Nasıl uyandığımı hatırlamıyorum. Hatırladığım şey saate bakar bakmaz işe geç kaldığımı anladığım ve al acele evden çıkmış olduğumdu. Hava müthiş derecede soğuktu ve kar yağıyordu. İnsanlar telaşla sağa sola koşturuyorlardı, ne de olsa kimse boş boş oturarak geçim sağlamıyordu. Herkes geleceğinin peşinde, ekmeğinin peşindeydi. Ben de onlardan biriydim.  İlçemin küçük hastanesinde sağlık memuru olarak görev yapmaktaydım. Mesaim her memur gibi saat 08.00’da başlıyordu ve uyandığımda saat 9’u 15 geçiyordu. O gün şefimden azar işitecektim. İş yerine varana kadar kulağıma tıkacağı ve sinirlerimi hoplatacağı cümleleri fısıldıyordum. “Sorumsuzsun sen. Aklın bir karış havada.”
Ben aslında sorumsuz değilim. Aybaşlarında yoğunluktan dolayı işlerimi yetiştiremediğim olur ve günlere yayarak üstesinden gelirim.
En son beni azarladığında şu cümlesi günlerce kulağımda çınladı durdu: “Deli.”

Deli değilim ben, şakasından bile hiç hoşlanmam, ilkokulda sırf bana deli dediği için tahta parçasını sümüklü sınıf arkadaşımın sırtında parçalamışlığım bile vardır. Bana işkence etmek isterseniz elimi kolumu bağlayıp deli deli deli diye hitap etmeniz tek başına yeterli olacaktır.
Bir an için düşüncelerim donuklaştı ve dışarıda olan biteni algılamaya başladı beynim.

-“Okullar tatil, servisler çalışmıyor bugün.”

-“Benim dünyadan haberim yok oğlan sabah kalkmayınca öğrendim. Ama iyi oldu bugün kitap okuyacağını söyledi.”
-“Maşallah, ne entelektüel bir-“

Öf ne sıkıcı geyikleri vardı, sabah sabah hiç çekilecek gibi değildi. Başımı kaldırdığımda hastanenin bahçesinde olduğumu anladım. Korka korka içeri girdim ve kendi birimime doğru adımlarımı sıklaştırdım. Kendi kendime azardan nasıl yırtarım diye düşünüyordum ki başhemşire ile çarpıştım.

-“Dikkatli olsana be, dalgın.” Diye söylene söylene hızla yoluna devam etti. Özür bile dileyemedim. Başhemşire, şefimden daha sertti ama çok şükür ki onunla fazla muhatap olmuyordum mesleğim gereği.  Bana kalsa kimseyle muhatap olmayacağım da bir sürü neden çıkıyor karşıma. Hayallerimden biri biraz birikim yaptıktan sonra küçük bir çiftlik kurup orada hayatımın geri kalanını geçirmekti. Evliliği de düşünmediğimi söylediğimde aldığım tepki: “Ömür boyu bakire mi kalacaksın?” cevabı oluyordu. Gülüp geçiyordum bunlara. Bir keresinde yemekhanede servis çalışanlarıyla aramda bu konu hakkında şöyle bir diyalog geçmişti:

-“Hiç evlenmeyecek misin?”

-“Düşünmüyorum.”
-“Peki ya aşık olursan?”

-“Olayım n’olmuş?”

-“Evlilik düşünmeyecek misin o adamla?”
-“Adamla mı?”

-“Nasıl yani?”

-“Aşk sadece iki farklı cins arası mı yaşanır? Ben şimdi hemcinsime büyük sevgi besleyemez miyim?”

-“…”

-“Aşk nedir? Aşk sevgi değil midir? Sevgi sınırsız değil midir?”

-“Sen-“

-“Dur aklındakini de cevaplayayım canım; aşk dudakta başlayıp 5 dakikalık zevkte bitmez, ömür boyu sürer ve insanı yüceltir. Aşk yürek işidir cinsiyet işi değil! Sizin sandığınız aşk,  aşk değildir cinselliktir çünkü sizin ilişkilerinizin kapısı daima ona çıkar. Ama benim bildiğim aşk ruhun yücelmesine, olgunluğa çıkar. Aramızdaki fark bu!” deyip hararetli konuşmamı sonlandırarak yemekhaneden hışımla çıkmıştım. Onları orada morartmak benim keyfimi getirse de tir tir titriyordum. Kafamda bir acaba dolaşıyordu “Dedikodu yayılır mı hakkımda?”

Başım dönüyordu, kendimi şefimin odasında bulmuştum. Şefim bana boş boş bakıyordu elindeki kalemi oynatarak. Açıklama yapmamı bekliyordu.

-“Midem rahatsızlandı gece uyuyamadım, sabaha karşı sızınca geç kaldım Haluk Bey.” Deyiverdim. Nereden esmişti aklıma anlayamadım. Şefim gülümseyerek beni şaşırttı:

-“Geçmiş olsun, şimdi iyiysen işinin başına geç canım.” Deyince şaşkınlığım daha da arttı. Teşekkür edip odadan ayrıldım. Doğruca ofisime gidip işime odaklandım. Ofiste en küçüğümüz Zehra yanıma elinde bir tabakla yaklaşıp:

-“Banu Abla, kek getirdim evden, alır mısın?” diye sordu. Memnuniyetle ikramı kabul edip yanına demli bir çay doldurdum.
Zehra usulca yanıma oturup çekine çekine:

-“Banu abla sana bir şey sorabilir miyim?” diye sorunca benim bütün vücut fonksiyonlarım hızlanmaya başladı.

-“Tabi buyur.” Dedim.

-“Senin sevgilin var mı?” diye sorunca bir rahatlama geldi. Derin bir nefes alıp başımı hayır şeklinde sallayarak işime döndüm.
Elimdeki evrakları tamamlayıp başhekime imzalatmak için odadan çıkarken şefim, elinde evraklarla çıkageldi. Bana gülümsüyordu sevinçli görmüştüm onu. Yanıma geldiğinde bütün ofis arkadaşlarım etrafımıza toplanmıştı. Şefim, gülümseyişinin yerini  sahte hüzne bıraktı ve:

-“Lafı dolandırmayacağım Banu’cum, tayinin çıktı. Bugün burada son günün haftaya Pazartesi yeni ofisinde çalışmaya başlayacaksın.” demesiyle beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Hangi ara neden? Nereye diye soramadan dosyayı elime sıkıştırıp odadan ayrılmıştı şefim. O dosyada,  Şehrin öbür ucunda küçük bir köye tayinim çıkmış olduğu yazıyordu. Yani uzun lafın kısası sürülmüştüm.

 

( Bir Kış Günü başlıklı yazı AyşegülAktağ tarafından 15.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu