İzmit garajına indiğimde her zaman gelişimdeki o tatlı heyecanı duymadım. Tam aksine içimi bir
sıkıntı ve hüzün kapladı. Boğazıma bir şeyler düğümlendi. Bir öz güven eksikliği yaşadığım kesindi.
Evet aileme kavuşacaktım ama ne yüzlerine bakacak halim, ne de onlara sarılıp hasret giderecek
mecalim yoktu.
Çevremdeki insanlardan rahatsızlık duymaya başlamıştım. Hayatımın hep kötüye gideceğini,
okulumu ve sahip olduğum imkanları kaybedeceğimi düşünerek bir karamsarlık içine girmiştim.
Kendimi mutsuz hissediyordum.
Otobüste yanımda oturan adamla yaşadıklarımı düşündüm. Adama bağırdığım için için pişmanlık
duydum. Her zaman bu şekilde sinirlerime hakim olamazsam durumum kötüye giderdi.
Yarımcaya gitmek üzere minibüse binerken sağıma soluma baktım. Sanki arkamda biri varmış
gibi, birisi bana dokunacakmış gibi bir duyguya kapıldım. Minibüs hareket ettiğinde bu defa
arabanın içindeki insanları incelemeye başladım. Allah'dan Tren garının yanından geçerken
hatıralar canlandı ve bu garip duygulardan bir süre olsun uzaklaştım.
"İhtilalden önce okul zamanları, ayda bir ya da iki ayda bir genelde gece tren yolculuğu yaparak
memlekete gelirdim. Bazen bir kaç İzmitli arkadaş aniden karar verip hep birlikte yola koyulurduk.
Hele bir keresinde gece sinemadan çıkmıştık. Arkadaşlardan birisi haydi gelin İzmit'e gidelim
dedi. Gençlik bu ya hemen öylece yanımıza hiç bir şey almadan üstümüz başımızla yolculuğa
çıktık.
Trenler genelde rötar yapar, bazen bir kaç saat garda beklediğimiz olurdu. Ama bu bekleyişi
kesinlikle keyifli hale getirirdik.
En büyük eğlencemiz ise gar büfesinde satılan haşhaşlı çörek ve yanına da küçük bir yoğurt alarak
yemekti.
Karlı bir günde bir gün bir arkadaşımız bizimde katkılarımızla istasyon kapısının önüne kocaman
bir kardan adam yapmıştı. Sonra büyük ısrarlar sonucu istasyon şefinin şapkasını alarak kardan
adamın başına taktı. Herkesle birlikte bizler kahkahalarla gülerken şef bağıra çağıra şapkasını
geri aldı.
Bir de istasyon delimiz vardı. Her gidişimizde mutlaka oralarda olurdu. Bizler kendimize çörek
ve yoğurt alırken bir tanede ona alırdık. O nedenle bizi çok iyi tanımıştı. Yanına gittiğimizde
gözlerinin içi gülerdi. Sanki bizi bir kötülüğe karşı korumak ister gibi sürekli etrafımızda
dolaşırdı. Ona doğru baktığımızı görünce de utanır kaçardı.
İsminin Ali olduğunu öğrendiğimiz delimiz, Hukuk Fakültesinde okurken bir rahatsızlık geçirmiş
okulu ve ailesini terk etmiş, sokaklarda dolaşan ve genelde istasyonda yatan birisiydi.
Kendi kendine sürekli "Türk Ceza Kanunun bilmem kaçıncı maddesinin, şu bendine göre..." gibi
Hukuk dersleri anlatırdı. Bir sürü Hukuk bilgisini ezbere bildiği ve onları unutmadığı aşikardı.
Arada bir karşıt görüşlü öğrencilerle karşılaşır, ama her iki tarafta sanırım yolculuğa çıkacağız
ne olur ne olmaz düşüncesiyle genelde olay çıkartmaz sadece bakışırdık. Zaman zaman istasyon
koridorlarında, bazılarımızın elinde tespih, karşılıklı volta atar, bir birimizi bakışlarımızla
rahatsız etmeye çalışırdık. İstasyon delisi de bizim tarafa geçer bizimle birlikte volta atardı.
Arada bir onlara doğru bakarak bir şeyler söyler, ama karşı taraftakiler de durumunu bildiği
için seslerini çıkartmazlardı.
Hiç unutmam bir keresinde gardaki bekleme salonunda otururken sinema sanatçısı Süleyman
TURAN'I gördük. Birbirimize onu göstererek Süleyman TURAN değil mi bu diye konuşurken
bize doğru bakarak gülümseyince mahcup olduk. Bekleme salonundan çıktık dışarılarda dolaşmaya
başladık, bir müddet sonra salondan "Hırsız, hırsız var!" Diye bir bağırma duyduk. İçeri girdik ki
bağıran Süleyman TURAN. Meğer biz dışarı çıktıktan sonra el çantasını çaldırmış.
Tekrar dışarı çıkmak istedik ancak polisler bizi salonun kapısında durdurdu. Biz ne yapacağımızı
şaşırmış vaziyetteyken Süleyman TURAN yanımıza geldi ve "Hayır, hayır..." Diyerek çıkıştı.
"Ne yapıyorsunuz, onlar öğrenci ve en son şüphe duyacağım kişilerdir, bırakın çocukları gitsinler"
Deyip bizi polislerin elinden aldı.
O zamanlar her yerde, her olayda öğrencilere potansiyel suçlu gözüyle bakılırken onun bu davranışı
bizleri çok mutlu etmişti.
Altmış birinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN