Sokağın başındaydı adam. Üstü başı perperişandı. Hali vakti
sersefildi. Gelen geçenin bakışları onun üzerineydi. Dikkatleri toplamıştı bir
anda, gözler dikilmişti üzerine hepten.
Adamın yüzünde manasız bir gülümseme ve gözlerinde saklı bir
gurur vardı.
Adam seviniyordu içten içe ve bunu aleni yansıtıyordu dünya âleme.
Yüreği elindeydi, yüreği elinde atıyordu.
Tek sermayesi yüreğiydi adamın, öyle görüyordu. Bu yüzden yüreğinin üstüne düşüyordu, ayrı bir ihtimam gösteriyordu yüreğine. Tek zenginliği, tek enginliği aşk adına sevgilisiydi. Elindeki en kıymetli hazinesini- yüreğini- tek zenginliği olana verecekti. Hikâyenin özü buydu. Bu yüzden yüreği elinde bekliyordu sevgilisinin sokağının başında. Gelen geçen ürkerek ve şaşarak bakıyordu adama, sol tarafında bir büyük boşluk vardı kalp şeklinde, elindeyse etten ve kandan bir kalp!
Bu ne ibretengiz ve dehşetengiz bir tabloydu.
Esrarengizdi bir o kadar!
Ah zavallı insan! Aslanlar gibi köpürür ve kabadayılanır da
gelir bir ceylan bakışlı, serçe yaratılışlıya kul köle olur? Adamın hali
böyleydi. Başka tarife, tavsife ve tasvire gerek yoktu.
Bir insan kendisi için en değerli olanı gözünü kırpmadan başka
birine verebiliyorsa bunun için tebrik etmek gerekirdi. Ve biri için her şeyinden
vazgeçen gerçekten de âşıktı. Adam canından vazgeçmişti, ötesi yoktu onun için!
Bir fakirin en kıymetli hazinesi ekmeğidir.
Bir çocuğun oyuncağıdır.
Bir aşığın da yüreğidir.
Adam her türlü övgüyü hak ediyordu. Yüreği elindeydi, onu bekliyordu.
Kime vereceğini biliyordu yüreğini… Onu bekliyordu; bir numarasını, tek taşını,
gözyaşını… Yüreği onun için atıyordu. O yüreğiydi mecazen.
Tam ortasındaydı ikametgâhı sevgilinin, yüreğinde. Direkt
girerdi sevgili, anahtarı yoktu onun, zili de, izni de, dıştan kolu da yoktu
kalp ikametgâhının.
Seyreyle de mesut ol ey okuyucu! Muhayyileni mutlu aşk hikâyeleriyle
doldur. Ey saki, aşk doldur sende kadehe, gözlerden yaş doldur. Yürek ona
aitti, tapusu ondaydı; adam vazgeçmişti canından, önce canandı ondan! Ve ona en
güzel hediye olarak yüreğini verecekti. Elindeydi yüreği, onu bekliyordu. Gelmiyordu
kahrolası…
Ah sevda! Ah kalbe kara saplı bir bıçak gibi saplanan kara
sevda! Ah başa yıldızlar üşüştüren aşk ve o yıldızları saymakla geceleri
bitireceğini sanan biçare âşık!
Adam sabrın en net resmiydi.
Ah sevgili! Gurup vakti oldu ama gelmedin, yürek açıktaydı,
çıplaktı, üşüyordu. Ah sevgili! Gelmek bu kadar zor ve bu kadar uzak değildi. Ah
biçare, sefil ve duçar olan adamcağız! Beklemek alın yazındır artık!
Yüreğin kanamaya başladı. Tampon olarak sevgilinin bir bakışı
lazımdı sana. Bir sarılışı… Bir busesi… Lakin ortalık siyahtan libasını
giymişti. Sesler kesilmişti, âlem uykuya
dalmıştı. Bir kişi ayaktaydı, yüreği elinde bekliyordu. Kavli vardı kızın. Sabrı
vardı adamın. Kız gelmiyordu adam gitmiyordu. Karanlık oluyordu sonra aydınlık,
sonra bir daha karanlık oluyordu. Kız gelmiyordu.
Alıcı kuşlar üşüşmüştü adamın yüreğinin başına. Parça parça
ediyorlardı ucu keskin ve sivri gagalarıyla yüreğini adamın alıcı kuşlar! Can
çekişiyordu adam, inadına yaşama tutunmaya çalışıyordu. Lime limeydi oysa
kalbi, delik deşik… Ayrılıktandı, hasrettendi, vuslattandı. Göz gözdü eti, tuz
tuzdu yarası. “Ölen ettir kemiktir” diyordu, gerisi ayrıntıydı. Uğruna ölebilecek
birisi vardı, gayrısı hikâyeydi. Bu ölmeye değerdi onun için! Gelmedi kadın
asla, adam yüreği elinde bekledi daima
Derler ki hala o sevgilinin kapısının önünde elinde kalp taşıyan
bir adamın taşlaşmış hali vardır. Yüzünde hafif bir tebessüm, dudağında acı bir
büküm saklıdır.
Görenlerin yalancısıyım.