Bilmeden söyledim 'Neden gittin?'diye. Bilmeden kızdım 'Ortadan aniden kaybolmasına!' Bilseydim sorar mıydım acaba, kızar
mıydım ona, asla!
......................
- Son bir
kez de olsa gel! dedim o nazlı yâre.
Gözleri hare hare... Onsuz şimdi her yerim yare yare...Yüreğim pare pare... O
kadar içten gel dedim ki gözlerim dolu doluydu, sesim titriyordu, aklım
ayrılığı kabul etmiyordu. Lakin o anlamıyordu. Uzun arayışların neticesinde
bulmuştum onu bırakır mıydım bir daha?
- Son bir
kez de olsa gelemem. dedi. O kadar umarsız
o kadar alakasız ve o kadar soğuk bir şekilde söyledi ki bunu bir anda Sibirya
soğukları sardı ruhumu. Üşüdüm, tir tir titredim. sinirlenmeden onu anlamaya
çalıştım.
-Sebep ne?
dedim. Sen gelince ne kadar da mutlu
oluyorum gülüyorum ve eğleniyorum. Bazı bazı şımarıyorum da! Küçük bir çocuk
oluyorum; hep gözlerinin içine bakıyorum, güzel bir sözünü bekliyorum, başımı
okşamanı...Gidişin zaten manasızdı, hiçbir anlam yükleyemiyordum. Kalsan ne
olurdu? Bir insan severken niye gitsin
ki? Niye hem kendini hem sevdiğini hüzünle sarmaş dolaş bir halde bıraksın ki!
O da bunun farkında zaten ve verdiği cevap da bunu gösteriyordu:
- Gelsem
gidecek kadar gücüm yok daha! dedi. 'Hem gelecek kadar takatim de kalmadı.' Bütün
baharları sakladığını bilmiyordu heybesinde. Bütün çiçekleri saçlarına taç
yaptığını... Kokuları nefesinde gizlediğini... Güneşe ısı ve ışık verdiğini...
Dünyaya enerji yaydığını... Frekanslarımızın ne kadar da uyuştuğunu, hayata
nasıl da aynı gözle baktığımızı...
- Gel! dedim sana,
git demedim ki! Kal dedim sana, dur... Hem ben gitlerin adamıyım bunu ters yüz
ederek bende kalıp bir ilki yaşatsana. Gökyüzündeki yıldızları gerdanlık diye
boynuna asayım istersen. Kuşları en tatlı cıvıldayışlarıyla kapına dizeyim.
Olmazı dile, olur yapayım. İmkansızı iste, deneyeyim sana. Sayıyordum ona durup düşünmeden,
dinlemeden onu. Makineli tüfek gibi kelimeleri ardı sıra saydırıyordum.
- Bu kadar
gittikten sonra kalmamın hiçbir anlamı da yok. Gelsem neye yarar? Kalp
kırılmıştır, akıl küsmüştür, gönül hapsolmuştur yokluğuma. Beni kalp tokluğuna
sevecek denli de hazır değilsindir eskisi gibi. Gide gide bir ayrılıklar oldu
bende. Tükettim güzel olanı, iyi olanı yitirdim. Kusuruma bakma ama sana
dönecek ve seni bin kez daha üzecek kadar düşmedim ben. Sana vermiş olduğum
acıdan, çektirmiş olduğum hasretten ve yaratmış olduğum geçici rahatsızlıktan
dolayı özür borcum var. Bunu düzeltmeden
dönemem.Ve iyileşmeden! Bunları söylerken
sesi titriyordu, büyük bir hüzün dalgasıyla mücadele ediyordu, bunu onu gören
herkes anlardı.
- Ne
yazdığını biliyor musun, ne söylediğini... Sen gel de gerisini bana bırak.
Düşünme gitleri...Terkleri aklına getirme. Ben o kadar varlığına susamışım ki
gitmene dair hiçbir mazereti duymak istiyorum, hiçbir sebebi öğrenmek istemiyorum.
-
Bilmiyorsun, dedi gözleri yaşlı bir
şekilde. 'Bilmiyorsun işte!'
- Neyi
bilmiyorum Allah aşkına? diye çıkıştım, benim onu bilmemem bana hakarettir diye
düşünüyordum.
- Seni
nasıl da sevdiğimi... Bir de... Nasıl da mecbur kaldığımı gitmeye... Kendinden geçti, gözleri ağlamaklıydı. Sözleri bulutluydu.
Özü toz dumandı.
- Bu
yüzden mi gidiyorsun hep benden, azalıyorsun tek tek, eksiliyorsun birer
birer... Bu yüzden mi kopuyorsun tespih taşları gibi ben ipinden! Hem neden
mecbursun ki! Daha derinden ağladı. Bir
kar eriyiği gibi dağdan kopup çağladı.
-Kalıp da
hayatını zehredemezdim! Hücre hücre öldüğümü görmeni istemiyorum. Tel tel
döküldüğünü saçlarımın, renk renk solduğumu... Elden ayaktan düştüğümü...
-Yoksa! diye kestim sözünü şaşkınla.
-
..... O da sustu benimle. Sonra derin bir sessizlik sardı şehri ve de
kuşlar acı bir çığlık attı,döndü durdu
başımızda.
-Nen var?
Hem sen bana panzehirsin zehir değil, hücre hücre ölüyorsan hücre hücre
doğabilirisin de! Solmak varsa canlanmak da vardır, saçlar dökülüyorsa daha gür
ve canlı çıkması içindir. Geç bunları, nen var dedim? Vereceği cevabı bilerek soruyordum. Biraz çekinerek, biraz
içime atarak, en çok da korkarak!
- Kanserim
ben, biliyorsun artık. Bütün hücrelerim ölsün de tek sana değmesin hüznüm. Bu
beni kanserden daha çok öldürür. Sana rüzgar değdi mi bile üşürüm, yağmur değdi
mi ıslanırım. Bu yüzden gittim habersiz. Bir daha beni bulamaz sanmıştım.
Göremez zannetmiştim. Meğer dünya küçükmüş.
Donup kaldım. Kanser ette kemikte değil beyinde kalpte
esasen. Fikirler ve hisler kanserli oldu mu cana giren kanser daha çabuk yol
alır ve canı daha kolay teslim alır. Oysa akıl ve kalp sağlamsa bütün kanserler
toplanıp gelse nafile! Boyunun ölçüsünü alır.
-Gitmeyecektinnnnnn!
diye haykırdım gayriihtiyari. Alem seyrimize geldi. 'En darda kaldığın, en çok
üzüldüğün, en fazla acı çektiğin
ve bana aşırı şekilde ihtiyacın olduğu bir anda gittin. Bu beni öldürmezse
başka hiçbir şey öldürmez.
Senden gelen başkasına gider mi, senden giden başkasına gelir mi? Bu değil mi
hikayemiz? Ezelden ebede sürecek olan devriyemiz hakkımızda, bu değil mi?
Gözlerimin ta içine bak ve sakın kırpma, kaçırma gözlerini. Öleceksen birlikte
öleceğiz, yaşayacaksan birlikte yaşayacağız. Bir ikinci seçenek yok! Ki en
kötüsünü yaptık gittik birbirimizden. Buna müsaade
etmiyorum daha. Gidişine el koyuyorum. Deliller bunu gösteriyor, tahliller...
Acil olarak sana ben lazım.' Sarılıp
ağladık koca iki yürek sarmaş dolaş uluorta. Yanağına kocaman bir öpücük
kondurdum ve 'Bu sana iyi gelecek'
dedim. Güldü.
- Ömrüme
el koy senindir daha! Senin için yaşamaya çalışacağım, sensiz günlerin acısı
kemoterapiden daha acı vericiydi. sözlerine devam edecekken parmağımı dudağına götürdüm sus lütfen diyerek. Çok acı çektik
bundan sonra bir gramına dahi dayanamam.