100*50 santimetrekarelik bir toprak parçası üzerinde diz çökmüş oturuyorum. Oturduğum yerin kenarlarında cansız bir ışık var ve her yer öylesi karanlık. Elimi uzatıyorum karanlığa fakat bir boşluk hissi alıyorum. Toprak çöl kumları gibi ve yumuşacık hissediyorum. Sanki hareket etsem kayacakmışım gibi hissediyorum. Ne koku var ne ses nede bir canlı izi. İçimde tarifsiz bir korku beni titretiyor. Nereden geldim diyorum buraya. Hiçbir iz yok buraya geldiğim yönünde! Her yer zifiri karanlık, ortam ne sıcak ne soğuk, aslında bu beni pek ilgilendirmiyor…
Bağırıyorum.
Yardım istiyorum
Ağlıyorum
Nafile…
Sanki beynim durmuş, ne geçmiş
geçiyor gözümün önümden nede geleceği düşünecek bir mecalim var. Öylesine aciz
ve fakirim. Bütün alışkanlıklarımla putlarımı gömüyorum ve karanlıkta yok
ediyorum. Öylesine dua ediyorum ki… Yaşadığım hayat boyunca, bu kadar net bir
durum ile dua etmediğimi düşünüyorum. Ne sevdiklerim aklımda, ne düşmanlarıma
haset ve kin güdüyorum. Öylesine bencilim ki, bu durumdan kurtulmanın yollarını
arıyorum. Her an meçhul ve ne olacağım bilinmez bir sonsuzu hissetmek var ya...
Geleceğimi bilmemek beni kahrediyor. Yüreğim hiç bu kadar çılgınca çarpmamıştı.
Birden aklıma geliyor. “Yoksa ben öldüm mü?” ölümü hep böyle anlatırlardı
diyorum. Eğer öldüysem nerede sorgu melekleri? Ölmüş olamam diyorum. Zamanı
bilmiyorum. Hiçbir şey dünyalık görüntü içinde değil. Peki, nedir öyleyse bu
sınav?
Aldanışlarımı düşünüyorum.
Dalgalara dokunan güneş ışınları-göz kırpışları gibi, yaşarken çok uzun gibi
gelen bittiğinde beni mahveden, doğal mimarimi bozan ne dalgalardı onlar. Deniz
gibi, her dalgadan sonra başka dalgalar… Bıkıp usanmadan, geçen ömre aldırmadan
tekrar ettiğim aldanışlar… Onlardan hiçbir şey yok şimdi yanımda. Olsun diye
yalvarmıyorum ki! Buradan kurtulayım bir tek diyorum. Eğer kurtulursam tam bir
kul olma sözü veriyorum! Öyle bir yakarış ki, bedenimi bile düşünmüyorum.
Uyuşan ellerimi, dudaklarımı, ayaklarımı hissetmiyorum. Yemek yeme, nefes alma,
dokunma yeteneklerim öylesine hızla ölüyor.
Kartalın/ayının pençelerinde
Hissi var öylesi zayıf
serçelerinde
Her yerim kesiliyor, yenmek için
Üzerine tuz ekiliyor, susuzluk
yanmışlığında
Sarılıyorum kulluk bohçalarına
Zikrin samimi kanmışlığında…
Suratımda patlıyor öylesine
şiddetli bir şamar. Karanlık aralanıyor, yatağım şekilleniyor gözlerimde
yavaşça… Konuşamıyorum, titriyorum. Eşimin sesi geliyor kulaklarıma, yüce
Resul’ün(sav) Nur dağından gelip de Hatice Anamızın teselli ettiği sesine
benzer bir ses… Samimi, içten ve sevgi dolu! “Yaşıyorum…” diye bağırmışım. Eşim
sonraları böyle diyor. Gördüğüm bir rüya, hissettiğim bir uyarı… Böyle yorumluyorum,
yorumluyorlar. Birkaç gün etkisinde kalıyorum. Geceleri uyuyamıyorum. O
görüntüyü asla görmek ve yaşamak istemiyorum bir daha. Ölüye üç gün ağlar
derler ya… Sonraları unutuyorum o yaşadıklarımı. Dalgaların güneş ışıklarına
giriyor yeniden yaşam ve aldanışlar devam ediyor göz kırpışlarında. Artık uzun
uykular uyuyorum. Sanki o rüyayla savaşırcasına!
Hangi insana bu uyarı verilmiyor
ki… Dertle, yoklukla, rüyalarla… Ama dünya bir talan yeri ve aldanışlar her an
devam ediyor.
Aldanmayanlardan olmak dileğiyle…
Saffet KURAMAZ