Dürüst olmayanın, ahlaksızın ibadeti de boştur. Ahlaksızdan çıkan bir ibadet Cenab-ı Hakkın katına çıkamaz. ADNAN ZEKİ BIYIK
Kötülüğü yaptığımızda hilkate aykırı davranmış oluruz dolayısıyla manevi boşluklar, gerilimler, stresler, depresyonlar ardı sıra gelmeye başlar. ADNAN ZEKİ BIYIK
Bu hafta aslında herkesin tanıdığı bir konuğum var. Kırklareli müftü yardımcımız Adnan Zeki Bıyık…
Aslında Popstar Müftü olarak tanınan “Bin kere maşallah” dedirtecek kadar aktif, çalışkan, bilgili, eğitimin en üst seviyesinde topluma örnek kişiliği ile hayran bırakan hocamızın biyografisine kısaca bir göz atalım dilerseniz.
1970 yılında Samsun Havza’da dünyaya gelen Adnan Zeki Bıyık, üç üniversitenin farklı bölümlerinden mezun, 5 yıllık İlahiyat Fakültesinin ardından da 2,5 yıl Kayseri’de Müftüler ve Vaizler ihtisasını tamamlamış, 4 yıl boyunca yine Kayseri’de TSM konservatuarına devam etmiş, aynı zamanda S.Ü. İslam Tarihi ve Sanatları Yüksek Lisans eğitimini üç yıl boyunca Dini Musiki olarak almıştır. Bu yıl da Türk Dili Edebiyatı lisans diplomasını aldı. Şu an basımda olan kitaplarının yanında birçok ciddi sitede köşe yazılarına, makalelerine devam etmekte. Arapça dışında İngilizce biliyor.
30 bestesi olan sıra dışı müftü olarak tanıtılmasına rağmen kendisine “Garibanların müftüsü” diyen kıymetli hocamız hakkında diğer bilgilere de söyleşimiz esnasında ulaşacaksınız.
Ne kadar bilgi o kadar da mütevazı…
Bunları ve başarısını konuşmak için kendisine ulaştığımda Allah razı olsun beni kırmadı.
“Kıymetli Hocam, hoş geldiniz. Söyleşi isteğimi kırmadığı için teşekkür ediyorum. Yoğun olduğunuzu bilen biri olarak sürekli bu tür isteklerin geldiğini çoğuna cevap veremediğinizi tahmin edebiliyorum. Kıymetli Hocam, Adnan Zeki Bıyık bugüne dek birçok başarıya imza atmış biri. Bu kimliği taşımak kolay olmasa gerek. Neler söyleyeceksiniz?
Efendim önce ben size teşekkür ederim. Sizin gibi değerli bir yazarımızın, edebiyatçı değerimizin söyleşisinde yer bulmak asıl benim için büyük bir devlettir. Yoğunluk konusunda haklısınız, oldukça yoğunuz, iş ve ev hayatımızın yanında birçok gazetede, internet sitesinde yazı yazıyorum. Sosyal medyada çok sayıda sorular geliyor onları cevaplandırmaya çalışıyorum. Bazılarına cevap veremediğim için sitemler aldığım da oluyor. Bazı okurlarımız, takipçilerimiz bir konu hakkında görüşlerimize başvuruyor. Bunlarla birlikte besteler, şiirler, konferanslar, sohbetler vb gibi kültürel faaliyetlerle günlerimiz oldukça yoğun geçiyor. Ama ne demiş atalarımız “İşleyen demir pas tutmaz” biz de bu ferman mucibince mütemadiyen çalışıyoruz. Allah tesirini halk etsin.
“Haksızlıklara tahammülünüz olmadığını sözlerinizi esirgemeden ilettiğinizi biliyoruz. Üstelik bunu bütün kibarlığınızla yapıyorsunuz. Dürüstlük size göre nedir?”
27 senedir kürsümde, konferansımda, makalemde tekmilen ana fikrim “dürüstlük” üstünedir. Allah her insanın fıtratına tabiri caizse bir çip yerleştirmiştir. Bu çip tanrısal nezahetle işlenmiştir. Daha net söyleyecek olursak her insan yaratılışı itibarıyla tertemizdir. Daha sonraları bu insan çevre ve diğer faktörlerin etkileriyle bozuluyor, aslı hüviyetini kaybediyor.
Bazı insanlar da düzgün bir eğitimle ve ahlaki olgunluğu hayat tarzı yapmış çevrelerin içinde yaşadığından DNA’sında olan o çipe uygun hareket ediyor ve bozulmayabiliyor veya çevresel menfi etkilerden az etkileniyor. Bazen yanlış bir işe el uzatacağınız zaman içinizden bir ses “dur ne yapıyorsun” der. İşte bu içinizdeki çiptir. Siz buna vicdan da diyebilirsiniz. Zaten vicdan kelimesinin anlamı da bulunan şey demektir. İçimizde bulunan, doğruyu gösteren şey. Eskiler vicdana bizim tabirimizle Tanrısal çipe “İçimizdeki Peygamber” derlermiş.
Yani bize sahtekâr olmamamızı, insanları kandırmamamızı, başkasının malına el uzatmamamızı, tüm mahlûkata karşı merhametli ve müşfik olmamızı, israf etmememizi, paylaşımcı olmamızı, ekmeğimizi komşumuzla bölüşmemizi, devletin (kamunun) hakkını zimmetine geçirmenin cehennem ateşi olduğunu bize hatırlatan bu çiptir. Din de bu çipi bozanları, ahlak kurallarını çiğneyenleri uyaran ilâhi buyruklardan oluşan bir kurumdur ki Allah aslî yapısından uzaklaşanlara içimizden biri olan yaşayan vicdanlarla seslenir ve uyarır ki Onlara Peygamber diyoruz.
İşte sorunuzun cevabı dürüstlük içimizdeki ilâhi denetim mekanizması olan vicdanın, bunun yazılı şekli olan dinimizin ve evrensel ahlâk kaidelerinin mucibince bir yaşayış ortaya koymaktır. Ağır gelse bile bir konuda karar verirken yakının dahi olsa adaleti çiğnemeyeceksin, dürüst olacaksın. Ferdi ibadetlerin (namaz, oruç gibi) eksikliğinde tevbe ettiğinizde Allah sizi bağışlayabilir ama toplumsal bir konuda kendi etrafını kayırıp, dürüst davranmazsan, başka bir tabirle hak ettiği halde bir hakkı hak edene değil de kendi yakınına ya da ahbabına verirsen bu ahlaksızlıktır ve ciddi bir kul hakkıdır.
Bu tip günahların bağışlanması hakkı yenen kişi ya da kişilerin helalliğine bağlanmıştır ki sonuçları itibarıyla uhrevi açıdan korkunç bir durumdur. Dünyevi açıdan da toplumda ciddi kaotik durumlar, güvensizlik, kin ve nefret oluşturur ki böyle toplumların inkırazı (yıkılması) çok uzun sürmez. Başka bir tabirle söylersek dürüst olmayan toplumların ömrü pek güdük olur. Aziz Peygamberimiz’ in çok anlamlı bir sözü vardır:
“Beni Hûd Sûresi kocattı” (ihtiyarlattı). Hûd süresindeki şu ayet Peygamberimizi yaşlandırmıştı:
“Ey Muhammed emrolunduğun gibi dosdoğru ol”
İşte İslam dininin Lazım-ı gayr-ı mütefarıkı yani olmazsa olmazı. “DÜRÜSTLÜK, DOSDOĞRU OLMAK”… Bir insan, insan olmak, iyi bir Müslüman olmak istiyorsa evvela dürüst olacak. Namaz kılıp sahtekârlık yapıyorsa, işçisinin hakkını yiyorsa, anne babasını huzurevine atıyorsa sizce onun namazı Allah katında değerli midir? Ya da ne kadar kabuldür. Laf buraya gelmişken size bir örnek vereyim. Örneğin ben inşaat yaptıracağım, işi verirken onun namazına orucuna bakmam, dürüstlüğüne bakarım, malzemeden çalmaması, işini sağlam yapması benim için önemlidir. İşte İslam Dini de yukarıdaki ayette bunu bize öğütlüyor. Ne iş yaparsanız yapın, dürüst olun, ibadet hayatınız, iş hayatınız, aile yaşamınız her yerde dürüstlüğü şiar edinmek şarttır. Aksi halde fabrika ayarları bozulur toplum canilerle dolar. Anomi baş gösterir. En nihayetinde tarihin çöplüğünde birilerinin müstemlekesi (sömürgesi) olarak yok olur gideriz. Her ne şartta olursa olsun doğruluğu hayat tarzı yapmışları Allah korur. Ziya Paşamızın sözünü hatırlayalım:
İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh
Yardımcısıdır doğruların Hz Allah
“15 yıl boyunca Ankara ve Kayseri’de müezzinlik görevleri yaptınız. Kültür olarak birbiriyle aynı sayılabilen bu şehirlerde çalışma ortamınız nasıldı? Ankara da görev yaptığınız zamanlarda Ankara Büyükşehir Belediyesi TSM ve THM korolarında korist olarak çalıştınız. Şu anda iki albümünüz piyasada. O günlere dair neler söylemek istersiniz?”
1989-1996 yıllarında Ankara’nın muhtelif camilerinde müezzin ve imam olarak hizmet verdim. Mûsikîye ciddi anlamda ilgim olduğu için hafta sonları Ankara Büyükşehir Belediyesinin Türk Sanat ve Türk Halk Müziği korolarına devam ediyordum. Biz din görevlilerinin büyük bölümünün içe kapanıklığı vardır. İşte ben o içe kapanıklığı o korolarda attım, sosyalleştim, kendime güvenim geldi. Eseri iyi seslendiriyordum fakat sahne başka bir şey. Eseri sesinizle icra ederken beden dili de buna eşlik etmek durumunda. Başka bir ifadeyle söylersek okuduğunuz eseri bedeninizin her zerresiyle yaşamanız lazım ki dinleyiciyi büyüleyebilesiniz.
Bu bağlamda benim sahnesel inkişafımda büyük katkısı olan Kültür Bakanlığı Sanatçılarından Ulya TURGUT Hanımefendi’den sahne estetiği ve diksiyon dersleri aldım. Arkadaşlar “Hocam sahneye çok hâkimsin” derler. İşte arkadaşlarımızın iltifatla bahsettiği o sahne hâkimiyetini o günlere borçluyuz.
Söz buraya gelmişken üzerimde o dönemde büyük hakkı olan Kültür Bakanlığı THM Sanatçısı Salih TURHAN Hocamızı anmak isterim. Kendisi bana koroda Karadeniz Türkülerini okuturdu ve her konserde ben eseri seslendirmeden hemen önce seyirciye dönerek “Şimdi bu türküyü seslendirecek kardeşimiz Adnan Zeki Bıyık bir din adamıdır, müezzindir. Eskiden din adamlarımız mûsikîye büyük emekler vermiş, sevgili Adnan Hocamız da o geleneği sürdüren az sayıdaki hocalarımızdan biridir” diyerek beni onore ediyordu.
Hakikaten o yıllarda dini mûsikî ile ilgilenen az sayıda din görevlilerini saymazsak kimse din dışı müzikle uğraşmıyordu. İlgi duyanlar da muhtelif çekincelerle ortaya çıkamıyor, ev ortamında bunu devam ettiriyordu. Hâlbuki ben TRT başta olmak üzere Ankara’nın en büyük salonlarında koromuzla birlikte konserler veriyorduk. Resim Heykel Müzesinden 100. Yıl Kültür Merkezine kadar, Büyük şura salonundan Gençlik Parkına kadar… Hatta o yıllara ait elimizde olan bir kayıtın linkini size vereyim de dinleyicilerimiz izlesinler. Bu arada o video 1996 yılına aittir, zaman zaman izler seneler nasıl geçmiş, saçlar siyahtı hey gidi günler diyerek duygulanırım.
LİNK:
https://www.youtube.com/watch?v=e6tdeKXChis
Albüm konusuna gelince şu an 4 tane albümüm oldu. Yalnız bunların hiçbirinin ticari amacı yok, tamamen bir kültür hizmeti olarak dördünü de kendi imkânımla bastırdım. Halkımızın istifadesine sundum. İçinde kendi bestelerim de olan bu albümlerin içinde Türk Sanat Müziğimizin, Türk Tasavvuf Müziğimizin ve de Türk Halk Müziğimizin seçkin örneklerinden eserler bulunmaktadır. Bazılarının içine de şiirlerden bir çeşni de yapmıştım.
Bunlar çok güzel emekler, Rabbim emeğinizi zayi etmesin kıymetli hocam. Devam edeyim sorularıma müsaadenizle, Afyon Dinar ve Konya Tuzlukçu’da müftü olarak görev yaptığınızı biliyoruz. Kardeşim de bir dönem Nevşehir vaizi olarak görev yapmıştı. Şimdi öğretim üyeliğine geçti. Müftülük ve vaizlik arasında çok fark olduğu kanısındayım.
Vaizler daha çok kürsülerde insanlarımıza öğüt verirler, sohbet ederler, bazen da müftülük de halkın dinî sorularına cevap verirler. Biz müftüler vaizlerin yaptığı bu işleri yapmakla birlikte idari anlamda da çeşitli görevleri deruhte etmekteyiz. Din görevlisi ve idari hizmetler sınıfında çalışan personelimizin idari işlerini yürütüyoruz, sağlıklı hizmet verilebilmesi noktasında personelimizin denetimini yapıyoruz. Bu anlamda Müftülük vaizliğe göre daha kapsayıcı, şümullü bir durum arz etmektedir. Biz tıpkı vaizlerimiz gibi çok miktarda vaaz verip yurtiçi ve yurtdışı konferanslar vermekteyiz, okuyucularınız izlemek, dinlemek isterse internete Adnan Zeki Bıyık Vaazları şeklinde yazarak bulup dinleyebilirler.
Çok iyi olur. İnşallah çokça dinlenir, hazır bilgiye ulaşırız. Peki hocam, birçok musiki topluluğu kurduğunuzu binlerce de konser verdiniz Özellikle Çorum Ortaköy ilçesinde Şapinuva İmamları koronuz hakkında bilgi almak istiyorum. İsmi ne anlama geliyor, nasıl kuruldu, neler yaptınız?
Efendim ben çok sayıda mûsikî topluluğu ve koro kurdum ve yönettim. Kayseri Neveser Mûsikî Topluluğu, Kayseri Aydınlar Ocağı TTM Korosu, Hakkari Çukurca’da Müftü ve Melekleri Korosu, Tuzlukçu’da Nasrettin Hoca TTM Korosu, Beyşehir Eşrefoğlu TTM Korosu, Çorum Ortaköy Şapinûva İmamlar Korosu” ve onlarca ismini yazamadığım okul koroları vs… Siz Şapinûva İmamlar Korosunu sormuşsunuz onu cevaplandırayım.
Ben Çorum Ortaköy İlçesinin Müftüsü olarak atandığımda hemen imamlarımızdan güzel seslilerden bir koro oluşturdum. Malumunuz Çorum ve civarı Hititlerin yaşadığı önemli bir Anadolu Medeniyetinin üstüne kurulduğu bir coğrafya. Hititlerin dinî başkentliğini yapmış Ortaköy’ün o dönemdeki adı ŞAPİNÛVA’dır. Biz de koromuzun adını daha da orijinal bir şey olsun için öyle yaptık. Şapinuva Koromuz ve diğer kurduğum korolarla binlerce konserler verdik. Milli - Dinî gün ve gecelerde hem şarkı, hem türkü hem de ilahiler okuduk, kahramanlık türküleri seslendirdik. Tüm bunlarla milli kültürümüze hizmet ettiğimizi düşünmekteyim. Çünkü çok sayıda olumlu tepki almaktayım.
“Plan ve program dâhilinde çalışılırsa birçok iş elbette başarılabiliyor fakat fedakârlık ve çalışkanlık gerekiyor. Sizin bu kadar faal olmanız çevrenizdekiler tarafından nasıl yorumlanıyor? Tepkiler nasıl?”
Çok planlı çalışmam aslında. Örneğin ben uzun yıllardır geceleri uyumam, geceleri okurum, üretirim, ilhamlar ne hikmetse geceleri geliyor insana… Plan konusunda değil ama çalışmanın çokluğu anlamında doğru söylüyorsunuz evet çok çalışıyorum. Örneğin bazıları ülkemde Kurtlar Vadisi, Survivor izlerken veya bir spor yorumlarını izleyerek saatlerini heba ederken ben hep okurum, okuduklarımdan öğrendiklerimden ve yaşadığım deneyimlerimden mükevven (oluşan) müktesebatımı yazıya dökerim, makale yazarım ya da güncel olaylar hususunda yorumlarımı kaleme alırım.
Şuan birçok büyük haber siteleri de dâhil internet ortamında 3000’den fazla makalem, köşe yazım bulunmaktadır. Biraz değişik bir üslup da kullandığım için yazılarım çok okunmaktadır. Örneğin “Ruhu Çıplak Başı Kapalılar” adlı yazım beş milyondan fazla okuyucumuz tarafından okunmuştur. Bu yazım liberal sitelerde ve muhafazakâr haber sitelerinde ser manşet olmuş bir yazıdır. En çok okunan yazılarımdan biri de “Venezüella Devlet Başkanı Chavez öldüğün de “Keşke Chavez’in yerine Suudi Kralı ölseydi” adlı yazımdır ki en çok okunan ve takdir edilen bir yazıydı bu… Sözün özü insanların sizi çok okumaları ve beğenmeleri çok çalışıp kaliteli şeyler üretmenize bağlı. Burada insanımıza sesleniyorum: Dinimiz iki günü eşit olan ziyandadır demiş. Onun için her gün yeni şeyler öğrenmeliyiz, kendimizi geliştirmeliyiz. Unutmayalım küresel dünyamızda iki büyük güç var biri ekonomi diğer bilgidir. İslam’ın ilk emrinin “oku” olması Yüce Allah’ın hadisenin nezaketine dikkatimizi çekmesiyle ilgilidir.
“Adnan Zeki Bıyık zamanı iyi değerlendiren bir üstat, onun bir günü nasıl geçer, biraz bahseder misiniz?”
Bahsetmiştim, ben geceleri uyumam, okumalarım, ilhamlarım hep gece olur. Ne hikmetse gürültüde beynim sağlıklı çalışmıyor, gece sessiz ve dingin… Bu dinginlik bana ürettiriyor… Makale, şiir, beste vs. Gündüz malum kurumda idari işlerle meşgulüz, fırsat bulduğumda ya bir makale okurum ya da yarım kalan kitabımı… Bir de bazen dinlenme kabilinden eski şarkıları dinlerim. Eski icracıların sesleri ve içten okuyuşları beni daha çok etkiliyor. Ayrıca sevenlerimiz şaşırabilir ama ben her gün Rodrigo’nun konçertosunu dinlerim. Hatta ofisimde o eser derinden devamlı çalar durur.
Kuran-ı Kerim’i Muharrem Arslantürk’den dinlerim. Ben anlamını da anladığım için rahmetli Hocamızın okuyuşuyla çok duygulanırım. İşte günüm böyle geçiyor. Eskiden aktif sahnede idim ve daha hareketli geçerdi günlerim ama şimdilerde idari görevim olduğu için sahneye çok zaman ayıramıyorum. Kutlu Doğum ya da Çanakkale Kahramanlık Gecelerinde birkaç sahne o kadar…
“Adnan Hocam, kaderimiz bizim elimizde olabilir mi? Bazen olmayacak meseleler için kendimizi yıprattığımız oluyor, manevi çöküşler yaşıyoruz, dualarımız mı çabalarımız mı yetersiz kalıyor bilemiyoruz. İmanımız olmasa, umutlarımız olmasa ayakta duramayacağımız günler oluyor. Hani gençler “Benim bir arkadaşımın başına gelmiş” diye cümleye başlar ya ben öyle başlamadan soruyorum size, ne yapmalıyız?”
Allah bize irade vermiştir birçok şeyi bu irade ile kendimiz yaparız. Allah bizi zorlamaz. Serbest bırakmıştır ama iyi olanı ve kötü olanı bize göstermiştir. Bunu ayrıca yukarıda bahsettiğim şekilde hilkatimize yerleştirmiştir. Kötülüğü yaptığımızda hilkate aykırı davranmış oluruz dolayısıyla manevi boşluklar, gerilimler, stresler, depresyonlar ardı sıra gelmeye başlar.
Dikkat ediniz çok varlıklı, şöhretli nice insan depresyon hapı kullanır. Bir araştırma yapmıştım dünya çapında ünlü aktör ve aktrislerin büyük bir bölümü uyuşturucu müptelasıdır. Aslında aradıkları şey huzur ve mutluluktur. Hepimizin öyle değil mi? Ama insanlar çok önceleri DNA’mıza yerleştirilen tanrısal çipin doğrultusunda hareket etmediğinizden çeşitli ıstıraplar, depresyonlar, bunalımlar, intiharlara sürüklenmektedir.
Esas ihtiyaç para vs den ziyade maneviyat eksikliğidir. Sorunuza dönecek olursak hayatımızı devam ettirirken çalışır didiniriz. Tam sonuca ulaşacakken bir tecavüzkâr gelir onu elimizden alır. Ya da ne bileyim istediğimiz şeye ulaşamayabiliriz. Allah kullarını muhtelif imtihanlarla imtihan eder. Bu, ya daha iyisini vermek içindir ya da onun hayrına bir durum yoktur da onun için nasip etmeyebilir. Ya da bazen bir nimeti ona geç verir sabrını ölçer, duayı bırakıyor mu bırakmıyor mu diye mühlet verir. İnternette çok rastlamışsınızdır. Bazı olayların neticesini gördükten sonra Allah’ım iyi ki o konuda sana yaptığım duayı kabul etmemişsin” dersiniz. İşte biz perdenin ötesini bilemeyiz. Biz kul olarak, iyi bir insan olarak tüm çalışmamızı dürüst bir şekilde ortaya koyarız sonra da “Allah’ım bu benim için hayır getirecekse onu bana nasip et” deriz ve ilerisini Allah’a havale ederiz. Doğru olan bu…
Bu durum ciddi anlamda insanda rahatlamalar husule getirmektedir. Bazen istediğimiz şey bir zorbaca elimizden alınır, elimiz kolumuz bağlıdır. Böyle bir durumda “Çaresiz kaldım Yarabbi... Hadiseyi sana havale ediyorum”diyeceksiniz… Unutmayın, zulmeden eninde sonunda cezasını buluyor. Ben bunun çok örneklerine şahit oldum… İbrahim Süresinde beni oldukça fazla etkileyen muhteşem bir ayet var. Şöyle ki:
“Sen, zalimlerin yaptıklarından Allah'ı habersiz sanmayasın. Ne var ki O onları, sadece gözlerin yuvalarından fırlayıp bir noktada donakaldığı bir güne ertelemektedir.”
Diğer taraftan birçok olumsuzluklar yaşarız, bazen de yüksek nimetlere aniden kavuşabiliriz veya çok sevdiğimiz bir yakınımızı kaybederiz, böyle bir durumda nasıl davranıyoruz, Allah buna bakıyor. Olumsuzluk anında isyan mı ediyoruz, sabır mı gösteriyoruz. Bir nimete ulaşınca şükredip paylaşımcı mı oluyoruz yoksa cimriliğimiz mi artıyor. Tüm bunlar Allah’ın kullarını imtihan etmesi ile ilgilidir. İmtihanı iyi başarmak için gayretkeş olmak iktiza eder.
Yüce Allah Mülk Sûresinde şöyle buyurur:
“Hanginizin daha güzel iş yapacağını belirlemek için sizi imtihana çekmek üzere ölümü ve hayatı yaratan O'dur. Azîz'dir O, Gafûr'dur.” (Güçlüdür, bağışlayıcıdır)
Siz inançlısnız, çalıştınız arzu ettiğinize şeye ulaşacakken onu bir zalim elinizden alırsa burada siz sabrınızla büyük bir ödül alırken zalim durumunda olan cehennem ateşine biraz daha yaklaşacak. Belki ileride o zalimi dünyada rezil-rüsva eylerken size o nimeti gecikmeli de olsa verecek. Vermediği durumda da “Ha bu benim hakkımda hayırlı değilmiş demek ki” diyeceksiniz. Her şeyin bir hikmeti vardır.
Hocam, beni ağlattınız. Doğru yoldayım diye de sevindim. Rabbim ayırmasın.
O halde size bir hikâye de anlatayım:
Bir padişah veziriyle ava çıkar. Tanınmamak için kıyafetlerini değiştirirler. Fakat vezirin bir âdeti vardır. Ne olay olursa olsun, “Efendim, bir hikmeti vardır” der. Padişah avını vuramayınca, “Efendim, üzülmeyin, bir hikmeti vardır” der. Padişah çukura düşünce, “Efendim üzülmeyin, bir hikmeti vardır” der. Padişahın gözüne bir çubuk gelerek, gözünü çıkarıp, kör eder. Vezir yine “Efendim, bunun da bir hikmeti vardır” der. Artık padişah dayanamaz, “Gözüm çıktı, hâlâ hikmeti vardır diyorsun, defol buradan!” der ve vezirini kovar.
Vezir ayrıldıktan bir müddet sonra, eşkıya o beldeyi basar ve padişahı yakalarlar. O her ne kadar, “Durun, ben padişahım” dese de, inanmazlar. Bir yere götürüp, “Bizim reisimizin bir adağı vardı. Bize, ‘Canlı olarak ilk yakaladığınızı adak olarak kesin’ demişti. Onun için, şimdi seni boğazlayacağız” derler. Yere yatırırlar, tam kesecekleri vakit içlerinden biri, “Bunun bir gözü kör. Durun, körden kurban olmaz” der. Durumu reislerine sorarlar. Reisleri de, “O zaman bırakın onu, başkasını bulun!” der.
Padişah ölmekten kurtulup saraya gelince, “Hemen bana veziri bulun!” der. Vezir gelince, padişah özür diler. “Sen haklıymışsın, seni kovdum ama yanlış yapmışım, hakkını helâl et” der. Vezir de, “Efendim üzülmeyin, kovmanızda da bir hikmet varmış. Beni kovmasaydınız sizin yerinize beni keserlerdi. Çünkü benim iki gözüm de sağlam. İyi ki beni kovdunuz” diye cevap verir. Padişah da, “Sübhanallah, seninle başa çıkılmaz” der.
Dolayısıyla her şeye üzülmek doğru değildir. İstediğimiz şekilde neticelenmeyen bir iş için, üzülmemeli ve üzerinde ısrar etmemeli. Onun da bir hikmeti vardır demeliyiz.
Hikâyeyi hatırlatmanız çok iyi oldu, Allah razı olsun. Adnan Hocam, geleceğe dair planlarınız nedir, biraz ipucu alabilir miyim? Musiki alanında meslek yaşamınızda hedefleriniz nelerdir?”
Ben önümüzdeki yıl Allah kısmet ederse Dinî Mûsikîden ya da Türk İslam Edebiyatından doktora yapmak istiyorum. Doktoramı bitirince de üniversiteye iltihak etmek istiyorum. Emekli olunca da daha önce kurduğum sevgi kümesinin bir benzerini kuracağım inşallah. Bir de büyük bir projem var ama gerçekleştirebilir miyim bilemiyorum. Ancak devlet destek verilirse yapılacak bir şey. Türkiye’nin dört bir yanında görev yapan en güzel sese sahip mûsikîde temayüz etmiş hocalardan müteşekkil bir “Dünya Hafızlar Korosu” Korosu kurmak… Bu ekiple tüm dünyada konserler vermek… Türk-İslam Kültürünü değişik coğrafyalara yaymak…
İnşallah bunlar nasip olur hayırlısıyla diyelim o halde. Adnan Hocam, basıma hazır kitaplarınız hakkında okurlarımıza bilgi veriri misiniz?”
1-Fetvalarım,
2-Makalelerim,
3- Kuyucu Ziyânet Paşa (Roman)
4-Atatürk ve etrafındaki müzisyen din adamları
5- Zeki Müren’in Hayatı ve Türk Mûsikîsine Kazandırdığı Yenilikler ve Emir Sultan İlahisi adlı eser (Lisans tezi)
6-Günümüz müzisyen Din Adamları (Yüksek Lisans Tezi) Bu eserin içinde Dinî Mûsikî formları ile beraber On tane tanınmış müzisyen din adamının da röportajı bulunmaktadır. Bu röportajları bizzat ben yaptım.
“Videolarınıza You Tube’dan ulaşabiliyor, güzel sesinizle bestelerinizi dinleyebiliyoruz. Güftesi size ait olan bir ilahinizin sözlerini bizimle paylaşır mısınız?”
Başta youtube olmak üzere birçok paylaşım sitesinde 1 milyonu aşkın vaaz, konferans, konser, şarkı-türkü-ilahi kayıtları, söyleşiler, TV programlarımız bulunmaktadır. Çok sayıda üstadın şiirlerinden ve kendi yazdığım şiirlerden de seslendirdiğim binlerce şiir videolarım vardır.
Güftesini kendim yazdığım bir ilâhimi isteğiniz üzere arz ediyorum:
(11’li hece ölçüsü ile yazılmıştır)
BAĞIŞLA AFFET ALLAH’IM
Sayısız nimetin yedik bitirdik
Yapmadık şükrünü aşkın yitirdik
Üstüne üstlük de günâh getirdik
Âsiyiz, bağışla, affet Allah’ım
*****
Pişmanız, akıyor gözden yaşımız
Eğildi yerlere şu gafil başımız
No’lur imdat et kaynasın aşımız
Zekîyiz; bağışla, affet Allah’ım.
Kaleminiz daim olsun demek istiyorum. İnsanlara makalelerinizle olsun vaazlarınızla olsun birçok tavsiyelerde bulunuyorsunuz. Bize de mutlaka ve asla diyeceğiniz tabiri caizse birkaç öğüt verir misiniz?
Ben şiir yazarken kullandığım iki mahlasım var birisi Zeki diğeri Aşkettin’dir. Aşkettin mahlası Nasrettin Hocamızdan mülhemdir. Zaman zaman Aşkettin’den öğütler diye sosyal medyada nasihatlerde bulunurum. Din nasihattir demiş Aziz Peygamberimiz: İşte birkaç önemli öğüt
-Allah’a gönülden inanın, Allah’ı diğer sahte ilahlara değişmeyin.
-Anne ve babanıza hep iyilik yapın, asla onları incitmeyin
-Başta komşularınız olmak üzere toplumda kimse sizden zarar görmesin.
-Sayısız nimetlerine karşın her zaman Yaradan’a şükretmeyi unutma.
-Yetimlere sahip çık. Bir yetimi giydirmek Allah’ı hoşnud tüm meleklerin gönlünü şâd eder
-Yetimin hakkına el uzatma, Yetim hakkı yiyenler cehennem odunudur.
-Tebessüm et, mahzun gönülleri ihya et, Gariplerin gönlü direkt Allah’a bağlıdır.
-Kur’an başucu kitabınız olsun. Hiçbir öndere ihtiyaç yoktur. Kuranî yaşantısıyla en büyük örnek model Peygamber Efendimizdir. Hayatında eğrilik bulunmayan tüm zamanların en büyük lideridir. Yüce Allah’ın evrenimize en büyük armağanıdır Hz Muhammed (s.a.v)
-Çoluk çocuğunuza, genç nesillere Allah ve Peygamber aşkını, vatan, bayrak sevgisini küçükten öğretin.
-Elinden geldiği ölçüde Allah’a kulluk et, Onu tesbih et, Çünkü en vefalı dost O’dur.
-Kamunun malına el uzatma, her günah pişmanlık anında bağışlanır ama kamu hakkı insanı dünya ahiret perişan eder.
-İnsan, hayvan, bitki tüm mahlûkata merhametli ol, müşfik ol ki Allah da sana şefkat etsin
-Kış günü kuşlara, kedi ve köpeklere ekmek ver
-Ormana ilişme, yaş kesenin iflahını keserler ötelerde
-İşini düzgün yap, malzemeden çalma. Hayatının her alanında dürüst ol. İslamiyet dürüstlük üzerine bina edilmiştir. Dürüst olmayanın, ahlaksızın ibadeti de boştur. Ahlaksızdan çıkan bir ibadet Cenab-ı Hakkın katına çıkamaz…
-Fakiri görüp gözet
-Dilinden gıybet ve dedikoduyu, gönlünde kin, nefret ve fesatlığı sök at.
-Yukarıdaki öğütleri tutarsanız sadece iyi bir Müslüman değil aynı zamanda iyi bir insan da olmuş olursunuz. Cennete de iyiler girer.
Elimden geleni yapacağım sayın hocam. Allah razı olsun. Yordum sizi ama torpile karşı olduğunuzu biliyoruz. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?”
Efendim, uzun yıllardır makaleler yazar, konferanslar verir vaazlar yaparım. Hemen hemen her sohbetimde her yazımda kamuyu içten içe çökerten ve en büyük kamu-kul hakkı olan bu torpil konusuna değinmeden geçmem.
İslam Dini’nin ana kaynağı olan Kuran-ı Kerim açık açık Emanetlerin layık olanlara verilmesini emrederken, muhtelif taassuplarla “Bu bizim yeğen”, “Bu bizim tarikattan” “Bu bizim cemaattan”, “Bu bizim mezhepten”, “Bu bizim siyasi oluşumdan” diyerek milyonlarca insanının hukukuna tecavüz ederek ve Allah’ın bu muhteşem ayetini fütursuzca çiğneyen kimselerin hukuku yenen o insanlarla helalleşmedikçe hiçbir şekilde cennete gidemeyeceklerini sohbetlerimde söylüyorum.
Bu tip davranışlar Allah katında ağır bir günah olduğu gibi, insanlık nazarında da oldukça ahlaksız bir davranıştırlar ve bu durum dine de devlete de ihanettir. Hatırlayınız; Osmanlı’nın çöküşünü hızlandıran ve en nihayetinde devlet-i aliyyeyi bitiren şey, bu tip tayinlerle kudretli mevkilerin ayakçıların (liyakatsizlerin) eline verilmesi sebebiyledir. Sonuçta mülkün inkırazı tahakkuk etmiştir.
Padişahın altındaki bürokratlar, kayırma ve iltimas işlerini o kadar çoğaltmışlar ki, rüşvet karşılığında kapı gibi makamları ulufe gibi ipsize sapsıza vermişlerdir ki kepazeliğin geldiği vaziyeti anlatabilmek için devrin padişahı 3. Mustafa şu dörtlüğü söyleyerek isyanını deklare etmiştir.
"Yıkılupdur bu cihan sanma ki bizde düzele
Devleti, çarh-ı deni verdi kamu müptezele
Şimdi ebvab -ı saaddette gezen hep hezele
İşimiz kaldı heman merhamet -i lem yezele."
("Bu dünya yıkılsa da, bizde memleketin düzeleceğini sanma. Alçak felek, devleti, tümden alçak kişilerin eline verdi. Şimdi devlet dairelerinde makamlara gelenler hep bayağı kişiler. (cahil ve liyakatsiz, fırsatçı, yalaka ve rüşvet ehl-i kimseler) Hal böyle olunca bizi düzeltebilecek tek güç merhamet-i büyük olan Allah’tan başkası değildir.)
Dürüst, ehl-i liyakat, adil düzgün bürokratlar da var tabii ki yalnız bazı oppürtünist ve Allah’tan korkmaz üst düzey bürokratlar maalesef yukarıda mezkur hassasiyetlere dikkat etmiyor. Neticede kul hakkı yiyip cehennemi hak etmekle kalmıyor, devletin önemli mevkilerini dağıtırken adaleti ve liyakati gözetmediğinden felsefi anlamda devletin köküne maalesef dinamit koyuyor. Zaten son dönemde ülkemizde yaşadığımız kaotik durumun yegâne sebebi yukarıdaki ayetin hükmünün çiğnenmesidir. Torpilin ve kendi klikdaşını/yandaşını kayırmanın kaçınılmaz sonucudur.
“Okurlarımıza iletmek istediğiniz herhangi bir mesajınız var mı?”
Okurlarıma mesajım şu:
Rahmetli Barış Manço derdi ki: Türk Milleti televizyonların başında ve stadyumlarda ziyan olup gidiyor. İşte ben de bu bağlamda okurlarımıza tavsiyem o ki: İnsan hayatındaki en kıymetli sermaye olan zamanı içi boş dizileri izleyerek, lüzumsuz maç yorumlarını saatlerce izleyerek veya internette laylaylom muhabbetleriyle öldürmesinler. Ömrümüz hızla bitiyor. Hem bu dünyada iyi anılmak hem de ötelere güzellikler götürebilmek için okuyalım, üretelim eser bırakalım. Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri demiş atalarımız… Bir Batılı düşünür “Dünyada iki güç var demiş: Biri Para diğeri bilgi…” Etrafımız düşmanlarla dolu. Ülkemizde birçok emperyalist zorbanın gözü var malumunuz. Son toprağımız olan Türkiye’mizi koruyabilmek için çok çalışmalı çok okumalı çok üretmeliyiz. Emperyalist güçler sanayi üretirken biz dizi izleyerek ya da amigoluk yaparak ayakta kalamayız…
“Kıymetli vaktinizden ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Her alanda başarınız daim olsun, Allah yar ve yardımcınız olsun demek istiyorum. Saygılarımı sunuyorum efendim.”
Estağfurullah, bana bu fırsatı verdiğiniz için ben size teşekkür ediyorum.
Allah’ın sevgisi sizin, ailenizin, tüm sevdiklerinizin ve okurlarımızın üstünden eksik olmasın efendim.