Nice betimlemenin
ortasında yığılı bir harf öbeği, aslında tüm karmaşıklığı ile arz-ı endam eden,
eşsiz bir izlek suretlerden yansıyan tüm o edimin mutlak bir yansıması kadar
bariz ve edilgen bir fezleke biraz ayrık biraz durağan keyfe keder ellerimle yığdığım
öbek öbek.
Ne silik ne devasa.
Ne tek yanlış ne de
doğası tüm o varsayımın.
Belki de hülasa devrimi
insan ırkının.
Sevi dili eşleşirken
küfürbaz yoldan çıkmış onca dürtü.
Pespaye sefil
sıradanlığı egonun geçit vermezken bir kez dahi.
Nice kırılgan name
tınısıyla yürek burkarken eşleşti evren yeniden, için için solup ağlarken adsız
yarınlar çoktan düşmüş yola, ne ilk ne de son bir kez çıkmış baştan aşk: Eğreti
hatta izafi bir belirteç dirayeti ile asaletin zirvesinde.
Günün tüm varsayımı
yirmi dört saatten de öte yanıltırken insanı.
Ketum sessizliğiyle
kara ve asil gece yanıp söner gölgesinde yıldızların.
Ve kavuşmazdan önce gün
geceye…
İlk ve son buse kondurduğum
yüzüne belli belirsiz bir neşe peyda olmuş da saf ve yalın çığlığı o kız
çocuğunun hiç büyümemişçesine. Tutumu sıra dışı edilgen bir mahcubiyet belli
belirsiz acıtırken canımı, candan öte fısıldarken adını duymayacağını bile
bile.
Gece kadar kırılgan ve
yalın,
Su gibi duru
Ağızda kalan kekremsi
tadın
Çağrıştırdığı son
yanılgı.
Ve o son, belirsiz tını
hepten kayıp hepten sönük var olmamış bir düşün son habercisi.
Gece kadar soluk.
Hicap edilesi varlığımın
son kırıntısı.
Dünden uzanan
En acıtan yanı
Son devinimi o
belirsizliğin
Bile bile yatarken
ölüme.
Sessiz sakin belki
durağan belki dalgalı ama her halükarda düşlerimin takibinde…
Yeni yetme de olsa kimi
düş peşi sıra saf tutarken en önde.
Ürkünç ve çekincelerle
dolu zaman zaman satırların izinden sonra peşinden koştuğum o tedirginlik.
Yoz ve kof olsaydı
yaşam büyük ihtimalle örümcek ağları ile dolu olurdu zihin ve yürek ve vicdan.
Hangi söylence yeter
anlatmaya hangi kelime çeker teslim bayrağını ölmezden önce dikmişken yolun tam
da ortasına.
Hangi edim hangi izlek
tanımlar var oluşun gerçek yüzünü devinirken kıyasıya ve örselenirken ve
korkarken.
Sığıntı bir sakinlik
belki de en acısı yadigâr atalardan.
Kâinatın kalbi eş
güdümlü varlıkla tepinirken topuklarında.
Nereye gidersem gideyim
taşıdığım o yük insanlığın kıyısından seyrine dalmışken evreni.
Suç teşkil eden aslında
duyumsamak ve sırlı bir gecede sırları salmak gökyüzüne eşit miktarda kaç
yıldız varsa. Biri sönük biri fazlasıyla parlak kimi de kayıp adımı
yerleştirirken yörüngeye.
Çapkın bakışlarıyla ay
sırıtmakta ayan beyan belli ki karanlığı delmek istiyor mizacıyla. Nasıl da
tanıdık ve nasıl da tutarsız. Gece mi aya yakışmıyor ay mı fazlaca dikkat
çeken. Oysa nasıl da masumane yoldaş olmuşken sırlı geceye.
Nefsimi yenmenin
verdiği zafer duygusu bile yetmez iken kalem yine devinmekte ve kocaman bir
daireye vesile olmakta merkezinde geçit yaparken duygu alayı. Alayları nasıl da
sırnaşık efkârlı kelimelerin hepsi topa tutmakta beni. Sığamadın kalıbına da
hala yetmedi mi bizi köle ettiğin…
Oysa söz vermişlerdi
bana:
‘’Buraya kadar mı
dostluğumuz yoksa boşuna mı dost belledim sizi?’’
Aramızdaki bağ o kadar
da eskiye dayanmıyor. Belli ki gizil kimliklerini yeni yeni beyan ediyorlar.
‘’Suç ortağımsınız. En
az benim kadar siz de mesulsünüz olan bitenden.’’
Çelişkinin tam da odak
notası ve tüm o tutarsızlığımın. Etim budum neydi de kalkıştım ve nasıl
inanabildim bu kadar güçlü olduğuma. Peyder pey çalarken ömürden ve zamandan
kısaca tüketirken ve tükenirken.
Peyda olmuş nice sanrı
zihinlerde ne çok muska.
Oysaki karamsarlığa
mahal vermemeliyim. Dersimi almış olmalıydım yine de öykünmek ki… Kim bilir.
Aslında tek öykündüğüm sakil bir hayatın sayısız teferruatında boğulmamak
adına/ydı.
Yetim bir çocuğun boynu
kadar eğik şu kırık dal ve son yaprak düşmemek adına avaz avaz bağırırken.
Düştü düşecek.
Yoksa tüm gördüğüm bir
düş müydü?
Uyanmak istemiyorum
oysa.
Ne de uyandırılmak.
Başıbozuk bir düzenin
neresinden tutarsam tutayım can çekişen duygular belki de tek günahım.
Günahkâr kılınan kırık
bir kalem.
Günahlara bedel sayısız
boş sayfa sayısız hatırat ile tıka basa dolu.