-
Hiç mutlu olamayacağım galiba! Buymuş benim imtihanım. Sabrederek dayanıyorum. Şükrederek
yaşıyorum. Rabbim sevdiği kulu dertle sınarmış.
Böyle konuştum bir ayrılık öncesi
sevgiliyle. Dallarda yapraklar sarardı, tarlada ekinler hasada durdu, gökte
bulutlar kümelendi, kuşlar tekmil göçe durdu.
Tesirli olamadım.
-
Sen biraz da kendin böyle olsun istiyorsun, dedi bana.
Sözlerinde iğne vardı, sitemi ok
gibiydi.
Sineme değiyordu.
Delik deşikti içim dışım.
Zemheriydi yazım kışım.
Ayrılıktı 24 saat işim.
Kalbim yara bere içindeydi,
ölmeyecek kadar yaşıyordum işte! Hani bir sevse her şey tersyüz olacaktı. Ama o
sevmemeye yeminliydi. Bu aşkın her hali bende temayüz ederken ondan hiçbir alamet
göremiyordum.
İçten içe kaynayana bir yanardağ
mıydı yoksa?
Dipten dibe akan bir yer altı nehri
miydi?
-
Niye? dedim sonra.
-
Kanına işlemiş hüzün, bir nevi senin gıdan olmuş. Hüzünlenmesen aç kalırsın.
Hani sana yakışmıyor da değil! O kadar bilgiç bilgiç konuşuyordu ki tutup
öpesim geldi bir an ama yapamadım.
-Edebiyat
yapma bana! dedi öfkeyle.
Hiç
de öyle bir niyetim yoktu ya neyse dedim içten. Ama o bende bir şiir gibi
duruyordu. Bir mısra gibi... Bir sanat...
Varsa alemde güzellik adına bir
kimse işte size onun somut bir timsali.
Bir resmi gibiydi bende, paha
biçilmez... Misali yoktu alemde.
Bir melodi gibiydi bende, dinle
dinle bıkmaz... Eşi yoktu gök kubbede.
Bir de insan bu kadar mı kendisinin
cahili olur, bu kadar mı kendisine kör olur, anlayamıyorum bir türlü?
Rabbim özene bezene yaratmış adeta.
Güzelliğini vergisini verse kaç
çirkin güzel olurdu, hesap edilmez!
Ona bak bir ömrü boyu için açılsın,
gözlerin göreceğini görsün. Daha ötesi ve şahanesi var mı yeryüzünde?
-
Sana edebiyat da yaparım, şiir de yazarım, türkü de yakarım. Bana karışmaya
hakkın yok, bendeki sana dokunmaya da asla müsaade etmem. Seni hüzünle karışık
seviyorum. Olsan da öyle seviyorum olmasan da! Bu değişmez ki! Bana müdahale
etme, kendi işine bak sadece. Orhan Veli gibi diyeyim 'Bak böcekler de öyle
yapıyor!'
Esasen
beni çok iyi anlıyordu ve çok iyi hissediyordu. Söylediklerim şeklen hoşuna
gitmese de kalben hoşuna gidiyordu. Emindim. Kaçın kurasıydık biz de!
-
Sana müdahale etmek değil ki maksadım. Sana vuslattır asıl maksudum. Lakin
sendeki hüzün beni korkutuyor. Bu yüzden eleştiriyorum seni. Senden giderek
belki de sana geliyorum. dedi.
Biraz
sakinleşmişti. Belki de ona karşı duymuş olduğum sonsuz aşktan etkilenmişti.
Belki de hüznüm onu yumuşatmıştı. Belki de en çok kızdığı yönüm onun en çok
tahrik olduğu yanımdı. Her şey aksiyle ayakta durur ve yaşardı. Onu kırlarda
başıboş gezen yabani bir kısrağa benzetiyordum. Sahiplenilmez, tutulmaz hapsedilmez...
Koştu mu şah damarı şişen ve patlayacak gibi olan, yeleleri pırıl pırıl
parlayan yabani bir yaban atına... Sırf birazcık nefeslenmek için damarını dişleyip kopartacak kadar vahşi ve
deli dolu geliyordu bana.
-
Gidecek misin? diye sordum son bir umutsuzlukla. Kal demeyi o kadar
istiyordum ki ama cesaretim yoktu. Ayaklarına kapanıp gitme diye yalvarmayı
dahi düşündüm. Göğsümü açıp kalbimi göstererek 'Vur beni yüreğimden, ayrılığın mermisindense senin merminle öleyim.' demeyi... 'Canımı al da öyle git, geride bir
ceset bırakıyorsun.' demeyi... 'Beni
defnet de öyle git...'Ama hiçbirini söyleyemedim. Nutkum tutuldu.
O
da soruma susarak ama yüzünü dönüp giderek cevap verdi.
Bir kez daha acılar denizinde
boğuldum.