Yine hazırlandı ve ikindi vakti evinden çıktı. Bu kez daha dikkat çekici kıyafetler giymişti. Onun için bu kaçıncı hazırlanışıydı ama imam efendi yine yanından geçip gitmiş, kendisini fark etmemişti. Her yanından geçenin dönüp bir kez daha baktığı Nurgül’ü bu genç imam neden hiç görmüyordu? Her seferinde yanından öylece geçip gidiyordu.
 
Henüz yirmi bir yaşında genç bir kızdı. Güzelliğine diyecek yoktu. Uzun boylu, beyaz tenli, ela gözlüydü. Saçlarının uzunluğu da kendisine başka bir muhteşemlik katıyordu. Güzelliğinin de ailesinin zenginliğinin de farkındaydı. Bu iki şeyi de isteklerini elde etmek için kullanmakta üstüne yoktu.
 
Nurgül’ün uzun zamandır ilgisini çeken genç delikanlı, mahalle camilerinde imam idi. Ne yazık ki kendisiyle ilgilenen bu kızı hiç fark etmemişti. Oysa Nurgül onun imam olduğunu öğreneli beri her ezan vakti caminin önünden geçiyor, imam efendinin kendisini görmesini istiyordu. Görürse muhakkak ki kendisine âşık olacaktı. Biliyordu.
 
Nurgül’ün canına tak etmişti artık. Başka bir çare bulmalıydı. Yanından geçerken çantasını düşürüp alması bile imamın kendisine bakmasını sağlamamıştı. Babasının parasıyla bu işi de halledebilirdi nihayet.
 
Düşündü. Ne yaparsa imam kendisiyle konuşurdu ki? Acaba cami için bağış mı yapsaydı ya da en pahalılarından bir halı mı hediye etseydi? Evet, olabilirdi ama bu da kendisini fark etmesini sağlamayabilirdi. Ona özel bir şey almalıydı. Bir tek ona ait olabilecek bir şey...
 
Bütün gece aralıksız düşündü, durdu. Bu yakışıklı imamın ilgisini ne gibi bir hediye ile çekebilirdi ki? Ertesi gün çarşıya çıkıp dolaşarak ne alacağına karar vereceğine dair kendisini ikna edip uykuya daldı.
 
Sabah kahvaltısında babasından yüklü miktarda para istedi. Babası ne yapacağını dahi sormadan bir deste para koydu masanın üzerine. Öylesine teşekkür etti gülümseyerek…
 
Bütün dükkânlarda alınabilecek hediye vardı. Gömlek, ayakkabı, namazlık... Klasik, herkesin düşünüp alabileceği bir hediye olsun istemiyordu. Sarrafın önünden geçerken vitrinde gördüğü şey onu olduğu yere çiviledi. Altın bir tespih... Hiç düşünmeden içeri girdi. Tespihe bakmak istediğini söyledi. Sarraf kibarca kızı bir süzdükten sonra vitrindeki tespihi çıkarıp gösterdi. Nurgül, tespihi özenle inceledi. Çok güzeldi. Mutlaka almalıydı.
 
Bir imama alınabilecek en güzel hediye bu olurdu elbette. Fiyatını sordu. Cebinden çıkardığı bir deste paranın yarısını verdikten sonra güzel bir hediye paketi yapmasını istedi. Sarraf gözleri parlamış bir halde sevinerek paketi hazırlarken, Nurgül de kendisine ısmarlanan çayı içiyor, hediyesini bir an önce vermek için sabırsızlanıyordu.
 
Paketi çantasına koydu. Kendisi için de birkaç kıyafet baktı, beğendiklerini denemeden satın alıp çıktı. Bir an önce eve gitmek, yeniden hazırlanmak, süslenmek ve imam ikindi ezanına giderken ona yetişip hediyesini vermek istiyordu. Arabasına binip hızla sürmeye başladı. Seyir sırasında ne cadde boyu süren yemyeşil ağaçları ne insanları ne de yerlerde yiyecek arayan kuşları görebildi…
 
Trafiğin yoğunluğu bile onu vereceği hediyenin mutluluğundan alıkoyamamıştı. Tek düşündüğü caminin imamıydı. Bu kez onun ilgisini çekeceğine inanıyordu. Ne de olsa bu şanslı imam, ömründe hayatında göremeyeceği kadar pahalı bir hediye almış olacaktı. Nurgül’den başka ona böyle bir hediyeyi kim verebilirdi ki?
 
Eve girer girmez, hizmetkârlarından arabasından paketleri almasını ve derhal banyoyu hazırlamasını istedi. Acele içinde hazırlıklarını bitirdiğinde ikindi ezanına daha yarım saat olduğunu gördü. Çantasından hediye paketini çıkarıp elinde bir süre tutarak kendi kendine gülümsedi. Veren el alan elden elbette üstündü ama bu öylesine bir şey değildi.
 
Tek istediği imamın ilgisini çekmekti. Sonrasını kendisi de bilmiyordu. Onunla arkadaş olmak mı istiyordu yoksa evlenmek mi? Hayır hayır, bir imam ile evlilik yapamazdı. Yaşam tarzları tamamen farklıydı. Ezan saatlerini bile onu takip ederken öğrenmişti. Ailesinden namaz kılan hiç olmamıştı, olamazdı da.
 
Hediyeyi verirken ne demesi gerektiğini düşündü. Hiçbir fikri hoşuna gitmedi, en iyisi buna orada karar vermekti. Hemen açıp bakar mıydı acaba? Belki de böyle pahalı bir hediyeyi kabul etmeyecekti. Bazı insanlar böyle şeyleri gurur meselesi yapardı ne de olsa. Belki de zannettiği gibi olmayacak her şey istediği gibi ilerleyecekti.
 
Saatine baktı. Ezana beş dakika vardı. Hemen ayağa kalkıp evinden çıktı. Şimdi onun geçeceği sokaktaydı işte. Kolundaki çantayı sımsıkı tutuyor, heyecanını yenmeye çalışıyordu. Evet, geliyordu.

Yanına doğru yürümeye başladı. Kendisine bu kadar güvenen Nurgül’ün şimdi neden bacakları titriyordu ki? Aralarında iki metre kalmıştı ki durdu, imama seslendi:

“İyi günler… Ben Nurgül...”
 
İmam da olduğu yerde durdu. Bedenini kendisine dönmüştü ama yine yüzüne bakmıyor, yere bakıyordu. Oysa güzelliğini yakından görmesini ne çok istiyordu. Bu arada Nurgül imamın yüzündeki dinlendirici parlaklığa hayran bir şekilde bakıyor, onun yüzündeki bu nura şaşırıyordu.
 
“Buyurun, bir şey mi vardı?”
 
“Evet, ben sizin için bir hediye aldım, kabul ederseniz çok sevinirim,”
 
“İyi de hanımefendi, ben sizi tanımıyorum ki...”
 
“Olsun, lütfen kabul edin.”
 
İmam, hediyeyi almak için elini uzattı. Nurgül, kabul edeceğinden emindi ama neden hemen elini uzattığını anlayamadan çantasından hediyeyi hızla çıkarıp verdi. Belki acelesi olduğundan belki de böyle açık giyimli bir kızla fazla muhatap olmak istemeyişinden bir an önce alıp gitmek istemişti.
 
Zannettiği gibi paketi hemen açıp bakmamıştı da. Teşekkür edip yoluna devam etmişti. Nurgül son olarak imamın bu davranışını ezan vaktinin gelmiş olmasına yorumladı. Sonra sukut-u hayale uğramış yüzüyle evine doğru yürüdü.
 
Şaşkındı.
 
Neden istediği gibi bir tepki alamamıştı genç adamdan? Sanki adama her gün birileri hediye veriyormuş gibi doğal ve sakin davranmıştı. Yüzünde hafif bir tebessümden başka bir şey de görememişti üstelik. Ne garip insanlar vardı şu dünyada.
 
Ertesi gün mutlaka teşekkür edecekti kendisine. Biliyordu. Adam içinde bu kadar pahalı bir hediye olduğunu hem nerden bilebilirdi ki? Hem de defalarca teşekkür edecekti. Bu ümitle Nurgül, öğle ezanına doğru yine sokağa çıktı. Kim bilir nasıl şaşırmıştı paketten altın bir tespih çıkınca. Belki teşekkürlerini bildirirken bunu bile anlatırdı.
 
Uzaktan gelen imamı görünce gururla saçlarını düzeltti. Bu adama neden bu kadar ilgi duyduğuna kendisi de bir anlam veremiyordu. Çevresinde kendisiyle ilgilenen o kadar çok erkek olmasına rağmen neden bu çekmişti ilgisini? Belki Nurgül için bu da geçici bir şeydi. Bundan önce de birkaç kez çok beğendiği kişileri birazcık tanıyınca arkadaşlığını bitirmeyi tercih etmişti. Yeni heyecan peşinde miydi yine bilmeden?
 
İmam, iyice yaklaşıyordu. Nurgül önce onun selam vermesini ister gibi yüzüne bakıyordu. Ama imam yine onu görmeden geçip gitmişti. Yüzüne bile bakmamıştı, adeta onu görmezlikten gelmişti. İnanamıyordu. Nasıl olurdu böyle bir şey. Tanımadığı bir kız ona altın bir tespih vermiş, o doğru dürüst teşekkür bile etmemiş, üstelik de hemen ertesi gün gördüğü halde selam vermeden geçip gitmişti. Ne kadar nankördü şu insanlar! Olduğu yerde şaşkınlıkla kalakaldı.
 
Önünden geçen iki başörtülü kadın, akşam camiye gideceklerini konuşuyorlardı. Nurgül, durduğu yerde onları dinledikten sonra onlarla konuşmaya karar verdi. Arkalarından hızlı adımlarla yetişerek akşam hangi camiye gideceklerini sordu:
 
“İşte şu camiye kızım, sen de mi geleceksin?”
 
“Bayanlar camiye gidebiliyor mu ?”
 
“Bugün kandil, herkes gidebilir. İmam efendi güzel Kur’an okur, hiç dinlemedin herhalde. Gel dinle bir kez istersen...”
 
Nurgül, olur anlamında başını sallayarak evine doğru ağır adımlarla yürümeye başladı. Evet, neden olmasın, diye düşündü. Gidip camide görmeliyim onu. Belki bu kez benimle konuşur. Demek ki biraz önce çok dalgındı, beni fark edemedi... Belki de boyunu aşan dertleri vardır, bilemeyiz ki diye düşünerek adımlarını bilinçsizce atarak yürümeye devam etti.
 
Akşam bu kez çok geç geldi. Yatsı ezanı Nurgül için bugüne dek hiç bu kadar önemli olmamıştı. Hizmetkârlarından aldığı başörtüsünü çantasına koyarak hızlı adımlarla camiye gitti. İlk kez bir camiye giriyordu. Kendisi gibi gelen bayanları takip ederek üst kata çıktı. Balkonun ön saflarına oturdu. İyi ki de erken gelmişti. Yoksa onu namaz kılarken ve Kur’an okurken seyredemeyecekti. Herkes huşu içinde namaz kılıyordu.
 
Kandil oluşundan olsa gerek epeyce kalabalık olan cami yarım saat içinde adım atılamayacak kadar dolmuştu. Yatsı namazlarını camide kılmayı tercih eden kadınlar bile tespihlerini çekmeye başlamışlardı. Nurgül sadece alt katta olanları izliyor, arada yanlarında oturup dua eden kadınları süzüp yeniden hayran olduğu imam efendiye bakıyordu.
 
İmam, namazını bitirdi. Selam verdi. Herkes onunla birlikte bitirmişti. Sonra dua okumaya başladı yüksek sesle. İşte bu ses Nurgül’ü yeniden büyüledi. Ne kadar güzel okuyordu. Kadınların tavsiye ettiği kadar vardı gerçekten. Dua bitince elini cübbesinin cebine attı. Tespihini çıkardı. Şimdi herkes tespih çekiyordu. İmamın elindeki tespihi görebilmek için başını biraz eğdi Nurgül. Evet, hediye ettiği tespihti bu. Demek ki kullanmaya başlamıştı. İmam efendi tespihle işi bitince tespihi sağ tarafına bıraktı. Nurgül endişelenmişti. Böyle bir tespihi nasıl olur da ortalık bir yere bırakırdı bu adam? Ya çalınsa ya kaybolsa idi?
 
Sessizce yapılan bir duanın ardından eller yüze sürüldü. Nurgül gözünü tespihten ayıramıyordu. Adeta bir şey olacağından korkar gibiydi. İmam yeniden elini tespihe uzatıp aldı, cebine koydu. Sonra Cemaate yüzünü dönüp besmele çekti. Kur’an okumaya başlamıştı. Herkes pür dikkat onu dinliyordu. İmam başını birazcık halıdan kaldırsa, yukarı kat kalabalık mı diye bile baksa Nurgül’ü kesin görürdü. Belki de bu kez onun ilgisini çekebilirdi. Ama aksine gözlerini kapatmış adeta kendinden geçmiş gibi Kur’an okuyordu.
 
Nurgül yandaki kadınlara baktı, hiç kimse konuşmuyor, bağdaş kurmuş, boyunlarını yana eğmiş, gözlerini dizlerine dikmiş bir halde dikkatle hocayı dinliyorlardı. Arkasına çevirdi başını. Bütün cemaat aynıydı. Herkesin maksadı aynıydı da bir Nurgül’ün ki farklıydı. İçinde böylesine fırtınalar koparken bu sessizliğe dayanamadı Nurgül. Yanındaki kıza eğilerek fısıltıyla konuştu:
 
“Gerçekten çok güzel okuyor değil mi?”
 
“Evet... Çok güzel okuyor...”
 
“Bütün imamlar böyle güzel okur mu?”
 
“Hemen hemen... Ama en güzel bizim imam okur, Rabbim, gözlerini almış ama yerine böyle güzel bir ses, böyle iyi bir ahlak vermiş…”
 
Nurgül yutkundu. Hiçbir şey söyleyemedi. Yıkıldığını belli etmemeye çalıştı. Başını yeniden hayranı olduğu genç imama çevirdi. Dinlemeye devam etti sadece. Evet, birdenbire her şey değişmişti. Artık O’nun dikkatini hiçbir zaman çekemeyeceğinin bilincindeydi.
 
Bundan böyle her kandilde bu camiye onu dinlemeye gelecekti ama amacı farklı olacaktı. Sessizce boynunu bükerek cemaatle birlikte onu dinlemeye koyuldu.

 
 

( Altın Tesbih başlıklı yazı F.Ç.Kabadayı tarafından 21.03.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu