Üniversite
sınavlarının açıklanma vakti gelmişti. Sınava giren öğrenciler sonuçların
açıklanmasını beklerken kalpleri yerinden fırlayacak gibiydi. O öğrenciler
arasında Rickard ve Oliver’da vardı. Sonuçları dört göz ile bekliyorlardı.
Elena Pierce sınavı geçeceğinden adı gibi emindi. Çünkü soruları çok rahat
çözmüş, doğru olduğunu da bilerek hareket etmişti. Sınav sonuçları
açıklandığında Richard ve Oliver sevinç gösterisi yapmaya başladılar. Çünkü
barajı rahat bir şekilde geçmişlerdi. Üniversiteye girmeye bir adım daha
kalmıştı. Oda malumunuz tercihler... Klaus Salvatore arkadaşlarına aynı okulda
okuma teklifi etti. Okuduğu okul bölüm olarak çok geniş çaplı bir okuldu.
Üstelik puanı da oldukça idealdi. Richard, Elena, Eliza rahatça girebilirdi
fakat Oliver o okula girme konusunda risk altındaydı. Puanı iyi olsa da o okula
rahatça girecek kadar iyi değildi. Her ihtimale karşı tercihlerinde birinci
sıraya yazdı.
Tercih sonuçları bir kaç gün sonra açıklanmaya başladığında Richard, Elena ve
Eliza rahat bir şekilde Klaus Salvatore’nin okuduğu okulu kazandı. Oliver ise
kıl payı da olsa kazanmıştı. Yani buradaki dostlar hep beraber New Orleans’a
doğru yolculuğa çıkacaklardı. Hem üniversiteyi kazanmanın mutluluğunu hem de
aynı dostlar ile beraber aynı fakültede okumanın mutluluğunu yaşıyorlardı.
Fakat Richard Gilbert bu mutluluğun içinde birazcıkta olsa acı yaşıyordu. Çünkü
üniversite masrafları oldukça ağırdı ve annesi bu masrafları karşılayacak
durumda değildi. Oğlunun okuması için her ne kadar fedakarlık yapsa da, ciddi
mücadeleler verse de bu durum annesini aşıyordu. Bunun için Richard kendi
bulacağı imkanlar dahilinde cebini para ile doldurmalıydı. Oda öyle yapacaktı
zaten. Kısa yoldan para bulmanın yolunu düşünmeye başlamıştı bile. Fakat meşru
bir tarzda bulmayacaktı. İllegal yöntemlere baş vuracaktı ve bunu yaparken
arkadaşlarının bile haberi olmayacaktı.
Richard Gilbert sokaklarda gezerken zengin evleri gözleri arıyordu. Bir eve
odaklandımı artık o ev hakkında plan ve program yapacaktı. Uzun aramalar neticesinde
gözüne bir evi kestirmişti. Artık o eve musallat olacak, o evin ocağına incir
ağacı dikecekti. Planını, programını bir kağıda yazdı ve gece 3 gibi harekete
geçme kararı aldı. Her şey annesinin mutluluğu için üniversiteye girme çabası
için yapıyordu. Fakat annesi bu durumu bilse belki de kahrından ölecekti. Fakat
Richard Gilbert bu sırrı kimseye açmıyordu. Hatta en yakın dostları olan
Oliver, Klaus ve Elena’ya bile...
Hırsızlık yapacağı vakit geldi ve bir çanta dolusu malzeme ile gözüne
kestirdiği eve doğru yola koyuldu. Evin önüne geldiği vakit sağa, sola, civar
mahalledeki evlere iyice baktı ve kimsenin olmadığı konusunda tatmin olduktan
sonra kafasına kar maskesini geçirdi. Siyah eldivenlerini de ellerine taktı ve
harekete başladı. Richard evin en tepesindeki pencereye zar zor tırmandı. Bir
yandan korkuyor fakat bir yandan da ‘’başka çaren yok’’ diyerek kendisini
yapmaya mecburmuş hissi vererek motive ediyordu. Pencereye kadar tırmanmıştı
fakat pencere kapalı idi. Çantasındaki cam kesen aleti çıkardı ve dikdörtgen
vaziyetinde camı kesmeye başladı. Kestiği camı bir kenara koyduktan sonra
gizlice eve girdi. Richard için zor oldu fakat başarmıştı. Parmak uçlarında
yürüyerek evin ücra köşelerine, dolaplara, sandıklara, çekmecelere falan
bakarak değerli eşyaları, ziynetleri topladı. Daha da teferruatlı araştırdıktan
sonra yüklü bir para kaldırdı. Ceplerini, doldurduktan sonra artık gitme vakti
gelmişti. Çaldığı paralar onun okul masraflarını fazlası ile karşılardı. Tam
gitme esnasında bir odada cinsel ilişkiye giren ve bundan dolayı zevk çıkaran
sesler Richard Gilbert’in kulağına ilişti. Richard kapının aralığından meraklı
gözler ile bakınmaya başladı. Karanlıktan dolayı ilişkiye giren çifti net
göremiyordu. Sokak lambasının ışığı çiftin olduğu tarafa yansıdığında hafif
hafif kişiler belirginleşiyordu. Daha çok belirgin vaziyetini aldığında bir de
ne görsün? Richard’ın annesi...!
Richard şuan şoktaydı... Annesinin acaba bir aşığı mı vardı? Bundan haberi
neden yoktu? Birinden hoşlanmışsa neden oğlundan saklıyordu ki? Kafasında soru
yağmuru birikmişti Richard’ın... Gözünün önünde annesi ile tanımadığı bir adam
ilişkiye giriyordu. Çok acayip bir ruh haline büründü. Richard bu duruma anlam
veremediği için orayı sessizce terk etti...
Eve doğru giderken çeşmeden boşalırcasına gözlerinden yaşlar akıyordu. Bu durum
onun vücuduna çok ağır gelmişti. Eve gitti ve evin ışıklarını kapayarak zifiri
karanlıkta öylece bekledi. Düşünüyordu, fakat ne düşündüğünü oda bilmiyordu.
Beyninden vurulmuşa dönmüştü adeta... Hayalinden çıkmıyordu annesinin o
edepsizce görüntüsü. Gözünün önünden gitmiyordu bir türlü...
Aradan saatler sonra Richard’ın annesi evine geldi. Zifiri karanlık kaplayan
evinin ışıklarını yaktı. Işıklarını yaktıktan sonra karşısında oğlu Richard’ı
gördü ve şaşırdı. ‘’Sen uyumadın mı Richard’’ dedi. Richard öfkeli gözler ile
annesine bakıyordu ve ‘’neredeydin?’’ diye soru yöneltti. Annesi şaşkın bir
şekilde dili lal olmuşçasına sadece bakıyordu. Richard soruyu tekrar sert bir
şekilde yönelttiğinde annesi çaresizce oğlunun karşısına oturmuş ağlamaklı bir
ses tonuyla ‘’her şey senin içindi sadece Richard. Okul masraflarını çıkarmak
içindi.’’ Deyince, Richard şaşkın ifadelerle ‘’yoksa bu ilk birlikte olduğun
kişi değil miydi?’’ dedi. Richard annesinin sadece bir tane görüştüğü erkek
olduğunu düşünüyordu. Annesinin hiç bir zaman fahişe olacağı ihtimali
vermemişti. Richard’ın annesi Rebekkah pot kırdığını anladı ve orada o esnada
ölmek istiyordu. Richard o an öfke ile odasına gitti ve bavullarını hazırlamaya
başladı. Annesi arkasından sakinleşmesi için bir kaç cümle söylese de ne
yapabilirdi ki? Gözünde değeri düşmüş bir annenin sözleri ne kadar tesir
edebilir? Richard bütün eşyalarını topladı. Evde bir iğnesini bile bırakmadı.
Kapıya doğru elinde bavullar ile yöneldi ve o esnada annesi kolundan tutarak
hüngür hüngür ağladı. ‘’Bu saatte ve bu sağnak yağmurlu hava da gitme bari.
Gündüz git Richard başına bir iş gelir’’ dedi. Richard’da aynı şekilde
ağlayarak bağırdı ‘’başıma şuan bu felaketten daha büyük bir felaket gelemez. O
kirli ellerin ile kolumu tutma’’ dedi. Arkasına bile bakmadan yoluna ilerleyen
Richard, sağnak yağmurda ve sırılsıklam olmuş bir vaziyette ilerliyordu. Sanki
kainat Richard’ın durumuna ağlıyor gibi sağnak bir yağış vardı havada. Richard
bu saatte ve bu şekilde aradaşlarının evine gidemezdi. Bu sırrı sadece kendisi
bilmeliydi. Çünkü utanç kaynağı olan bir durumdu. Bu durumu kimse bilmemesi
için arkadaşları ile arasındaki muhabbetlerde bir şey olmamış gibi
davranacaktı. Richard kuytu köşe gibi bir yer buldu ve geceyi orada geçirdi.
Sabahın ilk ışıklarında ise her zaman ders çalıştığı kütüphaneye gitti ve orada
ne yapması gerektiğine dair düşünce okyanusuna daldı.
Oliver Forbes ise en yakın dostunun bu olaylardan haberi yoktu bile. O şuan
sadece oynayacağı final maçında has kadroya yerleşmenin derdindeydi. İsaac
Compton’a has kadroyu kaptıramazdı. Aralarındaki soğuk savaş halen devam
ediyordu. Teknik direktör Finn Stackhouse ise bu durumun farkındaydı. Bu yüzden
bu ikilinin aralarını yapmak için mücadele veriyor, çeşitli fikirler aklına
getiriyordu. Bu fikirlerden biri de şu idi; Bütün takımdaki insanlara seslenip
‘’forvet oyuncusundaki has ve yedek oyuncularını Oliver belirleyecek’’ diye
ilanat yapmıştı. Bunu yaptıktan sonra Oliver’ı bir kenara çekip ‘’İsaac
Compton’u oyuna al. Böylece aranızdaki husumet artık bitecek ve düşmanlık
yerine dostluk duyguları pekişecektir’’ dedi. Oliver teknik direktörü olan Finn
Stackhouse’nin bu teklifini kabul etmedi. Teknik direktör Oliver’a kızarak
‘’eğer dediklerimi yapmazsan bir daha has kadroda kendini görmezsin’’ diye
tehdid etti. Oliver ise manalı bir şekilde gülümseyerek ‘’hiç önemli değil. Bir
çok takım beni almak için can atıyor. Oynatmazsan takım kaybeder ben değil.
Sonuçta takımın en iyi ilk beş kişiler arasındayım’’ diyerek ortamı terk etti.
Teknik direktör Finn Stackhouse’nin canı sıkılmıştı. Çünkü ağzından bir kere
laf çıkmıştı artık. Forvet kadrosunu Oliver belirleyecekti. Oliver’da verilen
bu yetkiyi kötüye kullanacak İsaac’ı kadroya almayarak öfkesini, kıskançlığını
daha çok galeyana getirecekti.
Cara Northman’ın kocası Elijah Northman şehir dışından yuvasına geri dönmüştü.
Karısını çok özleyen Elijah, karısına sıkı sıkı sarılıyor, yanaklarına,
dudaklarına öpücük konduruyordu. Cara ise kocasının öpmesinden rahatsız oluyor,
fakat belli etmemeye çalışıyordu. Cara kocasına karşı çok ilgisiz, adeta buz
dolabı gibiydi. Çünkü aklı ve kalbi Klaus ile beraberdi. Elijah bazen Cara’nın ilgisizliğini
fark ediyor ve bu ilgisizliğine karşı bir anlam veremiyordu.
Bir gece Elijah yatağında yatarken Cara’ya arkadan yanaşarak sarıldı ve ufak
ufak öpücükler kondurmaya başladı. Cara istemediğini dile getiriyordu. Elijah
anlamsız bir şekilde ‘’neden? Ben kocan değil miyim?’’ diye soru yöneltti. Cara
ise ‘’ne alakası var? Şuan da istemiyorum.’’ Diyerek kendini savundu. Elijah bu
ilgisiz tavırlarını Cara’nın yüzüne vurarak hafif sert uyarılarda bulundu. Oysa
zavallı Elijah’ın şuan yattığı yatakta karısı, Klaus ile ilişkiye girdiğinin
farkında bile değildi.
Sabah erkenden antramana gelen Oliver Forbes şut denemeleri yapıyordu. Hemen
arkasından İsaac Compton geldi ve Oliver’a bakarak ‘’forvet kadrosunu sen
ayarlıyor muşun duyduğuma göre’’ dedi. Oliver ise kibirli bir ifade ile ‘’evet
öyle bir durum var. Teknik direktörlüğe doğru gidiyor mevkim’’ dedi. İsaac ise
sert bir üslup ile ‘’övünmeyi kes! Final maçına beni oynatacaksın’’ diye
çıkıştı. Oliver ise gülümseyerek İsaac’ı alaya aldı ve ‘’sen çok mafya filmleri
izliyorsun adamım’’ diye dalga geçmeye başladı. İsaac’ın öfkesini harlayan
Oliver’ın dünya umurunda değildi.
Final maçında da oynayacağı için o gün bütün gayretini tamamen futbol oynamak
ile meşgul oldu. Akşam yediden sonra soyunma odasına gitti güzelce bir duş
aldı, temiz kıyafetlerini giydi ve evine doğru yola koyuldu. Evine giderken
yaklaşık 20 dakika sonra Oliver’ın önünü İsaac kesti ve Oliver’ı maçta
kendisini seçme konusunda uyardı. Uyarıları dikkate almadığı takdir de dövmek
ile tehdid etti. Oliver, İsaac’ın tehdidine karşı öfkelenmiş ve sırtındaki
çantayı yere fırlatarak İsaac’ın üstüne doğru yürümeye başlamıştı. Oliver ve
İsaac birbirleri ile dövüşmeye başladı. Birbirlerine sert darbeler vurarak alt
etmeye çalışıyorlardı. Oliver bu kapışma esnasında İsaac’ın yakasını tuttu ve
geriye doğru sert bir şekilde iktirdi. İktirme sonucu İsaac kafasını büyük bir
taşa vurarak yere kapaklandı ve hareketsiz bir şekilde öylece kaldı. Bu durumu
fark eden Oliver endişelendi ve içini büyük bir korku kapladı. Yavaş yavaş
İsaac’a doğru yaklaştı ve ayağı ile hafifce İsaac’a dokundurdu. Daha sonra
yavaşça İsaac’a doğru eğildi ve yüzünü kendisine doğru çevirdi. Nabzını kontrol
ettiğinde korktuğu şey başına gelmişti. İsaac ölmüştü...! Oliver’ın başına o an
dünyalar yıkıldı. Yanlışlıkla da olsa birini öldürdüğü için katildi... Oliver
yerde diz çöktü ve korkulu gözler ile etrafa bakmaya başladı. O an resmen aptal
olmuştu, bir şey düşünemiyordu. Kendisini toparladıktan sonra İsaac’ın cesedini
oradan kaldırarak kuytu bir kenara koydu. Acilen bu cesetten kurtulmalıydı
yoksa bu genç yaşta hapishaneyi boylayacaktı. Üstelik öğrencilik hayatı ve
kariyer hayatının başlangıcındaydı. Oliver cesedi kuytu bir yere koyduktan
sonra hemen evine giderek babasının arabasını gizlice aldı. Babasının arabasını
alır almaz hemen o cesedi koyduğu yere doğru geri gitti. Arabadan indi ve sağı
- solu kontrol ederek cesedi çaktırmadan
arabanın bagajına attı. Arabanın bagajına attıktan sonra yüksekçe bir dağa
doğru yolculuk başladı. Dağa ulaştığı vakit, dağın herhangi bir yerinde
konaklamaya başladı. Cesedi bagajdan çıkardı ve bir ağacın altına koydu. Daha
sonra bir çekiç ile yeri kazmaya, kürek ile de toprakları kenara atmaya
başladı. Bu uzun işlemden sonra İsaac’ın cesedini çukura attı ve kazdığı kumlar
ile çukuru cesedin üstüne atarak kapatmaya başladı. Bu işlemleri yaptıktan
sonra arabasına binerek o ortamı terk etti ve evinin yolunu tuttu.
Bu yaşadığı olaylar Oliver Forbes’in pskolojisini etkilemişti. Belki cinayeti
ört pas etti ve suçunu açığa çıkarmayarak mahkemelerden yargılanmaktan
kurtuldu. Fakat vicdan mahkemesinde ki suçunu nasıl örtecekti? Vicdan
mahkemesinden nasıl kaçacaktı? Kaçamazdı... Arabayı evine doğru sürüp İsaac’ı
gömüp kaçıyordu fakat arabayı kullanırken bir yandan hüngür hüngür ağlıyordu.
İlk defa böyle bir olay başına geliyordu. Gerçi kabahat sadece Oliver’da değil
aynı şekilde İsaac’da da kabahat vardı. Bu konuya çok güzel bir şekilde parmak
basan Fransız yazar La Rochefoucauld, meseleyi şu şekilde özetliyor; ‘’Kabahat tek taraflı olsaydı kavgalar uzun
sürmezdi.’’
Evet bu kavga o kadar çok uzun sürmüştü ki artık ölüm ile sonuçlanmıştı. Teknik
direktör Finn Stackhouse barışmaları için bu kadroyu seçme olayını yapmıştı
fakat tam tersine yaptığı bu proje ölümle sonuçlanmasına sebep vermişti. Çünkü
İsaac’ın Oliver’ın yolunu kesmesindeki tek sebep final maçında kendisini has
kadro olarak seçmesi idi.
Oliver Forbes babasının arabasını park etti ve evin kapısını aralayarak gizlice
içeri girdi. Fakat gizlice içeri girmesinde dahi babasına yakalandı ve arabayı
neden gizlice aldığını sordu. Oliver Forbes birden panik yaptı ve mümkün
mertebe bozuntuya vermemeye çalıştı. Kekeleme ve gergin bir ses tonuyla
‘’birazcık gezdim arkadaşlarla babacığım’’ dedi. Babası Aiden Forbes oğlunun
renginin attığını görünce anormal tepki vermesini anlayamadı. Merakla neden bu
kadar kötü tepki verdiğini sorduysa da Oliver babasının sorusunu yanıtsız
bıraktı. Aiden ısrarla cevap almak isteyince Oliver gizlice arabanın anahtarını
alıp kaçtığı için bu tepkiyi verdiğini söyledi. Böylelikle bu yalan ile
babasını kandırmayı başarmış ve pot kırmadan babasını atlatabilmişti. Babasını
atlatabilmişti fakat ya vicdanını nasıl atlatacaktı?...