Parkta otuyordum, Ak Mola Parkı'nda!
Çimler yeni sulanmış sıcak olan havanın inadına etrafı serinletmeye
çalışıyordu. Demlik çayım önümde, çocuklar cıvıl cıvıl oyun sahasındaydı. Tatlı
bir esinti vardı ama sıcaktı. Nefes almak için şehirlerin yeşilliklere ihtiyacı
vardır diye düşünüyorum. Burası da biraz da olsa beton şehrin sıkıcılığından ve
sıcaklığından kaçıp kurtulmak için ideal bir yerdi.
Biraz çekirdek istedim, çarşı içinde banklarda oturup kabukları
yere atanların inadına! Çekirdek kentin caddelerinden uzak, Ak Mola Parkı'nın
tamamına döşenmiş bir halı gibi duran çimlerine yalınayak basıyor, çayımı
içiyor çekirdeğimi çıtlatıyordum.
Yapayalnızdım. Kalp tesislerim kimsesizliğe demir atmıştı. Ne
gelen vardı, ne de giden! Yan masada oturanlar şen kahkahalarıyla parkı
neşelendiriyorlardı. Bir anne bebeğiyle ilgileniyordu. Bir baba yüksek sesle
cep telefonuyla görüşme yapıyordu. Bir çocuk delice bisiklet sürüyordu. Bir
amca çimlere boylu boyunca uzanmış şekerleme yapıyordu. Çocuklar kocaman
balonun üzerinde zıplıyorlardı. Salıncaklar salınıyordu nazlı bir fidan gibi. Kaydıraklar
gerçek hayata inat ayak kaydırmıyor sadece çocukları kaydırıyordu. Ve ben tek
başıma olan biteni gözlemliyordum. İçime dönmeye korkuyordum. Dışım günlük
güneşlikti, içim zemheriydi. Çok yalnızdım şehrin debdebesinden kaçıp
sığındığım bu ücra mekan aslında yüreğimin ta kendisiydi. Gözden ıraktım ve bu
gönülden de ırak olduğum anlamına geliyordu.
Bir adam geldi, selam verdi ve oturdu yanı başıma. Kimdi, neydi
tanımıyordum ve de bilmiyordum. Hırpaniydi, yabani...Üst başı iç içeydi, saç sakalı dağınıktı. Benim
iç dünyamdı sanki, çıkmıştı benden ve karşıma oturmuştu.
O sustu ben de sustum. Tuhaf tuhaf süzüyordum onu, umurunda bile değildi. Kıyamet kopsa dahi bakmazdı, o
denli dışa kördü bunu gördüm.
"Çay" dedim "içer
misin?" "Sade dem"
dedi. "Olur" dedim ve çayı
doldurup koydum önüne. Bardağın ince beline hoyrat eliyle dokundu, bardağı tuttu,
sarmaladı ve ağzına götürdü. Dudakları
mosmordu. Tütün tabakasını çıkardı, bana da uzattı. "Buyur" dedi "kaçak"
"İçmem." dedim. Kendisi aldı bir tane, yaktı kaçağı ve
derince çekti içine dumanı. Gözlerine renk geldi sanki.
"Çok sevdim" dedi üzgün ve duyabileceğim bir ses tonuyla. "Aklın almaz ki anlatsam, inanmazsın
bana, o denli. Bir orman tutuşur ya, yanar da sönmez, kül olur her şey. Börtü
böcek, çer çöp, ot ağaç... Öyle işte. Benim içimde alev alev büyüyen bu yangın
hiçbir şey bırakmadı. Yaktı kül etti beni. Ne kalp kaldı geriye sevecek, ne
beyin kaldı sağ salim düşünecek, ne sarılacak kol kaldı sımsıcak, ne öpecek dudak kaldı ıpıslak, ne de ona
gidecek ayak kaldı yalınayak!"
Kaçağından bir fırt daha çekti yarıladı sigarayı. Etrafı keskin
bir tütün kokusu sardı. İçim bir tuhaf oldu, içmeden sarhoş oldu derler ya!
"Şimdi sana
anlatsam anlamazsın ki! Çok yangın sevdim onu! Ateş sardı her yanımı. Yansın
anasını satayım, dedim. Kimim var ki ondan gayri! Her iki cihan cehennemim oldu
benim. Hem bu dünyada yandım, hem öte dünyada yanacağım. Ne göz kaldı bakacak
başkasına, ne kulak kaldı başka sese kabartmak için, ne de mide kaldı başka
aşkı kaldıracak!"
Bir tükürük attı yere. Bir küfür çekti yüksekçe! Kaybedecek hiçbir
şeyi kalmamıştı belliydi. Kim ne der, nasıl bakar takmıyordu bile! Son fırtı da
çektikten sonra sigarayı attı yere ayaklarıyla bir yılanın başın ezer gibi ezdi
izmariti. Çayın son demini de aldı.
"Çok sevdim biliyor
musun?" dedi, gözü yaşlı, bağrı
kanlı, sözü acılı bir şekilde. "Gideceğini
hayal bile etmezdim. Hayaldi gerçek oldu işte! Yemek yesem ne, su içsem
ne?Gezip dolaşsam ne? Başkasıyla konuşsam, gülsem ne? Yaşasam ne, ölsem ne? Hiçbir şeyin manası kalmadı ki artık? Kimsenin
muhabbetini de istemiyorum. Boş bir binayım dışım süslü, içim harap! Gören
şeklime bakıp sanır bahtiyar, içime bakan oturup benden fazla bana ağlar!"
Aşkın hüzün haliydi, resimli! Aşk bu denli cüsseli birini yerle bir ediyorsa ve
getirip meze ediyorsa herkese korkmak gerekti aşktan. Kalktı ayağa ve hiçbir şey
demeden gitti ağır aksak. Aşkın enkazıydı adam, dibinde kalmıştı her şeyiyle.Umudu,
sevabı, sıhhati, sevinciyle! Giden, adamın yüreğine değin her şeyi söküp
almıştı, aklını bile! Siz her şeyinizi verebilecek kadar seviyor musunuz?
Artık ne çocuk sesi vardı kulağımda, ne kadın sesi, ne kuş ses, ne
de rüzgar! Ne yeşillik vardı, ne de serinlik! Ne güzellik vardı ne de esenlik! Boş
ve manasız bir çift göz vardı gidenin arkasında bakan. Aklımda ne acım vardı ne
tacım! Yaşamak buysa üstü kalsın diyen şair gibiydim.
Parkta oturuyordum, Ak Mola
Parkı'nda! İki elim yanağımda gözlerim sabit bir noktaya kilitlenmiş bakıyordum
hüznün ardından. Şükrediyordum halime, beterin de beteri var diye! Aşıklığımdan
da utanıyordum, seviyorum diye
yazıyordum bir de! Her şeyini kaybedecek denli seven kaç kişi vardı ki bugün
alemde?
Aşk kaybetmektir her zaman. Bunu göze alabilmektir, buna rağmen
sevebilmektir. Aşk gidebilmektir bir daha asla dönüp de bakmamak üzere. Aşk
kalabilmektir yerinde mıh gibi!