yarısının koptuğunu sanmıştım. Artık hiçbir şey düşünemedim. Ardı ardına yumruk ve tekmeler kafama göğsüme her yanıma gelmeye başladı. Bir müddet sonra darbeleri hissetmiyor, bağırtıları duymuyordum. Bana bir şeyler soruyorlardı ama nafile, gözlerim çoktan kararmaya başlamıştı.

    Camdan dışarısı görülmediğine göre hava kararmıştı. Kımıldamak istediğimde bağlı olduğumu hatırladım. Gözlerimin sadece birini açabildim, diğerini açmak istediysem de başaramadım, şişmiş ve kapanmıştı herhalde. Her yanım sızılar içinde, başım davul gibi ötüyor. Arkadan bağlı ellerimin acıları kımıldadıkça daha da artıyordu. Allah’ım ne belalara kaldım ben? Gençtim, kimseye bir kötülüğüm olmamıştı, kimseyle bir alış verişimde yoktu, ne günah işledim de başıma bunlar geliyordu? Çok susamış, ağzım kurumuş, içim yanıyordu. Berbat bir durumda olduğumu görüyor, üstümün başımın kan içinde olduğunu hissediyordum.

Ölüm bu çektiklerimden daha iyi olur, içine düştüğüm durumdan kurtulurdum. Yaşadığım bu çirkin olayların nedenlerini biraz olsun tahmin ediyor, ustama kızıp duruyorum ama şu an bunların bana hiçbir faydası yoktu.

    Odada ışık çok az olmasına rağmen dikkat ettim kimse yok, buradan kaçabilme düşüncesi aklımdan geçince ipleri yokladım, çok sıkı bağlamışlar. Biraz çabaladım ama nafile, kaderime razı olmuş bir şekilde isyan dolu duygular ve acılar içinde sızlanıyordum. Dakikaların, saatlerin ne kadar uzun olduğunu yaşadığım bu anlarda çok daha iyi anladım. Hâlbuki ırmak kıyılarında oynadığım günlerde zaman ne çabuk geçer, akşamın olmasını hiç istemezdim. Şimdi ise saniyeler sanki saat kadar uzun geliyordu bana. Dışarıdan sesler gelince kapıya baktım, sabah gördüğüm patron olacak adam ve biri içeri girdi.

---Kendine gelmiş, Patron…

---Bakalım neler diyecek piç.

Yanıma yaklaşarak,

---Hayatından memnunsun herhalde, konuşsaydın hırpalanmazdın. Şimdi ne düşünüyorsun?

Ağzımı zorla biraz aralayıp:

---Allah belanızı versin,

Diyebilmiştim. Çeneme yediğim sıkı bir tekme ile sandalyeyle beraber geriye düştüğüm zaman, duyduğum şiddetli acıdan bağıramadım bile. Beni tekrar oturacak şekle getirdiler. Patron olacak adam biraz gezindi, dolaştı, karşıma geçip bana bakarken yanındakine:

---Sabaha kadar konuşmazsa işini bitirip, bir kenara atın.

Dedi ve yanındaki ile birlikte dışarı çıkıp gitti. Son söylediklerini hayal meyal duymuştum. Öldürülmek, belki daha iyi olur, nasılsa ne arayanım, ne sevenim, nede beni düşünen vardı.

    Aklıma Düzce’deki kadın gelince kendi kendime hayret ettim, bu durumda dahi aklımı karıştırmayı başarmıştı. Demek ki beni son derece etkilemiş ki, bu zor durumda dahi onu düşünmekten kendimi alamamıştım. Nasıl bir duyguyla karşı karşıya olduğumu bilecek yaşta ve durumda değildim. Zaman yavaşta olsa geçince, uykuya daldım, tabii uyku denilirse… Kımıldadığım an canımın yanmasıyla uyanıyor, tekrar dalıyorum. Gecenin kaçıydı bilmiyorum, birden bir elin bana dokunduğunu hissederek ayılır gibi oldum. Loş ışığın altında birinin yanı başımda durduğunu görebildim, eğilip kulağıma:

---Sakın sesini çıkarma, seni kurtarmaya geldik.

Duyduğum bu ses beni biraz olsun kendime getirince gözlerimi aralayıp gelene bakmaya çalıştım. Gerçi bir gözüm kapanmıştı, ama diğer gözümle dikkatlice baktım, daha önce görmediğim biriydi. Tekrar bana dönerek:

---Merak etme ben polisim, arkadaşlar diğerlerini yakalamaya gittiler, şimdi seni buradan çıkaracağız ama biraz beklememiz lazım.

Bunu söylerken arkamdan da ellerimi çözüyordu. İş ciddiydi galiba, gerçekten kurtulacak mıydım? Allah’ım bu kâbus bitecek miydi? Konuşmak istediğim an ağzımı kapatarak:

---Sus şimdi değil,

Dedi.

    Ellerim ve ayaklarım çözülünce ellerimi hareket ettirirken, ayaklarımı da ileriye uzatmış, rahatlatmaya çalışıyordum. Birden dışarıdan birkaç el silah sesi geldiğinde korku ve endişeyle yanımdakine baktım:

---Korkma kalabalığız, hepsini yakalayacağız.

Sessizce beklemeye başladık, kısa bir süre sonra kapı açıldı, kapıyı açan bize seslendi:

---Tamam, gelin artık hepsi yakalandı.

Yanımdaki polis bana destek vererek ayağa kalkmama yardım etmek istedi fakat kalkamadım, ayaklarım tutulmuştu.

---Olmuyor, kalkamıyorum,

Dedim. Dışarıdan seslenen adam durumu görünce o da yanımıza geldi. Her ikisi birer yanımdan tutarak beni dışarıya çıkardılar. Yavaş yavaş bahçeye doğru ilerlerken içime dolan temiz ve serin havanın etkisi ve kurtulmanın da sevinciyle kendimden geçtiğimi bile anlamadan yere uzanmışım.

---Amirim kendine gelmeye başladı, Doktoru çağıralım.

Sesi duyduğumda rüya görüyordum. Arabayı almış geriye doğru gidiyorum ve mutlaka Düzce’ye uğramalı, bir şekilde kafamdaki problemleri çözmeliydim. Tanımlayamadığım duyguların içinde kalmış, tatlı bir rehavetle gülümsüyorum. Bir el beni yavaşça silkeledi:

---Hikmet, Hikmet,

O tarafa doğru başımı çevirirken sanki tanıdık bir yüz bana bakıyordu.

---Nerdeyim ben?

---Hastanede.

---Hastane mi?

Derken başımı nasıl ağrıdığını anlatamam. Yüzümü buruştururken aynı ses:

---Ağrıların çok mu evlat?

Hayret, nereden tanıdığımı tam olarak anlayamadığım bu yüz bana ne güzel seslenmişti. İçimi tatlı bir huzur kaplarken bana evlat diye seslenilmeyeli uzun yıllar geçmişti.

---Biraz,

Dedim.

---Geçmiş olsun oğlum, geç kaldık diye epey korktuk ama neyse kurtuldun şimdi.

Yaşadığım olayları yavaş yavaş hatırlamaya başladım. O muhteşem büyük evin arkasındaki küçük ev, oradaki yaşadıklarım sonrası, polis olduğunu söyleyen biri…

---Onlara ne oldu?

---Merak etme hepsi yakalandı.

Bu arada Doktor gelince, müsaade isteyerek beni muayene etmeye başladı.

---Bünyen sağlam olmasa çoktan gitmiştin sen,

Devamında:

---Çok sağlam bir yapın varmış.

İşine devam ederken ağrıyan yerlerimi soruyordu. Bu arada kolumda bir şeyin bağlı olduğunu fark ettim.

---Bu nedir?

---Serum.

---Niye taktınız?

---Üç gündür baygın yatıyorsun, o seni besliyor.

---Üç gün mü?

Dedim.

---Evet, geldiğinde ölü sanmıştık, iç kanaman vardı ama iyi dayandın. Fena darbe almışsın, adamların niyeti kötüymüş.

---Evet, sabaha kalsaydım öldüreceklerdi.

Doktor hemşireye bir şeyler dedikten sonra muayeneyi tamamladı, bana geçmiş olsun dedi ve gitti. İyice kendime gelince olan biteni tam olarak hatırladım. Demek üç gündür burada baygın yatıyorum. Kurtulduğuma sevinmiştim, ancak hala korkularım vardı. Acaba başıma başka neler gelecekti? Az önce konuştuğum polisi düşünüp kafamı toparlamaya çalışırken kim olduğunu hatırladım, beni karakolda sorgulayan Amirdi bu, iyide burada ne işi vardı?

---Abi, bakar mısın? Siz…

Amir Bey yerinden kalkarak yanıma geldi:

--- Merakını anlıyorum evlat,  sen hele iyice kendine gel sonra uzunca konuşuruz.

Bir müddet sonra herkes odadan gidince yalnız kaldım. Kurtulmuş olmanın sevinci içinde, çektiğim sıkıntıların nedenini anlamaya çalıştım fakat aklım yine Düzce’ye takıldı. O güzel gözleri ve bana bakışındaki manayı düşünürken tekrar uykuya dalmışım.

Bir hemşirenin sesiyle uyandım:

---İğne vakti yan yat bakalım yakışıklı.

Bu söz çok hoşuma gitmiş beni çok etkilemiş olacak ki hafifçe gülümsedim.hayatımda  ikinci kez bir kadın bana yakışıklı diyordu. Yan tarafıma dönerken köyde ki kadınların benim için söyledikleri aklıma geldi. ‘’Bu çocuk ilerde yakışıklı olacak’’ diye bana bakarak kendi aralarında konuşurlardı. Gerçekten öyle miydim?  Yediğim iğnenin acısı nerede olduğumu bana hatırlattı.

---Hemşire, burada çok kalacak mıyım?

---Doktor bilir, ancak bana sorarsan on gün kalabilirsin.

---Çok değil mi?

---Yok, içeride kanaman vardı, durdu sanırım. Yinede yaranın iyi olması zaman alır, yarın serumu bitireceğiz. Ondan sonra doktor ne der bilemem, daha yüzündeki yaralar bile iyileşmedi.

Elimi yüzümde gezdirdim, sol gözüm zor açılıyor zorlayınca ağrıyordu, yokladım şişlik vardı. Sonra kaşımın üstünde bir sertlik oluşmuş burnumdan zor nefes alıyordum, hemşireye dönerek:

---Bir ayna var mı?

Yüzüme baktı düşündü.

---Peki, bak bakalım yüzüne de, gör halini,

Derken, cebinden yuvarlak bir ayna çıkardı bana uzatarak:

---Nasıl sağ kaldın hayret, araba çarpmış gibi bir haldeydin.

Yüzüme çevirdiğim aynada bir an kendimi tanıyamadım. Beyaz yüzüm siyaha yakın bir renkte, sol gözüm ve etrafı berbat görünüyordu. Burnumun neden çok ağrıdığını aynada görünce anladım, kocaman olmuş, kırmızı siyah karışımı bir renkteydi. Kafamı tekrar yastığa bırakırken, beni bu hale getirenleri düşündüm, sonra Amir Bey geldi aklıma, burada ne işi vardı, nasıl gelmişti arkamdan, yoksa beni mi izlemişti? Tekrar gelirim dediğine göre, besbelli buralarda bir yerlerde. Gelse de şu aklımı kurcalayan sorulara bir cevap verseydi bari. Hemşire henüz gitmemişti.

---Hemşire, hangi hastanedeyim?

---Burası Göztepe SSK hastanesi. Seni buraya acil olarak getirmişler.

---Daha önce Bir Amir vardı yanımda, şimdi nerede acaba?

---Ben görmedim, diğer arkadaşlara sorarım.

Bir iki gün geçmiş, gittikçe azalan ağrılarımla yatmaya, oturmaya devam ederken zamanla iyice kendime gelsem de, çok halsiz olduğumu hissediyorum. Ayağa kalkmaya çalışınca başım dönüyor, elim kolum bile zor kımıldıyordu. Zaten sol kolumu oynatmak imkânsız gibi bir şeydi. İçimden sürekli uyumak geliyor ve tekrar dalıyorum.

Ne kadar zaman geçtiğini bilemeden bana seslenen bir sesle uyanmıştım.

---Nasılsın Hikmet? Bu gün daha iyisin sanırım.

Başımı yavaşça çevirerek sese baktım, karşımda güler yüzlü biri vardı. Daha dikkatli bakınca Amir Beyi gördüm.

---Siz misiniz? Abi.

---Evet, yeni geldim, işlerim uzun sürdü, artık konuşabiliriz sanıyorum. Dinlemeye hazır mısın? Kendimi iyice toparlamak için yüzümü elimle okşadım, canım acıyınca daha iyi açılmıştım.

---Biraz kolonya alabilir miyim?

---Tabi oğlum, istediğin kadar…

Ellerine döktüğü kolonyayı okşar gibi yüzümde gezdirdi ve biraz da burnumda tuttu.

---Ohh! sağol Abi iyi geldi, şimdi seni dinleyebilirim.

---Karakolda seni epey sıkıştırmış hatta birazda hırpalamıştık, ama sen bize hiçbir şey demiyordun. Biz arkadaşlarla senin bu işle ilginin olmadığını anlamıştık. Ancak Ustan ve sen uzun zamandır takip edildiğin için Savcı senin suçsuzluğuna inanmamış, Ustanda ne yaptıysak bize isim vermemişti.

Ben, Savcı ile beraber Hâkim Beyle durumu konuştuk ve bir plan yaptık. Plana göre senin İstanbul’a gitmen lazımdı. Ustanı bulamayan uyuşturucunun alıcıları seninle mutlaka irtibat kuracaklar diye tahmin ederek, bizde tedbirlerimizi alıp onları kıskıvrak yakalayacaktık.

    Plana göre Usta’nın arabasına el konulmadı. Senin iyi bir sürücü olduğunu biliyorduk, dedim ya sizi takip ederken çok zaman arabayı senin kullandığını görmüştük. Senin Düzce’de bir eve uğradığını, sonra ne zaman yola çıktığını gözleyerek, yolculuğun boyunca seni takibe başladık. Gebze’de trafik memurları seni durdurduklarında, kolayca nasıl bıraktılar bir düşün.

    Sonra, sabah lokantasında seni izleyen bizim arkadaşları görmüşsün. Huylandığını anladıklarında plan bozulacak diye korkmuşlar. Derken, uzaktan izleme yaparak adamların seni nasıl yakaladıklarını görünce bizde peşinizden geldik ve gittiğiniz evin uzağında beklemeye başladık. Seni konuşturmak isteyeceklerini düşünüyorduk ama ne yalan söyleyeyim bu kadar hırpalayacakları aklımıza gelmedi. Senden bir şey alamayacaklarını anladıkları için hırslarından neredeyse seni öldürüyorlardı. Kusura kalma oğlum onları yakalamak için başka şansımız yoktu.

---Ben, yem olmuşum desenize. Hem nasılsa arayanım soranım yok, ölsem de önemli değil, dimi?

---Yok, evlat öyle değil. Adamlar tahminimizin ötesinde zalim çıktılar, buda senin şansın. Ama inan altı yıllık emeğimize deydi, farkında olmasan da bunda senin başarın çok büyük.

---Anlıyorum Amirim, bana önceden deseydiniz onları belki oyalardım.

---O zaman plan bozulabilirdi, çünkü çok gençsin hata yapabilirdin, neyse olan oldu artık plan başarıyla tamamlandı ya… Savcı ile telefonda konuştum olanları duyunca, birde senin suçsuz olduğunu anlayınca biraz bozuldu. Burada bir kaç gün daha dinlen, bütün masrafların karşılandı. Arabanda emniyet içinde, çıkınca alır yoluna gidersin. Yolda gelirken endişe etme, seni hiçbir vilayette durdurmayacaklar. Bu da bizim kıyağımız olsun sana, hem ayrıca sana söz, yaşın dolunca gel Ehliyetini ben vereceğim senin, tamam mı?

---Tamam, Amirim sizlere bir faydam olduysa ne mutlu.

Ellerimi sıkıca tutup, dostça omzuma dokunurken yavaşça kulağıma eğilerek,

---Hani Düzce’de bir eve uğradın ya, oradan uzak kalırsan iyi olur. Senin iyiliğin için,

Deyince şaşırmıştım. Demek ki attığım her adımı dikkatlice takip etmişler, iyide neden o evden uzak kalmamı istiyordu. O güzel kadın nasıl tehlikeli olabilirdi? Hem bakkala sorduğumda bakkalda yüzünü buruşturmuştu. Ama ya o gözler:

---Amir Bey Ustam,

Demiştim.

    Durdu geri döndü biraz düşündü ve:

---Onun işi zor oğlum, içeride çok kalır. Kalmasına kalırda bu uyuşturucu işini yapanlar onu içerde sağ bırakırlarsa. Yakalananlar onun kendilerini ihbar ettiğini sanacaklardır, Allah yardımcısı olsun. Memlekete gittiğinde ailesine durumu anlat sahip çıksınlar.

Diyerek kapıdan çıkarken tekrar dönüp:

---Dönüşte mutlaka uğra tamam mı?

( Gökkuşağı Roman 36-40.sayfa başlıklı yazı mucit55macit tarafından 29.07.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu