Hüzün bakışlı adam deniz gözlü
kıza sesleniyordu kalbi olarak “Ben
senden geleni nimet bilirim. Şükrederim Rabbime!” dedi “Varsın!” diye. “O güzelim
kalbini biliyorum senin. Hep iyi ve güzelsin bana. Beni kırmak adına hiçbir şey
yapmadın. Emin ol sen bana! Çünkü ben eminim sana.”
Deniz gözlü kız üzgündü, sözleri
hüzünlüydü ve sesi ağlamaklıydı: “Kırılmadık
parça bırakmadın” dedi. O kadar içten söylemişti ki bunu hüzün bakışlı
adamın yüreği kanadı o an.
“Biliyorum, kötüyüm ben.” dedi sadece, başını aşkın kılıcı
karşısında eğdi gözlerini yere dikti. O da ağlamaklıydı. Hava kapandı birden,
şimşekler çakmaya başladı iki ruh arasında. Gözler yağmura durdu, tenler
üşümeye, sözler titremeye başladı. Bir çocuk ağladı, bir siren çaldı, bir
baykuş öttü.
Deniz gözlü kız kalp bohçasını
açmıştı ve biriktirmiş olduğu her şeyi boca ediyordu büyük bir hız ve öfkeyle: “Ya beni bir dakika bile aramaktan acizdin
ya! Günlerce ara diye bekledim ben ya ben!” Hüzün yağmuru ıslanmadık yer
bırakmadı deniz gözlü kızda, o ağladıkça hüzün bakışlı adam da ağlıyordu, o
kanadıkça adam da kanıyordu. Gecenin bir yarısı bir kadın ve bir adam aşka
ağlıyordu. Herkes uyuyordu onlar ağlıyordu. Herkes mutluydu onlar hasreti
sarıyordu. Kız kutsal kitabımız kadar haklıydı ve doğruydu.
Hüzün bakışlı adam “Dolusun ve haklısın! Suçlamam imkânsız
seni. Yüzde yüz haklısın!” dedi. Bunun üzerine “Ne biliyorsun ne halde olduğumu?” dedi kız. Ve konuşmadı sonra
hiç. İçin için ağlıyordu ve görülmesin
bilinmesin istiyordu aşk için ağladığı. Bir kaba, saba, yaban için ağladığı
öğrenilmesin istiyordu.
Hüzün bakışlı adam bu suskunluğu
yırttı. Sesi aşk doluydu, özü aşkla meşguldü, gözü aşkla bakıyordu. Hani
dokunsa var ya yakacaktı kızı, baksa kül edecekti. Ağzına mermi sürülmüş bir
tabanca gibiydi, elleri tetikteydi. Seviyordu ölürcesine. Yüreğinin her zerresi
onun aşkıyla inim inim inliyordu. Aşkı iman tanımıyordu. Kızın kalbi Kâbe’siydi
onun. Deniz gözlü kızı bundan beter, bundan yeter şekilde seven olamazdı.
Bedeni değildi sadece bu aşk hem ruhaniydi.
“Canımsın. Öyle dolmuşum ki senle iyi değilim, hep bakıyorum sana, fotoğraflarına
cümlelerine, ismine. Her şeyine, herkesine.
Sen bende mükemmelsin. İç güzelliğine vurulmuşum senin. Kalbine… Ve ne olursa
olsun bu dünyada sırtımı dayayabileceğim ruhuna vurulmuşum. Varlığına şükrediyorum
her gün. Sana, olduğuna şükrediyorum. Aklım ve kalbim sende ben burada sadece paçavrayım,
kadavrayım; et ve kemiğim. Sadece
bedenen varım. Yönüm sende, fikrim, hayalim… İsmin bile beni heyecandan
öldürürken varlığın beni hak ile yeksan eder.”
Hüzün bakışlı adam nakış nakış
işliyordu aşkını deniz gözlü kızın kalbine, ömrüne imza atıyordu her nağmesiyle.
Kalbine akıyordu, gözlerine yerleşiyordu kızın.
Ebedi istirahatgahıydı kız onun, saadet hanesiydi.
“Omuzuma değdiğin yere gidiyorum
her gün. Duruyorum orada biraz, kutsal bir merasimi yerine getirir gibi dua
ediyorum sana kavuşmak için. Sonra gelen geçene bakıyorum. Yüzlerce yüze
bakıyorum. Seni arıyorum ve seni hayal ediyorum. Bulamıyorum seni. Sonra ilk konuşmamızı
hatırlıyorum. İlk aradığında sana cevap verdiğim yere gidiyorum. Aynı şehrin
aynı caddesinde seninle oluyorum. Ama görmüyorum seni. Bu nasıl bir iş Rabbim!
İlk günden beter heyecanlanıyorum. Gözlerim yaşarıyor her an, seni anmadan
geçen bir dakikam bile yok. Sensiz edemiyorum, yapamıyorum. Ömürlük bir şey bu,
bana bahşedişmiş onurluk bir şey sevmek seni. Gelip geçici değil, boş bir heves
değil!”
Adam lebaleb kızla doluydu. Anlamak
için adamın gözlerine ve sözlerine bakmak kâfiydi. Her şey ayan beyandı. “Sevdikçe
seni sana olan saygım arttı ve mahcubiyetim çoğaldı. Seni isterken kaçıyorum
birden. Güzelliğin karşısında çok çirkin kalıyorum. Belki de eziliyorum.
Yakıştıramıyorum kendimi; sen dünyalar güzeli ben dünyalar çirkini… Utanıyorum
konuşunca. Yüzüne bakamam. Elini tutamam. Yerin dibine girerim. Kriz geçiririm.
O kadar büyüttüm ki seni içimde bana sorsan az bile derim. Doyamıyorum, ben
sensiz edemiyorum. Artık kafayı sıyıracağım. Canim alsan veririm itirazsız.
Başım eğik ve her daim önünde…”
Kız susuyordu adamın onu saran
havası içinde az da olsa içi huzur doluyordu. Nefes nefese soluyordu. Adam onu
yoruyordu. Allah ikisini de koruyordu.
“Ömrüm sana olsun istiyorum. Elinin altında olay ım. Gözünün önünde… Sen
büyüğüm ol ben küçüğün olayım. Sev beni! Bırakma… Tut istiyorum beni. Sana
borcum var sevdam, yıl borcum var sana, telafi edeceğim. Umuda, huzura, mutluluğa ve
bitmeyecek olan bir aşka; sıcaklığa, çocuğa ve migrenin tuttuğunda bir teskin
ediciye ihtiyacın olacak. Hepsi ben olacağım. Seni özlüyorum güzel yüzlüm seni
özlüyorum. Ve her an gelecekmişsin gibi
gözlüyorum yolunu ve her ana sana gelecekmişim gibi hazırlanıyorum.
Hitabımsın sana Küçüğüm
desem, Su desem, Papatya ya da Esu desem… Ne desem bir meraktır alıp gidiyor
herkesi. Onlar neyin derdinde ben neyin ifadesindeyim. Gülüyorum halime ben
senin yazarınım şairinim, aşkın yani! Elbet
hitabım olacaksın. Kitabımsın. Okudukça okuyasım var seni, seslendikçe
seslenesim var. Yaprak yaprak seni işaretleyesim var, dönüp dönüp ezberleyesim
var seni. Özledikçe kızıyorum kızdıkça özlüyorum; ateşe benzin dökmek gibi bir
şey seni sevmek. Yandıkça yanıyorum. Koz koz oluyorum. Kul kul oluyorum. Kız bana
lütfen. Bağır bana, beni rezil et. Kötüle beni gıkım çıkmaz. Döv beni, vur!
Başım önümdedir. Her şey bende olduğunun resmidir. Kızsan da, bağlansan da,
vursan da… Sövsen de övsen de… Ben senin içinde büyüyen iyi niyetli aşk uruyum.
Sen benim içimde doğan ve beni sarıp
sarmalayan bir aşk nurusun.
Bu satırlar bile bana huzur veriyor, sendeyim, muhatabınım.
Yordum seni gece gece.
Hayra yordum bunu.
Âlem duysun seni sevdiğimi ve istediğimi.
Çok konuştum özür diliyorum.
Hoş gör.
Öpüyorum çokça!”
Hüzün bakışlı adam noktasını
koydu, deniz gözlü kız hissesine düşen öpücüğü aldı.
İlk kez senli benli uyudular, iki
farklı ve uzak mekânda, aynı anda bir yattılar.