Mesaj attı bana ‘Oku’ dedi, ‘bendeki
yerini bil’ diye.
Züleyha’ya dediler: “Ay çıktı.”
Züleyha cevap verdi: “Yusuf mu baktı?”
Okudum sen niyetine… Okudum da
Yusuflandım yine, sen Züleyha olursan ben Yusuf olmaz mıyım? Sen Züleyha
olursan ben o parmağı kesen bıçak olmaz mıyım? Senin ol’man gerek yaşamımda,
olmazsan olmaz işte!
Oysa bunlar birer hatıradır
şimdi.
Kaç zaman oldu sen gideli, benden
uzak duralı, benimle konuşmayalı…
Yüreğim hala yaralı…
‘Sen oku şimdi de’ diye yazdım ona.
Sen çıkınca bağa bahçeye her yer
filizlenir, yeşillenir, çiçeklenir ve dillenir. Gören baharın geldiğini anlar,
etrafın canlandığını temaşa eder, hazlanır gelen kokulardan, tatlanır ağza
düşen meyvelerden, zevklenir göze yansıyan güzelliklerden. Sen bunlara sebep olansın.
Güzelliklerin toplamısın yeryüzünde.
Şırıl şırıl akan dere ruhuna
huzur katar insanın, şakıyan kuş kalbe ferahlık verir sesiyle, uçan börtü böcek
yaşamı sevdirir, rengârenk bir kelebek ilahi kudretin nakkaşlığına delil olur,
yanağa konan bir gamze imzası olur bu âlemde güzelliğin, resmi olur mutluluğun
dudağının yanına konan bir ben, sembolü olur tebessümünün kalbine düşen adam.
Sen varken yalnızlık nedir
bilmezdim. Sensizlik keskin dişlerini göstermemişti henüz. Aşkına
mayalanıyordum gözlerine bakarken demimi buluyordum seni tahayyül ederken. Kalabalığın
içinde tek sana kalabalıktım. Kahkahaların içinde tek sana mütebessimdim. Sana
yoğunlaşmıştım, sana çoğalmıştım, sana yol almıştım, sana konsantre olmuştum,
sana aşklanmıştım.
Cennet neresidir diye sorsalar
yüreğini gösterirdim. Sana gelmek kutsal bir mekânı hac etmek gibiydi. Sana
dönmek kutsal bir mekânı tavaf etmek gibiydi. Bu ziyaretin sonunda Aşki
oluyordum.
Sen gülünce masmavi olurdu
gökyüzü, renk gelirdi çiçeklere, yüzlere neşe gelirdi. Kuşlar gelirdi katar
katar. Sen ağlayınca kapkara olurdu yeryüzü, hüzün gelirdi yüzlere, gözyaşı
dolardı gözlere. Kuşlar göç ederdi. Gökkuşağı senden alırdı rengini;
gözyaşlarının ardından kaplardı semayı bele sarılan bir kuşak gibi, renkten
renge… Sen gök yüzlüydün yani beyaz aydınlık; ben yer yüzlüydüm esmer yani,
karanlık… Güneş doğduğunda sen çıkmışsın sanırdım dışarı; öylesine aydınlıktı
gülüşün. Güneş battığında sen içeri girmişsin sanırdım; öylesine karanlıktı
yokluğun.
Cehennem nedir anlamazdım. Sen
varken… Diken nedir bilmezdim. Düşman kimdir tanımazdım. Sen varken barış
içindeydim, güzellik içindeydim. Aşksız olan bizden değildir diyorum. Sen
varken 24 saat âşıktım.
Şimdi yokluğuna lanet ediyorum,
kahrediyorum, zulmediyorum, ah ediyorum. Acılarım zirve yaptı, canım çok acıyor
şimdi. Yüreğime saplanıyor yokluğunun kazığı, bu dünyada sensiz kalan benden
daha beteri var mıdır, daha yazığı… Kâr etmez Karakoçan’ı, Elâzığ’ı…
Sana sorsalar beni: “Kimdir bu denli yanıp tutuşan ardından?”
diye. Cevap verir misin: “Bilirim elbet
sevdiğimdi bir zamanlar!” diye.
Yoksulum sensiz; bana gıda
takviyesinde bulunmasınlar. Yardıma muhtaç görmesinler beni. Ben sen fakiriyim.
Sen zenginliğinden geldim, açlığım değildir yıkan beni aşksızlığımdır bitiren
beni. Neredesin sen?
Aşkının zekâtını versen dahi
yeter bana! Sadakasını versen dahi kalbinin kabulümdür! Kapında gönül
açmışlığım, dilenmişliğim acziyetimden değil sensizliğimdendir. Aşkına
muhtaçlığımdandır, sana mecburluğumdandır.
Kınama beni, ayıplama!
Sen varken mutluyum dünyalar benimdir.
Sen yokken mutsuzum dünyam
başıma yıkılır.
İşte hal beyanım böyle…
Haleti ruhiyem bu…
…
Bir mesaj attım ona: “Orada mısın?” diye.
Yanıt geldi hemen: “ Hayır sendeyim.” diye.