KAYSERİ
ERMENİLERİ
Bağıra bağıra “Geliyorum!”
diyen Ermeni bağlığının 100. yılı nedeniyle siyasi erk de tepki olarak
açıklamalar yapıyor. “Yumurta kapıya gelince saman diye gıdaklayan tavuk”
psikolojisi yaşanıyor.
Daha önce Türk Tarih
Kurumu Başkanlığı, bu dönem Kayseri milletvekilliği yapan, Prof Dr. Yusuf
Halaçoğlu, TTK başkanı iken Kayseri İl Kültür Müdürlüğü’nde Ermeni tehciri/bir
ilden başka bir ile göçe zorlanmasıyla ilgili bir konferans vermişti. Ben de (kim
oluyorsam) bu yazıyı 2000’lerin başlarında, yerel basında yazmış ve “38 Kayseri
Yazıları-(2007) kitabımda yayınlamıştım.
Bir kere Osmanlı’da bir nüfusu
bir ilden başka bir ile göndermenin adı ‘iskân’dır. İskân, fetih sonrası nüfusu
dönüştürmek ve yaramazlık yapanların ortamını değiştirmek için hep yapılmıştır.
Son dönemde “İttihad ve Terakki” yönetiminin çıkardığı kanunun da adı iskândır.
Buna rağmen işin uzmanlarının tehcir kelimesini kullanması, “kendi ayağına
sıkmak” gibi bir şeydir. Hani Türkiye’deki aydınların sınırımızdaki ülkelere “orta-doğu”
demesi gibi. Yakın doğu neresi acaba? Belli ki kavramlarımızı bile Batılılar
oluşturuyor.
Biz geneli uzmanlarına
bırakarak Kayseri’ye özgü durumdan, yerel kaynaklardan hareketle, bahsetmek
isteriz.
Kayseri ve köylerindeki
vatandaşın 1831–1860 arasındaki “Nüfus Müfredat Defteri” yani seyahat trafiğine
baktığımızda, Müslüman, Rum ve Ermenilerin büyük ölçüde iç içe yaşadıklarını
görmekteyiz. Ayrı mahalleler olduğu gibi, Rumlarla Ermenilerin, Ermenilerle
Müslümanların ortak yaşadığı mahalleler mevcuttur. Mesela meşhur Talas’ın Han
Mahallesi’nde Rumlar, Harman mahallesinde Müslümanlar, Kiçiköy’de ise hepsi
karışık oturmaktadırlar.[1]
Yani her şey yolundadır.
1. Dünya Savaşında durum
değişir. Osmanlı Devletinde “Sadık teb’a/uyumlu vatandaş” adını alan Ermeniler
dış düşmanlar ve Ermeni terör örgütlerinin gazına gelir; vatana ihanet ederler.
İttihad ve Terakki Yönetimi, doğru durmayan Ermeni’lerin yerlerinin
değiştirilmesine karar verir. İl mutasarrıfı/valisi Zekai Bey, dürüst çalışacak
bir ekip arar ve komisyon başkanlığını zamanın Belediye Başkanı Rifat
Çalıkağa’ya verir. Bünyan’ın Ekrek Köyü’nden işe başlanır ve “devlete sadakatsizlikleri
yüzünden hükûmet tarafından başka yere nakledilecekleri” haber verilir. En
yakın Sarız karakoluna teslim edilerek Haleb’e gönderileceklerdir.[2]
O tarihte Halep, Gaziantep gibi ülkenin bir vilayetidir. Yani sınır dışı
etme hadisesi değildir. Osmanlı,
çeşitli tarihlerde fetih, Türkleştirme, İslamlaştırma, savunma vb. çeşitli
amaçlarla “iskân” siyasetini herkese uygulamıştır. Mesela bugünkü
İsrail’in elinde olan stratejik Golan Tepeleri civarına -Araplara güvenmediği
için- Türkmen ve Çerkezleri yerleştirmiştir. Toroslarda göçebe yaşayan Avşar
topluluklarını yerleşik hayata zorlamış ancak onlar Dadaloğlu’nun ifadesiyle
“Ferman Padişah’ın dağlar bizimdir” demiştir. Yani Ermenilerin yer değiştirmesi
ilk değil; sondur.
1915 yılı genel sürgün
emri verilir. Savaş şartları gereği olarak, Ermenilerin Anadolu’dan
çıkartılmaları gerekmektedir. Bazı Müslümanlar komşu ve tanıdıkları olan bazı
Ermenileri korurlar. Mesela İslam adını almalarını sağlayarak göçden kurtarırlar.
1918’de geri dönme hakları
verilir. Giderken yanlarında olan kanun, dönüşte de yanlarındadır. Valinin, dürüstlüğüne
güvendiği için görev verdiği Çalıkağa, bir siyasi rakibi tarafından şikayet
edilir. Görev verilirken kanun yanında olan Çalıkağa, dava edilirken kanun
karşısındadır.
O yıllarda tren yolu Niğde/Ulukışla’ya kadar gelmektedir. Hastalanan eşini İstanbul’a götürmek için yola
çıktığında ‘her milletten askerler’in kendisini işaret etmeleri yüzünden eşine
refakat edemez; İstanbul’daki kayın biraderine telgraf çekerek problemine çözüm
getirir.[3]
Yani mütareke sonrasında bu işle ilgisi olanlara hesap sorulmuştur.
O yıllarda ‘7 düvel’
denilen devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki emelleri çok geçmeden
gerçekleşmiştir. Ermeniler İngiliz ve Amerikan gibi devletlerce, silahla
beslenen Ermeni çeteleri olarak kullanılmıştır. Onlara yataklık eden Grogeryan
Ermeniler için de İstanbul konumunda olan Haleb’e göç uygulanmıştır.
Türklerin Anadolu’ya girişi
olan 1100’lü yıllardan itibaren yüzyıllarca birlikte ve iç içe yaşayan, son
asırlarda “sadık teb’a” adını alan Ermeniler ne olmuş da ülkenin bir şehrinden
başka bir şehrine göçe zorlanmışlardır?! Değişen ve değiştirmeye kalkışan kim
olmuştur? Savaş şartları yaşanmışsa -ki öyledir- savaşın kanunları bellidir.
İhanetin bedeli ağırdır ve ödenmelidir. Ülke içindeki sürgün de nedir ki!
“Kurunun yanında yaşın da yanması” fiziki bir kanundur; sosyolojik olarak da gerçekleşme alanı bulur. Nitekim Kur’an’da: “İçimizdeki bazı beyinsizler yüzünden bizi helak eder misin, (Allah’ım)”[4] diye bu husus vurgulanır. Sosyolojik kanun gerçekleşmiştir.