Yağmur yağıyordu. Islanma pahasına da olsa sokağa çıkmalıydı. Keşke geçenlerde fiyatını makul gördüğüm otomobili borçlanıp alsaydım diye geçirdi içinden.Aldığım bursla öderdim ne de olsa. Mecburiyetlerden hiç hoşlanmıyordu. Üzerini sıkıca giyindikten sonra şemsiyesini aldı ve sokağa çıktı.

Yağışlı günler her zaman olağanın dışında gelir insana. Güneşli günler ise her zaman sakin gelir. Bunun nedenini düşünüyordu. Belki de diyordu içinden güneşli günler anormaldir ve yağışlı günler alışıldıktır. Kaldırımlarda yer yer su birikintileri vardı. Ayakkabısı yazlık olduğundan su almasından korkuyordu. Islaklık duygusu en sevmediği duygulardandı. Bunun temel nedeninin lise yıllarındaki Antalya tatilinin olduğunu biliyordu. Ergenlik çağının hayatında bıraktığı iz olarak bakıyordu bu olaya. Sınıfça gittikleri tatilde denize girmişler ve denizden çıkıp giyinirken çorapları ve ayakkabıları ıslanmıştı Mehmet’in. Gruptan ayrılamadığı için tüm gün ıslak ayakkabılarla gezmiş ve ziyadesiyle rahatsız olmuştu.

Cadde ve sokaklar tenhaydı. Kendisi gibi mecburiyetten sokağa çıktıklarını düşündüğü kişiler hızlı adımlarla yürüyorlardı. Araç trafiği ise oldukça yoğundu. Kar yağışını yağmur yağışına her zaman tercih ederdi. Islanmak oldukça rahatsız ediciydi. Yağmur damlalarının sesini dinliyor ve kilo fazlası olduğundan güçlükle nefes alıyordu. Biraz daha ilerledikten sonra cep telefonu çaldı. Üzerindeki uzun palto ile güreştikten sonra cep telefonunu çıkardı. Arayan Seda’ydı.

- Efendim Seda
- Nerde kaldın Mehmet?
- Az kaldı sokağa girmek üzereyim.
- Söylediklerimi aldın mı?
- Ya unutmuşum iyi ki söyledin.
- Ben biliyorum çünkü.
- Tamam tamam stres yapma. Dışarıda nasıl yağmur yağıyor biliyor musun?
- Bir taksi tutsaydın.
- Sanki yağmurda taksi bulmak kolay bir iş. Üstelik kısa mesafeye götürürler mi sanıyorsun bu hava da?
- Şemsiyeni alsaydın bari.
- Aldım aldım merak etme.
- Tamam bekliyoruz.
- Görüşürüz.

Mehmet yine sanki uzun paltosuyla güreş tutar gibi hareketlerde cep telefonunu cebine koydu. Şemsiye tutan eli ve burnu üşümüştü. Sağına soluna bakındı ve ilerideki markete girdi.

- Merhaba,
- Merhaba buyurun.
- Doğum günü pastasının üzerine konulan küçük mumlardan bulunur mu acaba?
- Evet var.
- Alabilir miyim lütfen.
- Kutu ile satıyoruz. Kutunun içinde on beş tane var.
- Ne kadar kutusu?
- Bir lira.
- İki kutu ondan alayım.
- Başka bir isteğiniz var mı?
- Süs var mı acaba?
- Biz de süs bulunmaz, ama şu karşıdaki kırtasiyede bulabilirsiniz.
- Teşekkür ederim, buyurun
- Bereket versin. İyi günler.

Marketten mumları aldıktan sonra sokağın karşısındaki kırtasiyeye girdi. Hem market hem de kırtasiye sıcacıktı.

- Merhaba
- Merhaba hoş geldiniz, buyurun
- Efendim ben doğum günü için süs alacaktım.
- Hazır süs mü yoksa renkli kağıtlar filan mı?
- Hazır süs olsun.
- Hangilerinden vereyim.
- Siz ayarlayın işte.
- Üzerine isimler yazılan süslerden de vereyim mi?
- Olur.
- Doğum günü olan kişinin ismi?
- Sema.
- Sema… Elimde hazır bir tane olacaktı. İşte, nasıl?
- Gayet güzel.
- Doğum günün kutlu olsun Sema, Nice yıllara.
- Evet evet gayet hoş.
- Hemen paket yapayım.
- Peki.
- Pastaya ihtiyacınız varsa bitişiğimizde ki pastacı çok güzel pasta yapar.
- Teşekkür ederim yok.
- Buyurun
- Borcumuz.
- Bir saniye… on beş lira.
- Buyurun.
- Bereket versin.
- İyi günler.
- İyi günler.

Süslerde alındıktan sonra Mehmet sokağın karşısına geçip yürümeye devam etti. Yağmur tüm şiddetiyle devam ediyordu. Keşke güneşli bir günde doğmuş olsaydı Sema diye geçiriyordu içinden Mehmet. Ama arkadaşı için bu eziyete katlanması gerektiğini biliyordu. Böyle samimi arkadaşlıklarında kolay bulunmadığının farkındaydı. Üniversitenin son senesinde daha da samimileşmişti arkadaşlıklar. İlk seneler kimse birbirini tanımadığından ve insanlar birbirlerine temkinli yaklaştığından bu kadar samimi olunamıyordu elbette.

Mehmet büyük beş katlı apartmanın kapı ziline bastı ve aradan fazla süre geçmeden kapı otomatı açıldı. Sedaların evi üçüncü kattaydı. İlk katta ev sahibi Nurettin Amca, ikinci katta memur emeklisi Mustafa amca ve üçüncüde Seda. Seda kapıdaydı.

- Nerede kaldın Mehmet?
- Dışarıda nasıl yağmur yapıyor biliyor musun?
- Islanmışsın.
- Evet ıslandım.
- Ver şemsiyeni bana. Sen gir içeri, içeride Mete, Nurten ve Ayşe de var.
- Ne? Ayşe’yi de mi çağırdınız?
- Çağırmak zorunda kaldık hiç sorma.
- Ya şimdi ortada ne neşe kalır ne doğum günü partisi.
- Ne yapalım mecbur kaldık, bozuntuya verme ayıp olur.
- Nefret ediyorum mecburiyetlerden ya.
- Yapacak bir şey yok. Sen süsleri götür süslemeye bir an önce başlayalım.
- Ya sizin ev sahibi nasıl izin verdi?
- Bin dereden su getirdik.
- Merhaba arkadaşlar.
- Nerde kaldın ya?
- Geldim geldim.
- Şu poşette süsler var.
- Tamam hemen başlayalım süslemeye.

Mehmet ve Mete odayı süslemeye başladılar. Bayanlarsa mutfakta doğum günü pastasını hazırlıyorlardı. Ayşe’nin kendini bilmez laflarının dışında her şey çok güzel gidiyordu. Mehmet ve Mete odayı süslemeyi bitirdiklerinde Seda, Nurten ve Ayşe’nin doğum günü pastası hazırlıkları da bitmişti. Artık yalnızca Sema’nın gelmesi bekleniyordu. Odanın ışıkları söndürüldü ve salonun alacakaranlığında Sema beklenmeye başlandı. Mete her zamanki gibi muzip şakalar peşindeydi. Nurten ağırbaşlı yapısı ile okul bittikten sonra neler yapılabileceğini anlattı. Kamu personeli seçme sınavına hazırlanıyordu. Seda nişanlısı ile evleneceğinden bahsetti. Ayşe ise her zaman ki gibi herkesin bahsettiği konular üzerinde olumsuz yorumlar yaptı. Bekleme oldukça uzun sürmüştü. Sema’nın çoktan evde olması gerekiyordu. Mehmet bu bekleyişe fazla dayanamadı.

- Seda arasana Sema’yı bakalım neredeymiş.
- Ya şimdi arasam tüm sürpriz bozulur. Eve geç geleceğim dedim.
- Evde olduğunu söylemezsin olur biter.
- Tamam tamam arıyorum. Ama ses çıkarmayın.

Seda’nın cep telefonu karanlığı bir gece lambası gibi aydınlattı. Kulağına götürdüğü telefonu uzun süre bekledi Seda.

- Cevap vermiyor. Hala derste mi acaba?
- Şimdiye ders mi kalır?
- Doğru söylüyorsun. Dur bir daha deneyeyim.
- Çalıyor mu?
- Çalıyor çalıyor da cevap vermiyor. Ne oldu acaba?
- Bir daha ara bakalım.
- Arıyorum.
- Çalıyor mu ?
- Çalıyor çalıyor.
- Alo
- Alo.
- Kiminle görüşüyorum.
- Ben polis memuru Rıfat.
- Polis memuru mu? Ben Sema Uzun’u aramıştım.
- Siz neyi oluyorsunuz?
- Ben arkadaşıyım.
- İsminiz nedir?
- Ben Seda Kırmızı.
- Seda hanım arkadışınız Sema bir trafik kazası geçirdi.
- Ne!!!! Trafik kazası mı geçirdi?
- Evet, Lütfen metin olun.
- Bir şey oldu mu? Lütfen söyleyin, bir şey oldu mu?
- Arkadaşınız Sema olay yerinde hayatını kaybetti.
- Ne!!!

Seda elindeki telefonu yere düşürdü ve bayıldı. Odadaki arkadaşları şaşkınlık ve dehşet içinde donup kalmıştı. Yalnızca Mehmet sessizce ve yavaşça ayağa kalkıp odanın ışıklarını yaktı. Sonra dizlerinin bağı çözüldü ve yere yığıldı. Hiç kimse ne yapacağını bilmiyordu. Ölümün soğuk nefesi tüm odayı sarmıştı.

Ana Haber Bülteni;

- Bugün Ankara’da yoğun yağış sebebiyle bir yolcu minibüsü kaza yaptı. Yolcu minibüsü kaygan yol zemini sebebiyle ince bariyerlere çarptı sonra karşı yönden gelen kamyon ile çarpıştı. Çarpışmada 3 kişi öldü, yedi kişi yaralandı.
( Doğum Günü başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 13.11.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu