SANATÇI DOST EDİP BAŞER’E BURUK VEDA MEKTUBU
Nasıl üzgünüm,
nasıl çaresizim bilmiyorum. Tiyatro sanatçısı, şair, şiir yorumcusu değerli bir
insanı yani seni trafik kazasında kaybetmek o kadar acı ki… Yakınlarının adını
bile bilmemek, onları tanımamak, kimseye ulaşamamak, doğru dürüst bir bilgi
sahibi olamamak da çok zor… 62 yaşında olduğun halde kendine “Yaşlı Tiyatrocu”
diyen, 50 yaşındakilere bile canı yürekten “kızım” diyebilen, emeklilik için
çırpınan, rahat bir hayat kurup dinlenmek için düşler kuran sen yok musun artık
bre Edip Başer!
Bazen sanal
hayattan tanıdıklarınız gerçek hayattan tanıdığınız insanlardan çok daha
gerçektir. Tanışmıyorduk gerçek hayatta seninle ama mesajlarla, telefonlarla bütün
içtenliğimizle neler paylaşmıştık neler… Dertlerimizi, hüzünlerimizi,
hayallerimizi, sevinçlerimizi… Hakkında çok şeyi biliyordum hatta en
yakınlarınla bile paylaşamadıklarını benimle paylaşıyordun. Ben de sana bütün
içimi döküyordum.
Günlük hayatta
sıkça kullandığın bir oyundan sonra diline yerleşen “Bre” sözcüğü senin yazı
dilinde de yer almaktaydı. Hatta arkadaşların sana “Bre can” veya “Bre Edip”
diye seslenirlermiş. Dürüst, yapmacıksız, içten, korumacı, kadir kıymeti bilen, sevgi dolu, saygılı, işini
seven, sorumluluk sahibi biriydin. Sağlığını çok ihmal ediyordun. İşin
dolayısıyla yemek ve uyku düzenin pek yoktu. Mesajlarında yazdıklarından yola
çıkarak bu yargıda bulunuyorum.
Seni iyi
tanıyordum ama ailen hakkında hemen hemen hiç bilgim yoktu. Berfin adında 1983’te
doğan bir kızın olduğunu ve güzel kızını henüz 17 yaşında bir filizken
kaybettiğini anlatmıştın. Ardından eşini kaybettiğini ve yıllardır yalnız
yaşadığını, yalnızlığı en iyi bilenlerden biri olduğunu söylemiştin. “Güçlü görünmek de bir bakıma yalnızlıktır.”
demiştin. Ne doğru söz…
9 Şubat’ta
Selanik’e geldiğini, Ata’nın evini gezdiğini ancak fotoğraf çektirmek
istediğini ancak izin vermediklerini üzülerek belirmiştin. 10 Şubat rahmetli
evladının ölüm yıl dönümüydü. Nasıl hüzünlüydün o günün gecesinde… Sosyal paylaşım sitesinde ilk kez kızının doğum
gününde çektiğiniz fotoğrafını paylaşmıştın. Zaten özelini, işini, aşını
fotoğraflamak ve paylaşmak hoşuna gitmiyordu. 10 Şubat 2015’te Selanik’te iki
yerde şiir okuduğunu, ertesi gün Teselya’da, sonraki gün de Mora’da sahne
alacağını yazmıştın. “Türkiye’de sahip çıkanımız olmadı. Sağ olsunlar sevenim
sayanım çok. Yunanistan beni çok sevdi.” İbaresini de eklemiştin. Çoğu zaman
koşuşturmaktan yorgun ve uykusuz olduğunu dile getirmiştin.
Bütün hayatın
tiyatroydu, şiirdi, sanattı özetle... Ülkemizde sanatçılara gereken değer
verilmediği için ekmeğini komşu ülkede kazanmaya gitmiştin. İngilizcen ve
Grekçen de iyiydi. Orada beklediğin ilgiden fazlasını görmüştün, emeğinin
karşılığını da almıştın. Yunanistan’da çok güzel dostlar edinmiştin. Otel müdürü Yorgi’nin can arkadaşın olduğunu
ve onun 13 yaşındaki oğlunun da sana Türkçe olarak “Bre Dede” diye hitap
ettiğini anlatıyordun. Dimitri ile de iyi arkadaş olmuştun, birlikte
geziyordun. Sana bir şiir albümü çıkarman için teklif gelmişti ama gözün
ülkendeydi. Emeklilik işlemleriyle de çok uğraşmıştın. Yormuştu bunlar seni…
Avukatın
aracılığıyla kız kardeşine vekâletname vermiştin ve kız kardeşinin senin adına
aldığı Çeşme’de deniz kıyısında bulunan üç katlı ve beş odalı evde yaşamanın
hayallerini kuruyordun. 15 Mayıs 2015’te henüz görmediğin evinin tapusunun
Yorgi’nin adresine geldiğini ve eline geçtiğini yazıyordun. Yurda dönmeyi,
sevdiğin kadınla evlenmeyi, huzur içinde yaşamayı düşünüyordun. Sevinç
içindeydin. Bir araba alıp Akdeniz sahillerini gezmeyi, Antalya’da tatil
yapmayı planlıyordun. Sonra gemiyle İtalya yolculuğu… Zahmetle kazandığını
gönlünce harcamak artık hayatın tadını çıkarmak istiyordun sevdiğin kadınla… Tam
yurda dönme planları içindeydin ki paranın olduğu banka batmıştı. “Acaba paramı
alabilir miyim?” düşüncesiyle bekliyordun.
Son mesajında
Atina’da bir arbede esnasında düşüp ayak bileğini incittiğini, çok acı
çektiğini, saat 10.30’da ve 22.30’da 12 saatte bir iğne yaptırdığını
anlatmıştın ve “Bastonla yürüyorum. Ayağım neredeyse kırılacakmış.” yazmıştın. Üzülmesinler diye ortak arkadaşlarımıza
söylememi sıkıca tembihlemiştin. Zaten öncesinde de feribot kazasından kıl payı
kurtulmuştun.
29 Temmuz
gecesi hayata veda ettiğini 30 Temmuz sabahı sosyal paylaşım sitesindeki
yorumlardan öğrendim. Trafik kazası geçirmişsin. Yanındaki arkadaşın ölmüş. Sen
ise beyin travması tanısıyla hastaneye kaldırılmışsın. Bayramdan beri yoğun
bakımda yatmışsın. Kalbin durmuş, çalıştırmışlar. Sonra ikinci kez 29 Temmuz
gecesi kalp krizi geçirmişsin. Mesajlarından birinde “Evimi, yatağımı, aşımı
özledim.” diyordun. Yurduna, sevdiklerine,
sevenlerine hasret tek başına son sözünü bile duyuramadan Yunanistan’da hayata
veda etmişsin. Parça parça okudum, parça parça öğrendim hastane maceranı…
Okudukça da parçalandım.
“Bazı mevsimler,
bir günde gelir.” diyor Murathan Mungan. Bir günde üstelik çok ama çok sıcak
bir temmuz gününde zemheriyi yaşadım. Önce yüreğimdeki yemyeşil orman sapsarı
oldu. Bütün ağaçlar yapraklarını döktü bir anda… Fırtına koptu. Deprem oldu.
Toz duman oldu dünyam… Ardından çırılçıplak kaldı ağaçlar ve bir tipi başladı.
Sığınacağım bir ağaç kovuğu bile yoktu.
31 Temmuz
2015’te senden bir gün sonra kaybettiğimiz çok değerli Şair- Yazar Bekir
Koçak’ın şiirinde olduğu gibi gerçekten gizemi temmuzda saklıymış meğer bütün
acıların... Ben de 12 Temmuz’da 1996'da kaybetmiştim anneciğimi… Temmuzlar,
sevdiklerimi kopardı benden... Ama bu 2015 Temmuzu çok hainmiş meğer... Çok
arkadaşımı, sanatçı dostumu kaybettim bu aralar... Onların acısı temmuz
sıcağından kat be kat çok... Ayları suçlamak da yanlış, biliyorum ama bir günah
keçisi aramak adet olmuş. Öyleyse özür dileyerek az önce yazdığım bir dörtlükle
selamlayayım suçladığımız ayları…
“Hayaller kalsa da altında karın,
Kim bilir nelere gebedir yarın,
Günahsız mevsimin, masum ayların,
Üstüne yıkmasak bütün suçları…”
“Hayatın güzel
günleri ‘Daha erken…’ demekle geçer. Sonra ‘Çok geç’ olur.” demiş Flaubert… Hep
bazı koşulların oluşmasını beklerken zaman geçer, ömür biter bazen… Hayalleri
ertelememeli, her günü son gün gibi düşünerek dolu dolu yaşamalı… Geçmiş adı
üstünde geçip gitmiştir. Ah ile vah ile harcanmamalı bugünlerimiz… Yarın belki
vardır, belki de yoktur. Oysa hep yarın diye atlayarak geçiştiririz
günlerimizi…
Sevgili
dostum, sözün bittiği yerleri çoğalttım bu aralar... Gerçek sanatçılara hak
ettikleri değerin verilmemesi yüreğimi kanatıyor. Ucuz otel odalarında
uyuyarak, doğru düzgün yemek yemeyip çorba içerek yarı aç yarı tok bir yaşam sürdürerek
ekmek ve sanat için onurlu mücadelenizi ayakta alkışlıyorum. Tezatlar arasında
boğuluyorum. Çağlayanlar ters akıyor içimden... “Keşke” sözcüğünü silmek için dünyaya gelmek
istiyorum yeniden...
“Her ölüm
erken ölümdür. “ demişler ama senin ölümün hem zamansız, hem çok ani ve de çok
hazin oldu. İyilerin ömrü az olurmuş. Klasik bir laf ama durumumu en iyi
anlatan cümle şu: Sözün bittiği yerdeyim. Bre Edip Başer sevenin, sayanın çok… Sevenlerinin,
yakınlarının başı sağ olsun. Allah rahmet eylesin. Işıklar içinde uyu. Güle
güle bre can dost…
HARİKA UFUK
Adana
31 Temmuz 2015
Saat: 15.00