Siyah bir örtüdür ruhumda yalnızlık, tabakamda aşk sarılmayı bekliyor
Her şey parçalandı gönlümde, eskimeyen sevgiler yüreğimi tetikliyor
Güneşin ardına yürüyorum asırlardır, ömrüm erteli düşlerle besleniyor
Sensizlik ağır bir vebal, yorgun gövdemin katmanına özlemin ekleniyor
Zaman aşırı düşünüşlere bölünerek her sabah seninle uyanmak hayata, umutlar çarparak yorgun yüzüme. Güneşin öte yüzüne yosun gözlerini götürmek için düşmek yeniden yollara ve ruhumun hüzünlü yapayalnızlığını atmak aşkın eskimiş heybelerine. Kim bilir çaresizliği, nereye ışınlar beni hayat ve hangi alışkanlık çözer ruhumun paslı kelepçelerini!.
Sancılarla kapanan ömür sayfalarımızdaki en yoksul notlarımızdır aldanış, kıymıkla kendine tutunan yüreğimizin serkeş masasındaki kirli kadehler gibi yeniden dolmayı bekler. Isırılmış dudağımızdaki kırık içlenişlere anlam ararız durmadan, yangınımız sönmez.
Öfkeyle tatlanan ve sürgün olup dudakta ballanan üzünçlerin kapsülleriyle dökülür gönülden yüreğe hiddetin ağusu. Dargın cümleler renk tutmaz ne yapsak, gölgesiz çardakların mihraplarıyla sokuluruz bir gün umarsız şarkıların anlamsız ve kangren çığlıklarına.
Peşimdeki sarı gölgelerin hüzün ihtilalleri kavrıyor damarlarımı, yosunlu dallarıma rüzgâr çarparak soyuyor derimi. Mavi kanatlı martıların yuvalarına şiir düşürdüm ben aşkı ararken, dalga göğsümden aştı, gövdemin meneviş kapsülünü sevdan açtı. Saçlarından bir tutam kokunu getirdi yel, sevgisizlerin kaygısız bakışlarına karıştı. Şaşırdı evren, öfkelere tutundu sitem ve o sarı gölgelere sarılarak kabuğunu çatlattı.
Tutuksuz tutkuların dağınık yataklarını okşuyor yel, nemli günlerin alabora kayıklarıyla geçerken aşk denizleri. Yudumlarla parsellenen devrilişlerin kirli günlüklerini taşıyorum boyutlar ötesine, mutluluğun kırık yansımalarını senden öteye atarken günler.
Kayıp günlüklerin perçemine gül düşürmüş bir kadın, sesimin mağrur ırmaklarına düşlerin tülbendini atarken. Yanık uçlu mektuplar biriktirmiş bir adam, nefesini dinleyerek sessizliğin. Aşkın dalgalı koylarına güneşler ekiyor insanlar, dillerinde hüzzam ezgi.
Maviye su çarpardık, ufkumuzun çırasıyla uzakları düşlerken. Sular çırpınırdı tenimizde, vakit en çok aşktı. Ne çocuk yanımız varmış, ne fazlaymışız yaşanmamışlıklara, adımız bir kimlikte çürürken. Dalgaların tahtında bir adam gülümsemesi, yanıyor denizce.
O dalgın koyunda tabiatın bakışlarıyla tarardı rüzgârın saçlarını bir kız, yorulmuş tuşlarına dokunarak anların. Dudağında sevda, ruhunda asi kararlar dansa dururdu ve o mutluluğa sarılan düşünüşlerin berrak sularından akıp giden aşkı izlerdi. Kırık dalgalarıydık denizlerin, apansız yağmurların suyla sevişmelerini özlerdik.
Derin su kuyularında bekleyen gün ışığı özleminin yakarısıdır yankı, sürtündükçe taşa sığınır, gece olunca toprağa. Dudak yangına lal olur, tutku mihraba yel. Mırıltılı bir nakaratla sokuluruz yüreğimizin fay hattına ve sığınırız umutların artığıyla kavrulan yaşamın o derin ve çelişkili yosunlu girdaplarına.
Ucuz sevinçlerin daralmış ufkundan mutluluğu kucaklamak seninle uzakta bir yerlerde. Adına anlam aradığımız birlikteliklerin buluştuğu çardaklarda dingin bir huzurla uyumak. Kokladıkça yaşama aşkı ve hazzıyla yoğrulduğumuz, renklere karışarak uzaktaki yansımalarla bütün olduğumuz bir düşün çardağında huzurla ölmeyi dilemek.
Selahattin YETGİN