"Yaralısın
ve yangınsın!" dedim ona. Demez olaydım, tutuştum, yandım ve kül oldum
bende onun aşkının her bir şulesiyle. Sonra kocaman bir yara oldum ve kanadım
mütemadiyen, ne dikiş tutum, ne de pansuman...İnsan ateşe benzinle yakalır mı?
Ben öyleyim işte. Hüzünbaz bir bakış görmeyeyim, inleyen bir yüreğe şahit
olmayayım. Hemen eşlik ederim o şarkıya.
-
Evet, dedi "Yaralıyım ve
yangınım. Onun aşkı yüreğime işlediğinden beri iyileşmeyi istemeyen müzmin bir
yaralı ve içimde sönmesini hiç istemediğim bir yangın yeriyim. Karanlık ay
ışığından şikayetçi olur mu? Çiçek sudan, dağdan taştan ayrı olur mu? Olmaz
değil mi? Ben de öyleyim işte. Onu bensiz bilsinler de beni onsuz bilmesinler.
Adam boş değildi, bunu anlıyordum
söylediklerinden.
Bir kadın, kocaman bir adama neler
yaparmış!
Kocaman bir adam, kocaman bir dağı
yerinden oynatabilecek güçteyken bir kadının karşısında un ufak oluyor gördüğünüz
gibi.
Şu aşk denen illetten daha yıkıcı ne
var bu dünyada?
Girdiği bünyeyi en kısa sürede işgal
ediyor ve yönetimine el koyuyor.
Benim sustuğumu görünce beni
yaralayan ve yakan şu cümleyi kurdu:
-
Sen sanırsın ki güneştir cehenneme eş, asla!
İçimi
görmediğin besbelli!
-Anlayamadım.
dedim.
-
Hiç aşık oldun mu? diye sordu bana
-
Hayır. dedim.
-
Anlatsam da anlamazsın. diye kestirip attı birden.
Ben de sustum.
İşte şu an şahit olduğunuz gibi onun
beni ihata eden hüznünün sağanağı altında ben de nasibime düşeni almaktayım. Islanmadık
yerim kalmadı ve ağrımadık yerim... Gözlerim kan çanağı ağlamaktan, sözlerim
hüzün yumağı ona sarf edilmekten, kalbim hüzün kovanı ona mihmandarlık
yapmaktan ve aklım karmakarışık ona yol göstermekten...
-Ateş gibi bakıyorsun herkese ve sözlerinle yangın gibi kül ediyorsun
herkesi. Sahiden de bu ateşe benzin taşıyan kim? Kibriti çakan ve seni her iki
cihanda da yakan?
Biri olmalıydı, onu bu hale getiren ve yüz
üstü bırakan...
Beni ilgilendirmezdi ama ne yapayım
merak ediyordum işte!
-
Hüzün herkesin harcı değildir adamım! dedi bana tok sesiyle. "Nevalemiz hüzündür bizim! Meşgalemiz.
O kadar özgüveni vardı ki!
Hüzünse hüzün, acıysa acı,
yalnızlıksa yalnızlık...
Uçurumun en kıyısına gelmiş ve
oradan dönmüş gibiydi yaşama.
Ona ne diyebilirdim ki!
Ne anlatabilirdim ki!
-
Ey iç dünyası cehennem olan adam, ruhu güneşin akkoruna düşmüş, canı aşk
derdiyle bedeninden çıkmış sevdalı adam! Bir ot gibi yaşıyorsun şimdi belli ki
sana değer katan seni önemli kılan her şey çok uzaklarda!
Onun dudağından dökülen her sözcüğe büyük
bir dikkatle kulak kabartmaya başladım.
-
Evet bu uzaklık kilometrelerce değil, gözle görülür metreyle ölçülür bir
uzaklık değil, kalbi bir uzaklık, gaybi...
Çok dolu konuşuyordu.
Santim falso vermiyordu.
Ve içinden geçeni direkt söze
döküyordu.
Yaşadıklarının yansımasıydı ağzından
çıkan her hüzünlü kelime.
-
Mutluluk şimdi sana o kadar uzak ki! Gökteki yıldızların ardında, dağların en
dibinde, okyanusların en derin yerinde, kuyuların en koyu olanında ve hüznün
kollarında... Gözlerinden belli, damla damla hüzün akıyor yaş diye, ses
tellerine hüzün yapışıp kalıyor hele bakışların hüznün fotoğrafı gibi duruyor.
Öyle algılıyorum. dedim ona.
-
Bak beni tanımaya başladın. Beni tanıdıkça daha da hüzünleneceksin.
Hüzünlendikçe de için cehenneme dönecek ve kanayıp yanacaksın.
-
Yani sana benzeyeceğim.
-
Asla bana benzemeni istemem, dostum da olsan düşmanım da! Bu dünyada benim başka
bir sevdiğim yok. Ve onun imkansız aşkıyla ölene kadar yaşayacağım. O olmayacak
büyük bir ihtimalle hayatımda ama bende bir saniye bile eksik olmayacak. Bu
ahdımdır.
Bu nasıl bir adamdır ya!
Kaldı mı ki böylesi?
Topyekûn hüzünle bakıyordu, eskaza
gözlerine takılırsa biri emin ol ağa takılan balık gibi olurdu. Gözlerinin
kıyıları da hep nemli baksana kirpiklerine... Bu nasıl bir ıslaklıktır ki
değdiği yeri dağ dağ ediyor. Belli ki yürekten geliyor. Geçtiği her yeri
yakıyor. Sahi ne var yüreğinde? Seni bu denli tutuşturan ne ola acaba? Kimdir
seni bu şekilde ateşlere salan ve bu ateşin büyümesi içinde rüzgar olan! İçi cehennem
olan adam, sana kutupların buzullarını getirsem de kâr etmez biliyorum. Dağları
yüklenip getirsem ve içindeki ateşin üzerine atsam yine de söndüremem bu ateşi.
-
Sana bunu kim yaptı? dedim gayriihtiyari. Sanki yarasına değdim ve
bastırdım o yaranın üstünü. Kanadı bir daha, o yanan yüreğe benzin döktüm
yeniden. Yandıkça yandı bir defa daha. Tazeledim acılarını adamın. Derinden bir
ah çekti. Ah'ın ateşi dağı sardı, dağ yandı, göğe sıçradı gök tutuştu, okyanusa
düştü bir kıvılcımı okyanus ateş oldu.
-
Bana bunu kim mi yaptı? Allah biliyor adamım. dedi. "Allah biliyor!"
Bilinmezi kanattım galiba.
Adamın yüreğin söküp aldım.
Hiçbir şey söylemedi sonra.
Hiçbir şey olmamış gibi çekip gitti.
Güneşin battığını anladım o gidince,
karanlığın aslında hüznümüzü örten en
büyük maske olduğunu... Yüreği karanlıktan daha koyu olanların şair olduğunu
anladım. Ve güzelliği gülden daha güzel olanın da şiir olduğunu...
Kalemimi kırdım.