sözü geçen kişi sen oluyorsun. Hay Allah, şimdi birileri duysa erkeklik gitti diye düşünüyorum; ama umurumda mı ki?! Değil elbette, senden gayrısı lazım mı ki bana?

“Evleneceksiniz” diyor falcı kadın, “ak saçlı, tonton mu tonton bir dede olacaksın” diye ekliyor bana bakarak. Ve devam ediyor, “mutfakta torunlarına kek pişiriyor olacak hanım abla. Yalnıııız, üç mü beş mi kaç çocuk göremiyorum be ağabey, bi beşlik daha koyuveresin de göreyim abe!”

Gülüyoruz. Bunlardan başka bir şey söylemesi gerekmediğini söylüyoruz, ama içten içe de merak ediyoruz hani geleceği. Çocuklarımızı… Onların çocuklarını. Torunlarımızı kısaca. Zaman bakıyoruz sonra sahilin kenarındaki bankta. Ne uzak duruyor önümüzde duran geleceğimiz.

Yağmur. Tekrar duruyor bu kez. Düşünmekten sıyrılıyorum. Gelecekte, geçmişte perdeleniyor önümde. Ve duygularım, bir köşede pusuyor. Susuyor! Konuşamıyor. O adama dönüyorum tekrar.

“Ah bu şarkılar” diyor yumrukları ardı ardına sinesine indirirken. “Gözü kör olsun! Bu havalarda mahvediyorlar beni!”

“Dindi yağmur” diyorum; ama içimdeki o ses tekrar başlayacağını muştuluyor bana. Evet, evet, tekrar başlayacaktı. Bekliyorum. Ömrümün sonu olsa da o yağmuru bekleyeceğim.

Ve bir umut peydahlanıyor gönlüme.

İşte! Çivit rengi bir bulut yine perdeledi güneşi. Biraz sonraki yağmurun müjdesi!

( Ah Bu Şarkılar başlıklı yazı Galip Argun tarafından 2.05.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu