O kadar
dolmuştum ki onsuzlukla sonum hayrolur diye düşünüyordum. Rabbim affetsin beni.
Ve esasen kendimi ifade ettiğim satırları hikaye etmek istedim. Bir nevi kalbi
arınmadır yazma hissi bende, bir nevi içimi pazar eylemedir.
Siz hiç yâr
diye sevdiniz mi birisini. Onsuz kaldığınızda kendinizi yardan attınız mı? Yârsizliğin
sonunu yar bildiniz mi? Yardınız mı yüreğinizi kara saplı bir bıçak ile, tuz
bastınız mı taze yaranıza?
Bir adam bu
kadar mı çok sever bir kadını, bu kadar mı çok hasretini çeker? Gündüzünü gece
eyler, gecesini zehir... Çiçeği dikene döner, kaburgaları kırılıp kalbe batar.
Değme şairler onun yanında şaircik kalır, üstad diye bilinen
yazarlar onun yanında çırak sayılır. İçtenliği alıp götürüyor okuyanı, etkiliyor
kalbi olanı.
Gökten
süzülüp gelen bir alıcı kuş gibi yüreğini söküp almıştı sevdiği. Gelen
sevgiliyse onun için can verilmez mi, Hazreti İsmail olmaz mı insan, baş uzatmaz
mı o bıçağa? Uzanan el sevgilinin eliyse
kuyularda Yusuf olunmaz mı, vasıl olunmak istenen Leyla ise çöllere düşüp Kays
olunmaz mı uğruna?
Yazdıklarım
arzıhalimdir, böyle okunsun. Ve bir nefeste okumanız için ve içimin nasıl onunla
dolduğunu anlamanız için de kocaman bir paragrafla anlatacağım derdi derunumu.
"Olmadığın bu dünya var ya, dönmesin
daha iyi!" demişti adam bir defasında. Bu nasıl bir aşk ki ruha
yapışıp kalmış. Onu yârdan ayırmanız imkansız. Adam bir kene gibi yapışıp
kalmıştı kadının aşkına. "Olmadığın
bu can devrilsin. Seni aydınlatmayan bir güneş sönsün. Sana açmayan bir çiçek
solsun. Görüyorsun ya, nasıl da sana kurmuşum kendimi? Bir saat gibi hep sende
takılı kalıyorum. Sana beş var mesela seni beş geçiyor." Kalpte ne
varsa söze de o yansır. İçte ne varsa dışarıya da o akar: yağmur, kahır hem de
sicim sicim... "Kalp ibrem sana
dönük, dört yanım sen... Sen bana ay gibi parlak gelen sevgili! Yıldız gibi
erişilmez olan ve okyanus kadar derin... Sende boğulmak ne de güzel, yok olmak..."
Aşkın müşahhas haliydi adam, ağzına kadar aşk doluydu, yüzü gözü aşkla
hemdemdi. Bir kadın ancak bu kadar sevilirdi, adamın kadına duyduğu aşk, aşkın
Everesti'ydi. Yeryüzündeki bütün aşkların toplamı dahi adamın aşkının yanında
tepecik gibiydi, aşkın zirvesiydi. Rakımı yüksek olanlar anlardı adamın hali
pürmelalini. "Bana seni vermeyen
bir dünya olmasın daha iyi! Kime yâr olmuş ki bu dünya, bana da sensiz dar
olmuş işte! Neden yaşıyorum, inan ki bilmiyorum? O kadar şuursuzum ki ardından hiçbir şey bana
tat vermiyor. Kalabalıkların içine karışıyorum, parkama sarılıp akıyorum
öylesine. Bir iki damla gözyaşım misafirim hep, ele ele tutuşan bir çifti
görmeyeyim!" Hiç nefes almadan sevebilirdi adam, kadını. Hiç durmadan
koşar gibi, hiç uyumadan... "Sen
nerdesin şimdi, neden bu kadar uzun sürdü yokluğun, bir şey mi oldu yoksa, bir
sevdaya mı kök saldın salkım saçak filizlenmek için mutluluğa? Bensizliğe mi
yelken açtın pupa yelken bir daha dönmemek üzere? Bir hakim edasıyla kırıp
kalemi beni sensizliğe mi mahkum ettin? Beni unuttun mu, yok mu bildin? Ama
yaşıyorum ben zor da olsa!" Yazdığı her cümle, sarf ettiği her söz,
mana yüklediği her kelime ve vurguladığı her ses adeta kanatlanıp uçan birer
sihirli kelebek oluyor ve göz koyduğu kalbin dallarına gelip konuyordu. Yâre
selam oluyordu, yara oluyordu kalbe. "Kaç
yalnızlığı giyindim üstüme, kaç kat hüzne sarıldım? Ve olmadığın her gün
sarsıla sarsıla ağladım. Sandım ki deprem oluyor içimde, katıla katıla çağladım.
Sen nerdesin allah aşkına! Farz et ki senden sonra üzerime kaynar su dökülmüş ve
yanmış sensiz sol yanım, kaburgalarıma değin tesir etmiş. Tek merhemim de sensin
yani gelmeyecek misin? Boğuluyorum el
uzatıp almayacak mısın? Düşüyorum uçurumdan tutmayacak mısın?" Apansız
inen geceye benziyordu bazen, bazen de kış günü pırıl pırıl parlayan güneşe... Hiçbir
şekilde göze görünmüyordu. "Sen
nerdesin ya, nerelere gittin? Hangi sokakları bensiz gezdin, hangi bankta
oturdun tek başına, hangi soğuğu yedin, hangi yemeğe tek başına kaşık salladın ve
hangi şarkıyı dinledin? Beni bu şehirde
öksüz koydun, sokaklarına mecbur kıldın. Nerdesin sahi?" Adam o kadar
güzel anlatıyordu ki derdini insanın kıskanası geliyordu, sebep yokken mutlu
olası... "Bu adam daha kaç bahar
bekleyecek seni? Kaç zemheri yaşayacak, kaç yanık atlatacak ve daha kaç damla gözyaşı dökecek? Mutlu değilim hiç, eksik her yanım. Çayı bile
şekersiz içiyorum. Hayatı sensiz yaşıyorum. Tatsız ve tuzsuz her şey. Gül
kokmuyor, papatya açmıyor, güneş çıkmıyor, yağmur dinmiyor. Olmuyor işte
olmuyor! Sensiz hayat çekilmiyor. Her taraf buram buram sensizlik kokuyor. Cehennemin
stajındayım sanki bu dünyada, içim kor kor yanıyor. Uçasım var şöyle en
yükseğinden, konasım var yüreğinin dalına, öpesim var doyasıya varsan tabi! Ölesim
var yoksan tabi! Ruhumu sende kaybedesim var. Bir sünger gibi seni kendime
çekesim var. Her tarafım kırılasıya sana sarılasım var. Neredesin sen?"
Böyle işte benim içim sakın dışıma bakıp da aldanmayın. Beni mutlu
addetmeyin. O içi dışı dertle yoğrulmuş, hüzünle sıvanmış adam benim.
-