Cansız bedenimi sedyeyle morga götürüyorlar… Evet, yanlış duymadınız. Dün sokak ortasında, bedenimin otuz yerine bıçak darbesi aldım. Kendi kanımda boğuldum desem yeridir.
Ölüler konuşur mu diye düşünüyor olmalısınız? Neden konuşmayalım efendim, bu dünyada onca ölümlü yaşarken şaşırmıyorsunuz da, bir cesedin konuşmasına mı şaşırıyorsunuz.
Sokağın ortasında dayak yedim, bir el uzanmadı. Sonra bıçak darbeleri geldi bir bir, saymaya başladım acılar içinde. Hep öyledir; en umutsuz anlarında bile bir umuda sarılmak gibi bir fıtratı vardır insanın… Bir el uzanır belki, biri gelir de ben can vermeden, çeker alır bıçağı caninin elinden diye bekledim son nefesime kadar. Hayır. Kimse yardım elini uzatmadı. Bazılarıysa bir diziyi izler gibi izledi katlimi ve darbeler çoğaldıkça anladım ki, bir kadının dünyası karanlık, gelenekçi efendilerin hükümranlığında.
Şerefi, namusu, onurlu yaşam olarak algılamayı bilmeyen ama benim etime indirgediğiniz, namuslu sokaklarınızın o aldatıcı, iğreti kokusu ceset genzimi yakıyor şu anda.
Ben kim miyim? Sizlerin tabiriyle küreselleşen ve iletişim çağınızın dünyasında sayıları binlerle adlandırılan, erkek egemen zihniyeti tarafından katledilen kadınların sesiyim.
Ne devletin şefkatli kolları koruyabildi bedenimi, ne o gelenekçi yapınızın erdemli duruşu… Oysa kimi zaman kız kardeşinizdim, kimi zaman eş, kimi zaman sevgilinizdim, kimi zaman evlatlarınızın annesi, kimi zamanda sokakta işine giden bir zavallı.
Ve sizlerin egemen sokak kurallarınıza riayet ederek geçti tüm ömrüm. Kimi zaman korkuyla kimi zaman belli belirsiz bir saygıyla, değmeden olmazlarınıza… Benim sinmişliğim, kabullenmişliğim, yetti mi kanlı egolarınızı doyurmaya? Hayır, yetmedi elbette. Aldıkça, almayı alışkanlık haline getirmiş benliğiniz ve yanınıza aldığınız gelenekçi efendilerinizle, hala dimdik gezinebildiğiniz iğreti sokaklarınız ne de iğrenç kokuyor şu anda.