Babama Japonya'yı Sevdiren Kadın-58
...
“Yine
neyi bilmem gerekiyor…”
“Gördüğüm
kadarıyla annen Akiko-san yabancı biri ile evlenmeni istemiyor. Anladığım
kadarıyla o daha çok dizinin dibinde oturabilecek birileri olsun istiyor. Yani
bizde ona içgüveyi derler siz naibu wa diyorsunuz… Kadın pek haksız da değil
yani… Emekli bir karı-koca… Kendilerine bakacak birileri lazım… Bu işin
hastalığı var, düşkünlüğü var… Kızını ve torunlarını yanında görmek, onlarla
hayata bağlanmak istemeleri kadar doğal bir şey olabilir mi?”
“Sen
benden yana mısın? Onlardan yana mı?”
“Elbette
senden yanayım ama hakikatlere de sırtımızı dönemeyiz değil mi? Gerçekleri göz
ardı etmekle gerçekler yok olmaz ki!”
“Bu
hayat benim değil mi?”
“Elbette
senin ama o kadar da değil…”
“Nasıl
yani?”
“Her
anne-babanın evlatları üzerinde birçok hakları vardır. Onun dünyaya gelmesi, onun
besleyip büyütülerek bakılması gayet zahmetli ve emek isteyen bir durum…”
“Elbette
anne-baba hakkı ama nerede ve ne şekilde yaşayacağımı benim bir tercih hakkım
yok mu?”
“Elbette
var ama kırıp dökerek değil, senin üzerinde hakları olanları ikna ederek
olmalı… Ben henüz nerede yaşayacağıma dair bir karar verebilmiş de değilim… Bir
yanda benim dünyaya gelmeme vesile olan aileme ve doktor olmamda bana emeği
geçen ülkeme karşı sorumluluklarım vardır. Ben ki öyle kişiliksiz ve kimliksiz
yaşayanlardan da değilim… İhtisasım gereği son beş yılımı Japonya’da geçirdim. Elbette
kültür ve yaşam farklılıklarından doğan zaman zaman sıkıntılarım olmuyor değil…
Ama olayları büyüten, kafaya takan biri değilim… Hatta burada kalmış olsam anne
ve babana da bakarım… Bu benim için o kadar çok zor olmaz… Esas mesele yarın
çocuklar olduğunda onların yaşam ve inanç biçimleri karşımıza büyük bir problem
olarak çıkacaktır.”
“Sen
de dereyi görmeden paçayı sıvıyorsun…”
“Ama
şimdiden düşünmek gerekir diye düşünüyorum. Özellikle kültür ve yaşam biçimi
farklılıkları birçok anlaşmazlıkların ana kaynağı olacaktır.”
“Sayın
Safa Bey, bazen çok zor bir adam olup çıkıyorsun… Bu günü yaşamak varken neden
gelecekle ilgili kafanı yoruyorsun ki?”
“Ayumi
Hanım elbette bu günü yaşamalıyız. Bu hususta sizinle hem fikirim. Ama bir ömür
boyu sürecek bir birlikteliğin temeli sağlam olarak atılırsa o birliktelik
ayakta kalabilir. Aksi takdirde etrafımızda o kadar çok dramatik yabancı
evlilik olaylarına şahit oluyoruz ki, aynı acıya düşmekten biz de kendimizi
alamayız…”
Yüreğini
ona vermiş, görünmez bir ateşle içten içe yanıyordu. Acıların insanı
olgunlaştırdığına, aldığı yaralarla hayatı öğrenmeye pek hevesli değildi. Aşk
yarası taşımayan aşkı bilir mi? İnsan yaralanınca yarasını saracak birini
arardı ama yara insanı hakikate götürdüğünü, acının yol gösterdiğini
bilememenin acemiliğindeydi. Demek ki aşk insanı yarayla sınıyordu.
Ayumi
Hanımın aklı yine Kyoto’lu kadına takılmıştı. Safa’ya Kyoto’lu kadın hakkında
bir şeyler anlatıyordu ama Aymi onun anlattıklarına ikna olmuyordu. Daha farklı
bir durumdan bahsetmesini, gerçeği açıklamasında ısrar ettiyse de, ondan bir
bilgi koparamadı. Şaka yollu başlayan el kol hareketleri, işi başka bir safhaya
taşıdı. Ayumi yumruklarıyla, Safa’nın
omuzlarına vuruyor, o ise gülerek cevap vermesi, Ayumi daha da çıldırtıyordu. El
şakası bir güç gösterisine dönüştü.
…
O gece
Ayumi Hanım sabaha kadar deliksiz derin bir uyku çekti. Sabah kalktığında
burnuna tereyağlı yumurta kokusu geliyordu. Gözlerini ovuşturarak kokunun
geldiği yere doğru yürüdü. Safa kahvaltı masasını donatmış, çay kâselerini
taşıyordu. “Kalktınız mı Ayumi Hanım?” dedi.
“Kalktım
günaydın… Biliyor musun bir sürü rüya gördüm… Kollarında uyuya kalmışım… Beni
kollarına alarak, yatağıma taşıyordun…”
Safa
güldü. “Ne rüyası kuzum? Benimle kavga ettikten sonra dizlerimde uyuyup kaldın…
Ben de seni kollarıma alarak yatağa kadar taşıdım…”
“Ben
seninle kavga mı ettim?”
“Kendini
o kadar çok kaybetmiştin ki!”
“Ben
niçin kavga ettim ki?” Ayumi Hanımın yüzü birden değişti. “Ha sen bana bir
şeyler anlatıyordun… Ne idi anlattıkların? Şu Kyoto’lu kadını anlatıyordun…”
“Boş
ver kuzum… Yüzünü yıka da kahvaltıya gel…”
Tuvalet
ve lavaboya gidip gelen Ayumi Hanım, iştahla kahvaltısını yaptı. Safa “Bu gün doğru
Murata beldesine gideceğiz. Ben masayı toplayıp, bulaşıkları halledinceye kadar
sen de hazırlanıver…”
O gün
konuşmaya pek zamanları olmadı. Kawasaki’den güney doğusundaki Murata’ya
geçmişlerdi. Levhada Murata levhasını görünce aklına “Murata Döner” geldi.
Murat Usta’nın ‘Murata Döner’ dükkânının burayla bir ilgisi yoktu ama sormadan
da edemedi...
Ayumi
“Murata Döner’ isminin burayla bir ilgisi olabilir mi?”
“Sanmam
ama muvafık bir isim gerçekten… Murat Ustanın bu kasabadan belki haberi bile
yoktur.”
Murat
Ustaya telefon açtı ve Miyagi iline bağlı bu yerleşim yerinden bahsetti.
Murat
Usta “Demeyin ya! Ben orayı görmem lazım… Ne yapsam ki, benimse en yoğun
günlerimden birindeyim… Ama civanlarım size söz, orayı bir gün mutlaka
göreceğim…”
...
Devamı Var
...
Ant-150815