Bugün, 113. doğum yıl dönümü Nazım'ın!
15 Ocak 1902, Selanik...
Hep ölüm yıl dönümlerini yazmak icap
etmez değil mi insanımızın? Gerçi yoktur şairin ölüm yılı varsa eseri.... Fikri
alakadar etmeyebilir sizleri, katılmayabilirsiniz yaptıklarına ama mutlaka
yüreğinize isabet etmiş dizeleri vardır. Ve unutmayın Türkçe yazmıştır.
Sağcının
solcuyu solcunun sağcıyı; Kürt'ün Türk'ü, Türk'ün Kürt'ü; Alevi'nin Sünni'yi,
Sünni'nin Alevi'yi kabul etmediği, benimsemediği ve anlamadığı bir ülkede herkesi
sevgiyle ve saygıyla kalben selamlıyorum. "Aynı daldaydık / Aynı daldaydık / Aynı daldan düştük ayrıldık / Aramızda yüzyıllık zaman / Yol yüzyıllık." Yüz
yılı aştı doğalı koca şair! Sahi şairler yazarlar sanatkârlar ölür mü? Doğumları tamam ölümleri tamam değil;
milletin ortak hafızasında en değerli hazine gibi saklı kalacaklardır. Aynı
dalda duran yürekler ayrılmamalı, kırılmamalı kopmamalı birbirinden.
"şu
kâinat denen nesnenin içinde,
en
çok sevdiğim yürek,
üzerine
en çok titrediğim insan kalbi,
senin
göğsünün içine takılı olandır" daha ne denir sevgiliye, bundan ötesi var mı? Bunu
duvarının baş köşesine asmayacak, kapak fotoğrafına iliştirmeyecek sevdiğine fısıldamayacak
az insan vardır.
"Akdeniz'e bir kısrak başı gibi
uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, dişler
kenetli
ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen
toprak
Bu cehennem, bu cennet
bizim!
Kapansın el kapıları bir daha
açılmasın
yok edin insanın insana
kulluğunu
Bu davet bizim!
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve
hür Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim!" İnsanın
insana kulluğunu isteyen var mı? Tek ve hür olmaktan imtina eden var mı?
Birlikte kardeşçesine yaşamayı arzu etmeyen var mı? 'Bu memleket bizim' demeyen
var mı?
Nazım, Bursa Cezaevi'nde hapistir. Koğuş arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren Nazım, aynı zamanda cezaevi yönetimine de yardım etmektedir. Cezaevinin denetimine Adalet Bakanlığından bir müfettiş gelir. Birkaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre: "Nazım'da buradaymış, çağır da görelim, nasıl birisidir?" der. Nazım'ı odaya getiriler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım'ı tepeden tırnağa süzer ve -Demek Nazım sizsiniz, der. Nazım'a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası "Gidebilirsiniz!" der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe: "Ömer Hayyam adını duydunuz mu?" diye sorar. Müfettiş hemen atılır: "Kim duymaz Hayyam'ı?" Nazım, "Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?" diye sorar. Müfettiş şaşırır. Nazım, devam eder: "Görüyorsunuz Hayyam'ı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin adalet bakanını ve sizi kimse anımsamayacak!" der çıkar. Müfettiş yaptığı yanlışı anlar. Nazım'ı geri çağırır ama Nazım koğuşun yolunu tutmuştur.
Sahi siz hatırladınız mı dönemin
adalet bakanını ya da o müfettişi?
"hiçbir korkuya
benzemez
halkını satanın
korkusu" demişti ya Nazım,
işte aklıma takıldı ona vatan haini yaftasını takanların hangi psikolojide
olduğu! 'Kuvayı Milliye Destanı, Memleketim' kafi delildir bu ülkeyi ve
insanını sevdiğine dair. Bir gün Moskova'da bir panele katılmak
için uçakla havalanır. Arkadaşlarıyla sohbet ederken bir aksilik nedeniyle
uçağın rotasının değiştiğini ve Türkiye üzerinden geçileceği anonsu işitilir.
Uçak Türkiye üzerinden geçmektedir o an. Nazım bir an dalar. Dostları hüzünlü
hüzünlü ona bakar. Nazım'ın dudaklarından şu sözler dökülür hasretle: "Keşke
uçak şu an düşse...." diye.
Siz canınızı verircesine sevebilir
misiniz ülkenizi? Görebilmek için insanını bir kez, içebilmek için suyunu,
yiyebilmek için yemişlerini ve çiçeklerini koklayabilmek, çocuklarını
sevebilmek için! Mümkünü var mı size?
"sen
esirliğim ve hürriyetimsin,
çıplak
bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
sen
memleketimsin." Güzel memleketim, ne de düşman yapmışız
birbirimizi; fırkalara ayırıp, ırklara ve mezheplere bölüp... Takım tutar gibi
insan tutmuşuz, sen siyahsın sen beyazsın diye fikrinden dolayı insanları
ayırmışız, mimlemiş bizim gibi düşünmeyeni, horlamışız, dışlamışız ve yazık
etmişiz ülkemize.
"sorma bana ne kadar seviyorsun diye
tavanı kadar sokağın
dibi kadar
cehennemin" ne kadar güzel
geliyor insana yazdıkları, ne kadar da yüreğinde var olanı tamamen dökebiliyor
kağıda! Sahi siz sokağın tavanı kadar sevdiniz mi birisini, ya da cehennemin
dibi kadar! Daha ne denir sevme üstüne, şair bizlere söz bırakmamış diyecek.
"Ya
hayrandır sana ya düşman
Ya
hiç yokmuş gibi unutulursun
Ya
da bir dakika bile çıkmazsın akıldan" Daha ne diyecekti, ne yazacaktı ve nasıl haykıracaktı
bizlere! Herkes sesleniyor onun dizeleriyle birbirine, yazışıyor, konuşuyor. Şairler
ölmez ve her okunduğunda şiirleri yeniden doğarlar diyorum. Onlar surette birler
ama halkın kalbinde milyondurlar.
"Şehrime gel sevgili.
Yarın çık gel.
Bırak her şeyi, bir bekleyenim
var de gel.
Gel ki bu şehir adımlarınla
anlamlansın.
Gel ki bu şehir nefretim
olmaktan çıksın.
Gel ki nefes alayım.
Gel." İyi
ki doğmuş ve yaşamış diyebileceğimiz şairlerimiz varsa o zaman biraz daha rahat
olmamız ve yarına umutla bakmamız gerek
diye düşünüyorum. Doğum günü kutlu olsun Usta!