Elleri kıpırdamaz, gözleri
oynamaz, anlamsız bakışları ile oturduğu yeri doldururdu. Elbiseleri tertemizdi
ama o temmuz güneşinde, tüm sinekler eline yüzüne dokunur, ama ne elini
kaldırır, nede sinirlenir, hiç tepki vermezdi. Yanındaki şekerleri, gelen
çocuklar için saklardı. Bu yüzden çocuklar hep etrafında, şeker ana derler,
elinden öperler ve şekerlerini alırlardı. Sonra koşarak yanından
uzaklaşırlardı. Evin avlusunda böyle oturuşu ile tüm zamanını sıkılmadan nasıl
geçirirdi anlamazdım asla.
Hayatta kalan tek oğlu, öyle
otoriter ve acımazsız olmasına rağmen, annesini gördüğü zaman yumuşar, bir kedi
gibi sessizce oturuverirdi yanına. Şeker ana kendisinden şikâyetçi olur ama oğlu
ona tek bir karşılık vermezdi. Zaman 1960lı yıllardı. Anneler çocuklarına otoriter
olmayı öğretir, erkek evladı olmak da bu yüzden de köyümüzde büyük bir itibar
demekti. Eve gelen gelin evin en küçük erkek çocuğuna bile ağam demek
zorundaydı. Gelin, kocasının çoraplarını çıkarır, bir leğen içinde itina ile
yıkardı. Konuşamaz ve eşinden talepleri olamazdı. Şeker anada bu cendereden
geçmiş, torun sahibi olmuş, başköşede oturmayı ve erkek çocuğu olmanın itibarı
ile hizmet görmeyi hak etmişti!
Acılar içinde ve işkenceden
farksız gelin olduğu yerde gençlik yılları biterken, aynılarını yeni nesile
aktarmak Şeker Anaların en büyük zevkiydi. Onlara göre erkek ne yaparsa
haklıydı. Eve para getirsin yeterdi. Ne baba gibi ne eş gibi ne de sorumluluk
sahibi gibi görünmezdi. Annesi ne emrederse yapılmazsa, yapılmazsa gelin övülürdü.
Dövüldüğü için kimse acımaz. Aksine suçlu olduğu kabul edilerek, kimse onunla
konuşmazdı. Kadın evlendiğinde başlık parası ile alınır, köle satın alınır
gibi, sonrada geldiği evin sahibi tarafından kullanılırdı. Neyi derlerse yer,
ne giy derlerse giyinir, ne zaman uyu derlerse uyur, ayın gel-gitleri gibi her
an çektiği işkencesi devam ederdi.
Kadın, Şeker Ana rütbesine erdiği
zaman-ne eli tutar ne ayağı onu çeker, ne nefis savaşı kalmıştır, ne de
sağlıklıdır- yarım görünümünde, şaşalı koltuğunda oturmaya devam ederdi. Öylesi
yalnız, öylesi sevgiye muhtaç ve öylesi acınası… Şeker verdiği çocuklar severdi
sadece onları. Bu yüzden ne oğlu şekersiz bırakır nede şeker vermediği çocuk
kalmazdı.
Kadınlar sabah güneş doğmadan
çalışmaya başlar ve gece yarısına kadar bu durmaksızın devam ederdi. Sabah
havyaların sütünü sağdıktan sonra çobana teslim eder, ardından tandırı yakar,
sütleri ve ekmeği pişirir. Kahvaltıyı hazırlar, öğlen yemeği için yemekleri
ayarlar ve tarlaya gider, akşama kadar tarlada, güneşin alnında ter döker,
akşam eve gelir, gelen davarları ahıra sokar, akşam yemeğini hazırlar, toplar,
çocuklarını uyutur ve gecenin deminde kocasının gönlünü de yapar ve o kahveye
gidince azıcık uyurdu. Ne yorgun olmaya, ne hasta olmaya ve nede şikâyet etmeye
hakkı yoktu. Üstelik bu çalışmasından şeker analar memnun olmazsa üzerine kuma getirilirdi
de...
Şeker analara sorsan
kaynanalarını yerden yere vururdu. Her konuşmasında ona yaptığı işkenceye
dönüşen kötülüklerinden bahsederlerdi. Bir gün gelirde kendi gelininin kendisi
hakkında böyle konuşacağını aklına bile getirmezdi. Bu bir gelenekti, adı
batsın…
Günümüzde kadınlar erkekler kadar
çalışıyor, hayata eşleri ile birlikte tutunuyor. Kendilerinin ayrı evleri ve
yuvalarında ki paylaşımları mutlu yaşamaya yönlendiriyor. Gelin kaynanayı
görmüyor bile. Çocukların şeker anası da yok, varsa da yoksa da sanal dünyaları
ve doğal olmayan ne varsa yedikleri ortamları mevcut.
Sanırım bunun ortası bulunmalı
ama nasıl…
Saffet Kuramaz