Çoban çayı içip odun ateşinde kıvılcımlarla titreyen gönül tellerimiz vardı bir zamanlar. Bir zamanlar en olmadık zamanda gücenik lakırdılara tatlı dillerimiz vardı. Ve var olan bir şey vardı; insan.
Söz temsil köy kahvelerinde konuşsa da dinlesek dediğimiz abilerimiz, dayılarımız, emmilerimiz, atalarımız, dedelerimiz vardı. İyi niyetini bakışla, duruşla anlamlandıran üzerine türlü muhabbetlerle demlenen çaylarımız bozkırda cuğaralarımız vardı. Neşet Ertaş dinleyip herkesin dili döndüğünce sabah akşam sosyolojiden felsefeden kırda, köyde, ilçede, şehirde, bayırda, terasta, sokakta, caddede, yanımızda yamacımızda dert ortaklarımız vardı. Bir zamanlardı… Ve öyle zamanlardı ki güvenmek, saygı duymak, sevgi beslemek; makamdan, koltuktan, paradan daha değerliydi. Bir değeri vardı sohbetlerin, bir değeri vardı anlamanın, bir anlamı vardı arkadaşlıkların, dostlukların, aşkların, sevgilerin…
Gel zaman git zaman değişti her şey. İnsanlar değişti, ortamlar değişti, insanlık değişti, vicdanlar değişti… Yıkıldı, yendi güzellikler güve gibi… Kime sorsanız eski zamanlar der. Özellikle çevirin bir dedeyi, amcayı, nineyi eski samimiyetlerden bahseder. Benim yaşım yetmese de bende en saf sevgiyi, en doğal paylaşımı gördüm çocukluğumda da gençliğimde de.
Şimdi ki zaman desem her birimizin, her birinizin ahu vahlarından dizi dizi hikaye çıkar.
Hiç unutmam 90’lı yıllardı, çocuktum. Bayram günleri annemin köyünde toplanır kuzenler, yengeler, dayılar, emmiler, kardeşler sabah gün ışıyıncaya kadar yengelerimin, dayılarımın, ninemin, annemlerin hikayelerini dinlerdik. Köyde kuzine derler; yengelerim atardı kuzineye odunu, ısınır karlı havalarda yatırlardan, cinlerden, perilerden hikayeleri merakla dinlerdik. Kuzineye hem odun atılır hem de çaylar pişerdi demlik demlik. Hem odunlar atılırdı hem de sevgiden türküler paylaşılırdı bir yandan.
Şimdi arasan da bulamayacağın bir samimiyet ciğerlerimize dolardı. Çünkü aşkla sevgiyle paylaşılan her şey aklına kazınır bir çocuğun.
Ailem bir zeytini dişleriyle bölerek kardeşlerimle bana paylaştırdıkları zaman anlardım insan olmanın niteliğini.
Sonra büyüdüm. Çalışmam lazımdı gitmek elzemdi topraklardan. Cemiyetin içine patriotla atılmış bir füze gibi atılmıştım.
Orhan Veli’nin dediği gibi;
Büyüdüm
İşsiz kaldım aç kaldım
Girdim insanların içine
İnsanları gördüm...
Görmez olsaydım dediğim o kadar çarpıklık gördüm ki gördüklerim cilt cilt kitaplarıma konu olur. Velhasılıkelam doğduk yaşamayı da öğrenmek lazım. İyisiyle kötüsüyle. Yalnız fakat dimdik durarak bu hayatı her olumsuzluğa rağmen yaşamak lazım.
Samuel Beckett’in şu sözü her daim geçerli hayatımda ve hayatımızda; ‘’Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.’’
Sağlıcakla.
Muammer Gündüz / İçinizden Öteki
Not: Yazarın Facebook hayran sayfasından alıntıdır.