Gri bir ufuk ki yakıp geçiyor lambaları
Rıhtımlar çöküyor kıyıya koca taşları döverek
Başkaldırıyor küçücük sandallar,
Tufanları ezerek
Ara sokaklara açılmış kumbara kutuları
Ay’ın göğsü turuncu kuşlara emanet
Tescilli sabahlar yalar kaldırımları
Kısık bir ses doğar şehrin rahminden
Ve hüzünlenir minarelerde susuz leylekler
Sırrını çiğner romanlarda son kahramanlar
Yıkılırken istinat duvarları düşler üstüne
Umutlar umutlara biner üstü üstüne
Heybetli bir kiliseden yükselir çan sesleri
Ve her akşam her sabah selama durur,
Caddelerde kaldırım taşları
Yeni kanallara yelken açan mavi uçurumlar
Yedi çubuklu boyasız uçurtmalar,
Gök’ü kaldırır kentin yetmiş yedi yerinden
Ve çelik halatlarla başlar asmaya yalnızlığı,
Paslı limanlarda demir mazgallara
Herkesin karnı tok bu vakitlerde
Tek odalı evler, camlarda çise
Açsa hava, belli, büker belini yıldızlar
Aldatarak döker kahrını martılar denize
Buharlı bir öksürük duyulur yan daireden
Kim bilir hangi deliliğin başlangıcı bu,
Ve boğazını gıdıklayan su,
Kim bilir hangi tükenen umudun, teni hırpalama girişimi,
Bu sinsi uğultu
Kaçıncı uykunun kaçıncı kaçışı
Kaçıncı gülüşün ani susuşu
Ve kaç kuruşluk yaşamın bedavası bu
Sızan gaz kokusunda ölüm kalım meselesi
Anlamı muğlak, sesi tınısız,
Çözüme muhtaç bir kadının ince parmağı bu…
Haydar Şahinbay