Bir adam tanıyordum burnundan kıl aldırmıyordu. O kadar
kurumluydu ki en sonunda kurum bağladı döküldü toza toprağa! Bacaların içine
döndü, is oldu, pis oldu. Hindi gibi kabaracağına adam gibi mütevazı olsaydı da
kalsaydı öyle! Güncel ağızla adam olaydı iyiydi.
Kıl deyip geçemeyin siz öyle bir kıllık yapar ki feleğinizi
şaşırırsınız. Kıl ki döner ve her şeyi mahveder. Hikmete bakın ki kıl dönüyor
ama bazıları dönmüyor yanlışından! Dönse her şey hallolacak, dertler bitecek,
işler düzelecek.
Her şeyi ben bilirim, en büyük benim, hatasızım, hiç kimse
eleştiremez beni, yaptığım her şey doğrudur, ben yanlış yapmam, bana itiraz
edilemez ve kahrolsun çok yakışıklıyım ve de haddinden fazla zekiyim bandına
girip millete orada yayın yapan, frekansı bizim topraklarda çekmeyen ama
çekiyormuş gibi takılan zevatadır sözüm. Adam olun iki gözüm, adam! Senden
büyük Allah var!
Burnundan kıl aldırmayanlara hitaben şunu söylemek
istiyorum: Sinir olursunuz ahirde, öyle havalı havalı cakalı cakalı dolaşmayın
ortalıkta, felç olursunuz kıl yüzünden! Demedi demeyin!
Kendinizi beğenin öyle aşırı aşırı… Dokunulmaz sayın öyle
haşarı haşarı… Yersinizi kaşar damgasını; sürersiniz böbürlenmenin sefasını
çekersiniz kaşarlığın cefasını ömür boyu. Hikâyeyi okuyun ondan sonra
bağlayalım meramımızı.
“Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır.
İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı
kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendi’nin baş ağrısı artarak sürer. Üstüne
üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır.
Osman Efendi, Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene
servet vaat eder. Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de
bulamaz. Ev halkı birbirine danışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman
Efendi’yi İstanbul’a götürmeye karar verirler. İstanbul’da en iyi doktorlar
seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır.
Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan
baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici
iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına
götürülür. O devirde Amerika değil
İsviçre moda, Zürih’e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör
konsültasyon yapar, testler tekrarlanır. Sonuç olarak: Osman Efendi’ye teşhis
konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendi’ye ağrı kesici iğneler
verilir, ülkesine dönüp “dinlenmesi” daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi
tavsiye edilir.
Osman Efendi bitkin,
aile perişan. “Kader” denilir, Uşak’a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir
odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar. Bir gün,
hastanın keyfi gelsin diye, Osman
Efendi’nin eski berberi “Berber Mehmet” çağrılır. Berber yataktan kalkamayan
Osman Efendi’yi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini
söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. “Beyim?” der “Sakın sizin burnunuzda kıl
dönmüş olmasın!” Bir bakar “Hah
işte!” der. “Kıl dönmüş.” Osman Efendi’nin şaşkın bakışlarına
aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman
Efendi’nin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman
Efendi’nin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla
kapı dışarı edilir. Osman Efendi’nin kanayan burnuna pansumanlar yapılır,
kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa
rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise
eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz
ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar
basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi,
Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.”
Hikâyemiz buydu, lafımız ortaya şimdi. Alan alsın almayan
şaşkın şaşkın baksın! Çıkardığımız sonuç şudur bu hikâyede: “Burnundan kıl
aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir.”
Burun kılının faydası çoktur. Havadaki tozu falan süzer
ciğerimize ulaşmasın diye burnumuzda nöbet tutar. Dimdik ayakta durur. Hem de
sümüğün dışarı çıkmasını engeller. Kıl deyip geçmeyin işte onu anlatıyorum,
mideniz kalkmasın şimdi, iğrenmeyin öyle acayip acayip! Tip tip bakmayın,
triplere girmeyin. Kıl işte bazen bir yemeğin içinde çıkar alt üst eder
midenizi, bazen döner müsait olmayan
yerinizde oturtmaz sizi yerinize, bazen uzar dert olur burnunuzun
içinde, bazen uyuzun birine laf olur. O kıla teşbih edilen bir sürü insan var.
Kıl olduğumuz bazılarına… Kıl olan ya da… Daha beter olanı ise esprilere
malzeme olanıdır mesela: “Sana bir kıllık yaparım, kıllarını koyarsın.” diye.
Nihayetinde en kötüsü burnundan kıl aldırmayanlardır zannımca!
Ey burnundan kıl aldırmayanlar!
Neden sinir oluyorsunuz bilin gayri!