Sırf renklerinden dolayı onlarca kişi tarafından
kovalandıktan sonra yakalanıp linç edilen ve öldürüldükten sonra cesetleri bir
ağacın dalına asılan iki siyahi gencin hikayesini anlatmak istiyorum bugün
sizlere.
1930'lu yılların
Amerika'sı bunu -siyahilerin lincini- günlük yaşamın bir ritüeli gibi görüp
yaparken 2016'nın Amerika'sı farklı mı hareket ediyor? Renkler değişmiş
olabilir, coğrafyalar kendi sınırlarının dışına taşmış olabilir lakin
zulmetleri halen devam etmektedir. Dün siyahilerin bugün İslamilerin cesetleri
ağaçlara asılıyor. Tarih, dostunuzu ve düşmanınızı tanımanız için o kadar net
ve güzel bir aynadır ki yeter ki bakmasını bilin.
Bir ağaçta iki beden
asılı... İkisi de renginden dolayı azılı
suçlu muamelesi görmüş. Linç edilmiş ve iki tuhaf meyve misali ağaca asılmış,
salınmış. İnsanlık ne de hiçmiş, resmen bitmiş.
1930'lu yılların
Amerika'sı... Yıkılası, kahrolası Amerika'sı... İki siyahi genç! Sırf
derilerinin renginden dolayı kovalanır içi kara dışı beyazlarca. Onlarca kişi
ardında iki siyahi gencin, salyalı ağızlarında onlarca kişinin "Siyahları istemiyoruz."
teranesi ve "Def olun"
topraklarımızdan sövgüsü... Bugünün övgüsü ne? Kime?
Yakalanır iki genç,
büyük kovalamacanın ardından. Hırpalanırlar, tekmelenirler iyice. Ağızları,
burunları dağıtılır, kanları akıtılır, canları alınır. Sonra asılır cansız
bedenleri bir ağacın dallarına yıkanmış çamaşır gibi... İbret olsun diye bütün
siyahlara, sallandırılır iki ince, uzun ve siyahi gencin bedenleri. İki kurumuş
yaprak gibidirler. İki tuhaf meyve... Sizler zulmü nasıl bilirsiniz? Yahut
Amerika'yı...
Muhabirler
fotoğraflarını çekerler bu iki talihsiz siyahi gencin ağaçta salınan
bedenlerinin. Polis de güya takibatını
yapar bunu yapan canilerin. Sadece kağıt üzerindedir bu takibat, gerisi
kalplerde tahribat... Yani geçiştirilir amiyane tabirle, bu linç de diğerleri
gibi
unutulur sanılır. Canı yananların ocağında ateşler tütmektedir oysa! Can
yakanlar, linç ettikleri her cesedin başında en güzel giysileriyle poz verirler.
- Torunları da Irak'ta, Ebu Gureyb'te poz vermişlerdi-
Yıllar sonra bir şair,
Abbel MEEROPOL, bir kitabın arasında görür dalda salınan iki siyahi gencin
fotoğrafını. Takılır kalır gözleri onların masum bedenlerine, bakışları yapışıp
kalır onların hırpalanmış yüzlerine. Eve gider hemen ve yazar "Tuhaf Meyve" şiirini gözü
yaşlı bir şekilde.
Tuhaf meyveler o kadar
çok ki bugünün dünyasında. Denizde asılı kalıyorlar bugün! Sahile vuruyorlar
bazen. Tanklara asılıyorlar; açlığa, susuzluğa, ilaçsızlığa ve yokluğa... Akıl gitmez bir daha tokluğa...
TUHAF MEYVE
Güney’in
ağaçlarında yetişir garip bir meyve,
Yapraklarında kan, köklerinde kan,
Kara bedeni güneyin meltemiyle sallanır,
Kavak ağaçlarından sarkar bir garip meyve.
Gösterişli Güney’in pastoral manzarası,
Gözler şişmiş, çarpılmış ağzı,
Manolyaların parfümüne, tatlı ve taze,
Aniden karışır kavrulan bir bedenin kokusu.
Kargaların koparması içindir bu meyve,
Yağmurun ıslatması, rüzgarın emmesi,
Güneşin çürütmesi, ağaçların düşürmesi için,
Garip olduğu kadar acıdır bu meyve.
Billie
Holiday şarkıcıdır. Caz kulüplerinde ünlenmeye başlar o sırada...
Sesi, tarzı ve
tavrıyla farklıdır. Önyargıları yıkan bir gücü vardır, ırkçılık zirvedeyken
hem de! Haksızlık karşısında sesini çıkartan herkes özeldir, zulüm karşısında
direnen herkes güzeldir.
Onun müziği
evrensel bir enstrümandır. Okumayı sever Billie, şiiri,
hikayeyi, romanı. Derken "Tuhaf
Meyveler" çıkar karşısına. Çarpılır onu ilk okuduğunda ve
besteler hemen. Her gece kulüpte verdiği konserin en son parçası olur "Tuhaf Meyveler" O, son
şarkıyı söylerken garsonlar servisi keser, seyirciler nefesini... Bütün kulüp,
pür dikkat şarkıya odaklanır. Işıklar karartılır ve sadece Billie Holiday’in
üzerinde minicik bir ışık huzmesi durur. Karanlığın yüzüne çakılan bir çakmak
gibidir onun yüzü, ırkçılığın suratının ortasına indirilen okkalı bir yumruk
gibidir sesi. Gözleri zalimin gözlerine dikilmiş bir aslan gözü gibidir şarkıyı
söylerken. Ve herkes büyük bir sessizlik ve koyu bir karanlık içinde 1930
yılında linç edilen iki siyahi gence yakılan ağıdı dinler onun büyülü sesinden.
Şarkı bitince Billie, çeker gider sahneden alkışlara aldırmadan ve geri
dönmeden. Herkes şarkının hüznünü hisseder büyük bir sessizlik içerisinde.
O dönem için
politik bir şarkıdır bu! Ve haz etmezler egemen güçler bundan. Sadece aşktan,
ayrılıktan dem vursun isterler şarkıcı. Lakin Billie Holiday, dinlemez hiçbir
kimseyi.. Her sahne sonu söyler şarkısını büyük bir hüzünle. Ve ölümsüz kılar
linç edilip ağaca asılan iki siyahi gencin hikayesini...
Makama ve
koltuğa asılı cesetler var bugün ülkemde. Paraya, kadına, aşka ve meşke...
Siyasete asılı bedenler var bugün, cemaate... Kemâlât kimsenin harcı değil
bugün herkeste kem âlet var! Rabbin huzurunda eğilmeyen başlar kulun karşısında
iki büklüm. Değmez hiçbir kimseye hiçbir şey için!
Tuhaf
Meyveler, olmasın hiçbir ağaçta.
İnsanlar ölmesin; hiçbir yaşta, hiçbir renkte ve inanışta. Ve elleri kanlı
olmasın hiçbir kimsenin. Ağaçlar çiçeğe dursun sadece, meyveye... Dar ağaçları
yansın yakılsın sobalarda. Yakmasın canları soğuk odalarda.