"Deli gönül abdal olmuş" dolaşır aşk diye diye. Karacaoğlan'dan bir dize, gelsin misafir olsun cümlelerimize. Bugün bir adamdan bahsedeceğim adı yok ama namı Abdal! Çarşı pazar eyler yüreğini. Haraç mezata sunar etini kemiğini. Yoka satar aklını, hiçe verir kalbini. Abdalı aptal eder nadanlar, abdalı bilmeyen nadanlar Abdullah'ı nasıl bilir?
Abdal!
Bir adam tanıdım vaktin birinde.
Tasviri pek de nice, gözleri gece mi gece, sözleri hece mi hece!
Sırtında heybesi, ayağında çarığı, tepesinde sarığı.
Dilinde kıymığı; yanlış konuştu mu batan...
Kalbinde sıyrığı; yanlış baktı mı değen...
Abdal deyin bana, üstüme başıma bakıp da aldanmayın, beni yok sayıp da adımı silmeyin.
Bir garip adam, malı mülkü sadece kalbinde olan!
Dilinde hep hamd u sena, aklında hep dua yaradana, kalbinde hep bir teslimiyet canı cana!
Münacat ona, fahriye ona, methiye ona!
Şükür ona...
Başı hep secdede, beli hep rükuda, dili hep zikirde, başı hep selamda!
Onu anlatalım bir iki kelamla!
Bir elinde asası, diğer elinde tası, gözlerinde tasası, sözlerinde aşkın yasası...
Sözün kısası, o bir Abdal!
Dönüp dolaşır aşkın kıblesini.
Giyer hırkasını, girer çileye çeker cezasını.
Yoktur elbette bunun kazası, çekeriz elbet zevkle ezasını.
Sineme sarsam sımsıkı asasını Abdal'ın!
Özüme sunsam onun bir merhabasını...
Alemin nizamı diye sunsam yasasını...
Abdal diye haykırsam yeri göğü inletsem...
Eteğini yapışıp el ver desem...
Kalbe giden yollar yarlı ve yârli...
Bir yanım yangın, bir yanım aşkın...
Bir gözüm kör, kalp özüm kötürüm.
Abdal, geceleri uykumu çalıp giden kim?
Aklımı çelip giden...
Saklımı ayan beyan kılan...
Sorular binbir türlü, çetrefilli, alangirli...
Bu dünyada bir tek ben sana tarafgilli...
Süklüm püklüm bir güzelin aşkına amadeyim.
Islağım ona boydan boya, yasağım..
Onun aşkına aşina bir ıslığım dudaklarda.
Bir yılan ısırığı gibi aşkı kalbimi ısırdı. Ona zehirlendim, panzehirim oydu oysa.
Viranlıktır yürek bugün, seyranlık düşlerken...
Hayranlık beslerken kurbanlıktır bugün.
Sen ne dersin halime Abdal!
-Ey Abdal! diye seslendim bir gün:
- Halin necedir? diye.
Yanıtladı hemen.
- Halim kopkoyu bir gecedir.
- Hiç ışık yok mu? diye devam ettim.
- Kısıktır gözlerimiz belki de ondandır göremediğimiz.
- Benim de öyle, sevgiliden uzağım diye gün doğmuyor bende. diye derdimi aşikar kıldım ona. Sonra sustu. Gerekmedikçe konuşmazdı. Kelimesi azdı. Konuştuğu vakit sesi içimize değen sazdı.
Abdal!
Sen ki Mecnun'a eşdeğerdin!
Tahir'e örnektin.
Yusuf'a destektin.
Selamı sabaha ne diye kestin?
Bir yarı gülümsemeyi ne diye yasakladın?
Ve bu aşkta sevdiğini kazıkladın.
Yazıklar sana, kazıklar, ahlar, vahlar...
Yaralananların yaraları şahittir, yarın hakkın divanında yargılar bu yaralar seni. Herkes beşerin peşinde koşup da şaşar, ondan sonra bir ömür boyu kendini kaşır. Bilmezler ki herkes kendisiyle yarışır ve toplumun geri kalmışlığına o da modern zaman kurbanı olarak karışır.
Sordum bir gün belli belirsiz bir sesle Abdal'a, bahçesini göstererek:
- Sahi burayı aşkla mı suladın bu kadar renkli ve kokulu çiçekler var.
Cevap verdi Abdal, büyük bir tevazu ve vakarla:
- Gözyaşlarımızdadır bütün cevher, kalbimizden başlar ve akar. Çiçeklere abıhayat olur.
- Saki! diye seslendi o an kalbim, cezbelendi ve sendeledi.
- Aşk sürahisini getir de dök yüreğime. Görelim hazineye sahip nice defineler var? Soralım herkese 'Gönlünü abdal eyleyip sırra kadem basan kim?' diye.
- Ey Abdal! Gözümü gönlümü, özümü sözümü bir sevdanın uğruna feda eylemişim. Bizi biz edecek duaya amin diyen kim, biliyor musun? Bir de sana malum olur mu benim sevdam? diye sordum ama sormaz olaydım. Abdal, muhabbete gelemedi daha fazla çöle vurdu başını. Bende çöle benzeyen yüreğime döktüm göz yaşımı. Aptallığıma doyamadım.