Babama Japonya'yı Sevdiren Kadın-62
...
Safa kendini ‘yaklaşmakta olan bir fırtınaya karşı nasıl
daha korunaklı olabilirim?’ düşüncesiyle, gelebilecek an ağır ihtimallere karşı
kendini hazırlamaya çalışıyordu. Zaman zaman kadınların beklenmedik tsunami
çıkışlı davranışlarına hazırlıklı olmak gerektiğini gayet iyi biliyordu. Hassas konuları bastırmanın endişesiz ve
besleyici yollarını keşfi için akıl ve iradesini seferber etmişti.
Daha önce okuduğu Wabi-Sabi kitabın bir paragrafında; ‘Ruh
eşleri bile romantik birlikteliklerinde aşılması gereken engel ve zorluklarla
karşılaşırlar…’ sözü aklına geldi. Wabi-sabinin basit ilkelerini dikkate
almanın bile çoğu kez işe yaradığını görmüştü.
Ayumi nefsinin saldırılarını Buda’nın ‘Güzel bir hayat
için; tatlı dilli, cömert bir kalbin merhameti gereklidir…’ sözlerinin rüzgârıyla
atlatmaya çalışıyordu. Nefsi her defasında tekmelendiği ve terk edildiği yerden
kalkarak yine sinsice yaklaşıyor, ardından akıl kalesine taciz atışlarına
başlıyordu.
Safa neredeyse bir işkolikliğin çok ileri bir derecesinde
hasta insanlarla ilgileniyor, onlara moral aşılamaya çalışıyor, büyükle büyük
küçükle küçük oluyordu. Yorulmak nedir bilmiyordu. Çalışmaktan sıkılmıyor,
sıkılmadığı gibi yorgunluklarından asla şikâyet ettiği olmuyordu.
O gün, günbatımına kadar çalışarak çalışmalarını nihayete
erdirmişlerdi. Toparlanarak akşamüstü Sendai’ye dönmüşlerdi. Kendilerine tahsis
edilen misafirhanenin konuk ağırlama odalarına geçtiler. Safa eşyalarını kendi odasına bırakıp, duşunu
aldıktan sonra giriş kattaki misafir dinlenme salonuna geçti… Bir süre Ayumi
hanımın inmesini bekledi. O gelince misafirhanenin yemekhanesine geçtiler.
Safa “Arzu edersen sinemaya gidebiliriz…”
Ayumi için bu, Safa’dan hiç beklemediği bir çıkıştı. Ayumi’nin
aklı “Bu beni sallamaya çalışıyor galiba…” düşüncesiyle meşgul olurken, Safa “Uzun
zamandan beri sinemaya gidemedim. Biraz dinlenmiş oluruz. Tabii sen de istersen…”
Ayumi başını sallayarak ona “…tamam” dedi.
Birlikte dışarı çıktılar. Dışarıda serin bir hava vardı.
Yoldan geçen bir taksiye binerek şehir merkezine indiler. Bünyesinde sinema
bulunduran avm’lerden birine geçtiler… Sinemanın başlamasına daha bir süre
vardı. Yan taraftaki kafenin birinde ona bir kahve ikram etti.
Safa; Ayumi’den saldırı bekliyordu ama Ayumi ise sağır ve
dilsizleri oynuyordu sanki… Onun bu sakin duruşuna bir türlü anlam veremiyordu.
Ayumi Safa’ya bakıyordu. “O kadın kim?” sorusuna, Safa
sanki onu yatıştırmak ister gibi, bir elini onun eli üzerine koydu. “Ayumi
Hanım, o kadın senin öz annen…”
Ayumi saf saf ona baktı. “Nasıl yani?”
“Daha önce büyük kısmını anlattığım, az bir kısmının ise
senin bitirme tez çalışmalarını etkilemesin diye tehir ettiğim kısmını ise
şimdi anlatıyorum. Bu olayın hayatını gereğinden fazla etkilemesine ve yıpratmasına
müsaade edemezdim. Ama ne yazık ki şimdi anlatmakta mahsur görmüyorum…”
Sinema saatine kadar anlatmadığı kısımları anlattı. “Bu
konu aslında bir tesadüf müdür, Allah’ın bir ikram ve inayeti midir?
Bilmiyorum. Ama durum bundan ibaret…”
Ayumi adeta şok olmuştu. Bu güne kadar hiç duymadığı ve
bilmediği bir yığın şeyle karşılaşıyordu. O arada sinema saati gelmiş, son
çağrı yapılıyordu. “Haydi içeri geçelim. Daha sonra uzun uzun konuşuruz” dedi
Ayumi şaşkındı. Safa onun elini bırakmadı. Elinden
tutarak onu oturacakları yere kadar götürdü. Önce onu yerine oturttu, sonra
kendi yerine oturdu.
Sinemada Miva Nishikava’nın ‘Dia Dokuta- Sevgili Doktor’ filmini
seyretmeyi tercih etmişlerdi. Safa bir ara onun elini avuçlarının içine alarak
tepkisini ölçmeye çalıştı. Eğer elini çeker ise kırgın olduğunu düşünecekti.
Ama Ayumi’nin eli sanki komada baygın bir hastanın elinden farksız gibiydi. Hiçbir
tepki vermedi. Onun ellerinin soğuk olduğunu gördü. Kendisinin ellerinin
sıcaklığı, sanki ona bir elektrik akımı veriyor gibiydi sanki...
Ayumi başını yavaşça Safa’nın omuzuna yasladı. Safa da
onun bu yakınlaşmasına ses çıkarmadı. Ama Ayumi içten içe ağlıyor, gözünden
dökülen sıcak gözyaşı Safa’nın gömleğinden geçerek tenine değiyordu. Safa
başını ona doğru çevirip baktı. Gözleri kapalı olan Ayumi onun kıpırdanışından
kendine baktığını anladı ve diğer elinin işaret parmağını ‘sus ve konuşma’
anlamında dudaklarının üstüne koydu.
Safa sinema dönüşü ikisi de suskundu.