‘’Gözüm görmesin
seni.’’
‘’İnan ki hiçbir
kabahatim yok benim. Sadece yardım etmek istedim ve eşlik ettim evine gidene
kadar.’’
‘’Bundan sonra
yapacakların daha sınırlı. Anladın mı? Okula bile yalnız gitmene izin
vermiyorum. İşe giderken ben götüreceğim seni okula. Akşam çıkışa da annen
gelecek.’’
‘’Anlatmama izin ver
lütfen.’’
‘’Ne anlatacaksın.
Gözümle gördüm yabancı bir evden çıktığını.’’
‘’Hasta ve yaşlı bir
adam sadece. Ne çıkar ki ona yardım etmemden. Yolun ortasında onu yığılmış bir
halde görünce evine gidene kadar eşlik ettim sadece. Elindeki torbaları
taşıdım. Her şey oraya buraya saçılmıştı.’’
‘’Ne malum kötü bir
insan olmadığı ve sana kötülük yapmayacağı? Ya başına bir iş gelseydi.
Gerekirse okuldan alırım seni küçük hanım, anlıyor musun beni. Hem okuyacağın
kadar okudun da. Kır dizini ve otur evinde. Annen bütün gün helak oluyor iş güç
yapmaktan. Sen hele bir çık sözümden. Dövmediğime şükret. Bak koca kız oldun
daha bir işin ucundan bile tutmuyorsun. İki gün sonra evlensen kim görecek evin
işin gücünü? Doğru odana gidiyorsun. Bu hafta okula gitmek de yok. Daha geçen
hafta yaptıklarını unutmadım.’’
‘’Bunları hak etmiyorum
ben, anlıyor musun baba? Sadece arkadaşlarla caddeyi turlamıştık. Hem hem…’’
‘’Haddini aştın sen.
İzin aldın da mı gittin. Kes sesini. Dua et sen annene yoksa elimde kalmıştın.
Kaybol.’’
Gözleri dolu dolu,
boğazında hıçkırıklarla zor attı kendisini odasına. Kendini bildi bileli
böyleydi babası Müzeyyen’in. Ayağına taş dokunsa ondan bilirdi babası. Yaş
aldıkça daha aksi ve çekilmez bir adam olmuştu. Babasının tutumu öylesine
çekilmezdi ki. Anlam veremiyordu bir türlü. Ne izahatı vardı bu olanların ne de
bildiği bir nedeni.
Aslında kafasında bir o
kadar da soru işareti vardı her ne kadar kendisi ile ilintilemese de. Sonuçta
olanların hiçbir sorumlusu yoktu kendine göre. Olanları kim önceden tahmin
edebilirdi ki… Üstelik ablası başkaydı. Müzeyyen de bir o kadar farklı bir
kişilik. Ablası kendi istememişti okumayı oysa Müzeyyen okulunu bitirecek ve
öğretmen olacaktı. Çok uzaklara gidip ülkenin en ücra köşelerinde çalışıp
okumayan kız çocuklarının yolunu açıp bir kardelen gibi açacaktı karların
içerisinde. Tabii ki babası izin verirse. Babası izin verirse… İşte bütün mesele
de babasının onun üzerinde kurduğu hâkimiyetti. Bir tek babası da değildi oysa
hâkimiyet kuran. Kim varsa etrafında okuldaki arkadaşlarından tüm akrabalarına
kadar herkesin hükmü sadece Müzeyyen’e geçiyordu. Allah’tan öğretmenleri nasıl
da titrerdi Müzeyyen’in üstüne. Onun ne kadar akıllı ve azimli olduğunu
görüyorlardı. Bu da kızın içindeki okuma aşkını daha da perçinliyordu.
Bir hışımla kapadı
odasının kapısını. Okul çantası boynu bükük bir köşede kitapları diğer köşede
iken baka kaldı etrafına Müzeyyen. Attı kendini yatağının üzerine boylu
boyunca. Ağlamamak için tüm gücüyle ısırdı dudaklarını. Ağlamaması gerektiğini
öyle iyi biliyordu ki. Ağlamamalı ve göstermeliydi ne kadar güçlü bir kız
olduğunu.
Ne kadar güçlü olduğunu
düşünse de o kadar zayıf ve naifti ki. Ve kırılgan ve çok mutsuz. Çok yalnız.
Oysa okuldaki
arkadaşları nasıl farklı ve neşeliydi. Kimseye benzemezdi Müzeyyen. Ne diğer
kızlar gibi oğlan çocukları ile dalga geçer ne de ispiyonlardı arkadaşlarını.
Ama diğer kızlar öyle miydi… Ne zaman bir sırrını verse kulaktan kulağa
yayılırdı. Ve söz döner dolaşır ulaşırdı derken kabak başına patlardı.
Elinin tersiyle sildi
yaşlarını. Çok derin bir iç geçirdi. Ön odadan babasının bağrışmaları
geliyordu. Belli ki adam şimdi de annesiyle tartışıyordu.
Ablası gittiğinden
sonra her şey rayından çıkmıştı. Evet, gitmişti ablası iki sene evvel çok
uzaklara gitmişti. Babasının baskısından bunalmış ve kaçmıştı evden. Haftalarca
haber alamamışlardı genç kızdan ta ki polis cesedini bulana kadar.
Bir çöp konteynırının
içerisinde bulmuşlardı ölümünden günler sonra. Bu da yetmezmiş gibi genç kıza
hunharca tecavüz edilmişti. Olaydan sonra babası hiçbir tepki göstermemişti.
Değil konuşmak bir damla yaş bile gelmemişti gözünden. Oysa ne çok severdi ilk
göz ağrısını. Ya da Müzeyyen öyle sanmıştı. Yoksa hiç böyle olur muydu…
Ablasına ait ne varsa resimleri de dâhil olmak üzere her şeyi bir çırpıda çöpe
attı adam. Cenazesine bile gitmemişti üstelik. Günlerce başı önünde avare avare
dolaşmıştı evin içerisinde. Hissettiği belli ki üzüntü değil sadece nefret ve
kindi. Kızın ani gidişi ve tüm bu olanlar onun için bir utanç vesilesiydi.
Aylarca evden dışarı adımını dahi atmadı adam. Kimselerin yüzüne bakamıyordu.
Ona göre kızı kurban değil koca bir suçluydu.
Müzeyyen’e her baktığında
gözlerini kaçırırdı kızdan. O meşum olaydan sonra bir kez bile okşamamıştı
kızının başını ve tek kelime dahi güzel söz çıkmazdı ağzından. Belli ki Müzeyyen
adama ölen kızını hatırlatıyordu. Oysa nasıl da yanılıyordu adam.
Onca gürültü ve onca
kavga… Yine de soyutlardı kendini bir şekilde Müzeyyen. Ya müziğin sesini
açardı sonuna kadar ya da yorganın altına girer başını yastığının altına
sokardı.
Annesi de engel
olamıyordu artık tüm bu olanlara. Hele ki kızının ölümünün ardından daha da içe
kapanır oldu kadın. Önceleri az çok karşılık verirdi kocasına ama son
zamanlarda tek kelime dahi çıkmaz oldu ağzından. Kurulu bir bebek gibi adamın
tüm talimatlarına uyuyor ve asla da çıkmıyordu sözünden. Kaç kez yakalamıştı
Müzeyyen annesini sessizce ağlarken. Ne zamanki ağlasa bu sefer daha da
öfkelenirdi adam.
‘’Ne senin ne de benim
öyle bir kızımız yok. Anladın mı? Benim başımı yere eğdi. Kimselerin yüzüne
bakamaz oldum. Ağlayacaksan benim için ağla ya da sus ve otur köşende. Layığını
buldu.’’
Ne dirlik ne düzen
kalmıştı evlerinde. Ne huzur ne metanet ne sevgi ne de hoş görü…
Bir an evvel okulunu
bitirip para kazanmalıydı Müzeyyen. Annesini de yanına alır çok uzaklara
giderler ve kendilerine yeni bir hayat kurarlardı babalarının olmadığı ve huzur
dolu.
Ama daha çok zaman
vardı önünde kızın. Tek bildiği şuydu ki; babasının huyuna suyuna gitmeli ve
bir an evvel büyümeliydi. Ablası ölmekle kalmamış geride kalanların da hayatını
cehenneme çevirmişti.
‘’Saçmalama, kızım.
Ablanı da suçlayıp durma. O bir suçlu değil sadece zavallı bir kurban.’’
Hep bunu öğütlüyordu
kendine ama işe de yaramıyordu işte. Gidecek yeri olsa o da çoktan giderdi.
Annesine kaç defa açmıştı bu konuyu:’’Hadi, anne kaçalım bu evden.’’
Kadın delirmiş gibi
davranmış ve tembihlemişti kızgın bir ses tonuyla:’’Sus. Baban ikimizi de
öldürür anlıyor musun. Sadece sus ve bekle.’’
Neyi bekleyeceklerdi
ki? Bir çıkış noktası yoktu asla. Ne de gidecek bir yerleri.
Bunları düşünürken
aniden fark etti ki içeriden gelen bağırış çağrış bitmiş yerini koyultucu bir sessizliğe
bırakmıştı. Ne bir ayak sesi vardı ne de tek bir nefes kulağına çalınan. Hiç mi
hiç hayra alamet değildi bu sessizlik. Zira babası tartışmaya başladı mı gece
yarılarına kadar bitmek bilmezdi huysuzluğu.
Usulca çıktı odasından
kız ve parmak uçlarında sessizce ilerledi. Tüm ışıklar kapalıydı salonda.
Gözü karanlığa alışınca
bir parıltı nüksetti aniden. Korka korka açtı ışıkları.
Annesini gördü üstü
başı kan içinde ve elinde bir bıçakla kana bulaşmış. Göz göze geldiler
annesiyle. Kocasının üzerine eğilmiş bir halde avaz avaz bağırmaya başladı
kadın…
‘’Ağlamamam bile izin
vermedin melun adam doğru dürüst bir kez bile ağlayamadım meleğim gittikten
sonra. Ağlayacağım artık doyasıya ağlayacağım ama sana değil meleğime. Sen
çaldın onu benden. Artık hiçbir şey çalamayacaksın benden…’’
Donuk bir ifadeyle
baktı kadın kızının yüzüne:
‘’Demiştim sana sadece
bekle diye. Bitti her şey bitti. Çok geç olsa da…’’