Kumsalın üzerinde oturuyorum, denizin ve haşim dalgalarının yüzü bana dönük. Muhtemelen birkaç saat öncesine kadar derin bir uykudaydım. Uyandığımda küçük bir kızı görüyorum. Kumun üzerinde rastgele bir şeyler çiziyor. Sanırım kemanın arşesiyle kuma şekiller çiziyor, sol elinde kemanı görüyorum çünkü. Üzerinde askılı, eteğinde pileleri olan beyaz renkli bir elbisesi var. Bana doğru dönüyor, küçük kız. Yüzü ışıl ışıl gülümseyerek parlıyor. Şaşkınca ona bakıyorum.
Birden kız, arşeyi kuma batırıyor ve denize doğru koşmaya başlıyor. Ayağa kalkıyorum, önce etrafıma bakınıyorum. Sonra tekrar kıza dönüyorum, denize doğru gidiyor ve birkaç adım ilerledikten sonra içine dalıyor. Peşinden koşuyorum kızın. Denizin kenarına doğru yürüdükten sonra, duraklıyorum. Emin olamıyorum, gideceğime dair. Çünkü deniz, sakin bir deniz değil. Dalgaları çok fazla esiyor ve üzerinde konulmuş kayaları hiç de tekin görünmüyor.
Bir kez daha etrafıma bakınıyorum, kulağıma keman sesleri uzanıyor. Notaları bile gergin çalınıyor. Bana oraya gitme diyor. Denize doğru ilerliyorum, bu defa. Kendimden eminim, küçük kızı bulacağım. Gittiğimde yine de korkmuyor değilim. Ancak, kendimi yürümekten alıkoyamıyorum. Küçük kızın derine daldığı yere, ben de balıklama atlıyorum.
Kulağıma bir kemanın nağmeleri fısıldanıyor, sanki bir kız ormanın üzerinde bir balerin misali dans ediyor da ben onu izliyor gibiyim. Onu görüyor gibiyim hatta. Ormanda, uçurumun kenarında ya da kumsalda...
Denizin içindeyim, nefes alma korkusu olmadan. Şaşırıyorum durumuma. Palet misali sallanan ayaklarımın altından balıklar geçiyor. Bir yandan kollarımla yüzmeye yön verirken bir yandan da bakınarak kızı arıyorum. Küçük kızı görüyorum, altımızdaki ormanın üzerinden yüzerek geçiyor. Bir tilkinin kuyruğu misali, peşinden gidiyorum.
Ağaçların yanlarından yüzerek geçiyorum, sırf kıza biraz daha yaklaşmak umuduyla. Küçük kız, nereye gidileceğinden çok emin bir şekilde yüzüyor. Kollarımla birlikte bedenimi kıza doğru yönlendirerek yüzüyorum. Benden fazlasıyla uzakta olmasına rağmen, yüzmeye devam ediyorum.
Denizin içinde bir orman olmasını tuhaf buluyorum. Daha çok mavi ile yeşilin tonları buluşmuş gibi bu denizde. Hayret ediyorum. Ama etrafında barınan bitkilerin türleri, hoşuma gidiyor. Çicekler ayrıca bir büyülü... Bir gülü elime aldığımda, taç yapraklarının dağılıp denizin üzerinde yüzüyor. Bunu gülünç buluyorum.
Küçük kızı görüyorum tekrar, tarihi döküntülerin olduğu yerde yüzüyor. Peşinden yüzüyorum tekrar. Gözüme bir kayanın üzerinde oturulmuş sandık çarpıyor. Yanına ilerliyorum sandığın. İki yanına ellerimi koyarak sandığı açıyorum. Sandığın içinden altınlar çıkıyor. Altın kolye, altın madalyon, altın para... Altına dair ne varsa... Denizin üzerinden savrulmalarını izliyorum.
Bir ayna görüyorum sonrasında, yosunların üzerinden dik bir şekilde konumlanmış. Aynaya doğru yüzerek ilerliyorum. Arkama bir kadının heykelini alıyorum. Aynaya baktığımda yansımasında o küçük kızın olduğunu görüyorum. Elimi aynaya doğru yaklaştırdığımda aynı şekilde kızın da elini aynaya götürdüğünü fark ediyorum. Ellerimizi aynada birleştirince, küçük kızın yüzerken görüntüsü düşüyor. Arkama bakıyorum, gerçekten de küçük kız iki kadın heykelinin arasında yüzüyor. Gidiyorum peşinden yüzerek.
Kulaklarımda coşkun bir keman sesi var, yüzümde tuhaf bir gülümseme. Küçük kızın yüzerek uçurumun aşağısına yüzdüğünü görüyorum. Etrafımdaki Yunan heykellerinin üzerisini yosunlar kaplamış. Küçük kızın arasından yüzdüğü heykelleri adeta kollarımla yararak geçiyorum. Uçurumun kenarından aşağıya atlıyorum.
Etrafımı sesler kaplamış, bir kemanın atraksiyonu gizli. Ses dalgaları, sol yanımdan dalgalanıyor denizin dibinde. Şaşırıyorum.
Dalgaları takip ettiğimde kayaların üzerinden bir yere iniyorum, yüzerek. Etrafıma bakınıyorum, kollarımı hareket ettirerek. Küçük kızı görüyorum, elini bana uzatıyor. Ona dönüyorum. Yüzündeki minik gülümseme, denizin yüzdürdüğü saçlarının arasından kendisini belli ediyor. Uzatıyorum elimi, minik elini tutmak adına. Büyük akis taşlı yüzüğüm ile incilerin kol gezdiği elimle, kızın elini tutuyorum.
Ellerimizi tuttuğumuz bir anda patlayan gökyüzünü görüyorum. Arasına evren karışmış, beyaz turuncu renkli bulutsular denizin üzerinde kol geziyor. Kulağımdaki keman sesleri daha bir coşkun daha bir neşeli çalıyor. Adeta önceki tedirginliğinden pişman... Yüzümdeki gülümseme, şaşkınlık duygusuyla karışıyor. Yüzüme yansıyan ışınların nedeni olan gökyüzü, beni afallatıyor. Küçük kız da baktığım gökyüzüne bakıyor.
Gökyüzüne ikimiz birden bakıyoruz, ellerimizi hala sıkıca tutuyoruz. Gökyüzünün iki yanındaki sarmal bulutsuları, bir makinenin çarkı gibi dönüyor adeta. Aralarına mavilerin tonlarında bir gökyüzünü katıyorlar. Şaşırıyorum bir kez daha, gülüyorum coşkunca. Küçük kızımız biraz haylaz, şaşkınlığıma gülüyor kerata.
Gördüklerim elimi kemanıma alıp coşkunuma heyecan katılacak derecede... Uçurumun dibinde dursam ve ötemde şimşek çaksa aldırmam. Ormanın içinde ya da kumsalda döne dolaşa arşeyi yaylarına tutturur, kemanımı çalardım.
Birden etrafım kararıyor, uyanıyorum. Yine bir kumsalın üzerindeyim, bu defa yanımda bir keman var. Küçük kızın elinde tuttuğu kemanın tıpatıp aynısı. Toparlanıyor, ayağa kalkıyorum. Keman elimde, yüzümde tuhaf bir şaşkınlık var. Etrafıma bakınıyorum, kumsalın üzerinde. Arşeyi görüyorum ilk önce. Kuma dik bir şekilde batırılmış. Ardından şekilleri görüyorum, kumların üzerinde. Deniz yıldızı, sarmal, bir yıldız, bir yıldız daha bu defa kaymış bir şekilde, dna sarmalı, bir kayan yıldız daha, kocaman bir güneş, bir yıldız daha kayma ışınları daha uzun çizilmiş ve bir gökyüzü...
Gördüklerim beni gülümsetiyor, küçük bir kızın haylaz oyunları deyip geçiyorum.