En önemlisi de göçerlerin ilahi meslekleri bilen bu yetenekleriyle göçtükleri bir alan içindeki ham bir araziyi, bir tarla, bağ, bahçe haline getirip; araç gereçlerini hazırlayabilir olmanın uzmanlık kapasitesi içinde olmalarıydı. Bir kır denen yazıyı, yaban olan savanı; otlak alanı bağ, bahçe, tarla gibi mülk yapabilirlerdi.
İkinci bir en önemli yan da böylesi donanımlı bu kişilerin El adaletine fikren iman bağlılığı içinde inanmış inşacılar olmalarıydı. El tasarruflu özel mülkiyetçi söylem içinde; El söylemli vaatler, hayli albenili söylemlerdi. Bu söylemler içinde ittifakı zenginlik kaynakları üzerindeki bir hesapla çalışmadan takdirle mal mülk sahibi olunacağının telkinleri, vardı.
Telkin edilenlerle kavranır olan şey; El vaatli rızk verme kavramı üzerindeki sahiplik içinde kazanılacak, muktedirlikti. Ön ittifak içinde kovulup göçenler bu muktedirliğin cazibesini kendi üzerine yansıtmanın büyüsüne kapılmış olan kişilerden oluşmaydı. Bu tür manaya iman (ahdi kavil-sözleşme- bağlılık yemini) etmiş kişilerdi.
Yani kendi emekleri ile ortaya koyacakları mülkü, bu telkinlerden bekler olmanın kolaycılığı nedenle kolektifin mülkünü El’in mülkü saymaya, çoktan yatkındılar. Eğriyi gözetiyorlardı ki, El terazisine göre doğrultunlardı.
Bu eğrilik El adaletiyle mülke temel olsun ki bu temele göre hırsızlıklar, kötülükler cezalandırılma ve caydırıcın, oluşunlardı. Bu iştah açıcılıkla El mülkü saydıkları ön ittifaklı kamusal zenginliğe sorgusuz sualsiz emek güçlerini sunacaklardı. Yani köle emekleri, mülk ve mülk hakkıydı. Emekler kulluk ödevi ile bu emek ürünleriyle birlikte bu iştahla El’indi. Ve dolaysıyla da El sözcüsü olanlarındı.
Mülk, El’indi. El, mülkü olduğu için konuşuyordu. Ve El mülk sahibi olduğu için de sizin sahibiniz olan SAHİPTİ: . O halde El tarafından kendilerine mal-mülk verilen mülk sahipleri de; bu nedenle hem sizin sahibinizdi. Hem de mülk sahipleri El gibi El’in ağzında konuşuyordular.
Telkin olanın hayallerine kapılmakla inanmış olanlar; bu inanıcılarıyla, El sözcülerinin sömürü iğfaline uğramış; yapı süreçleri ortaya çıktı. Geriye bu yapı sürecinin, sözcüler eliyle; salgın bir virüs hareketine dönüşüp, yayılması kalıyordu.
Tüm Dünya giderek bu tarz El yapılı virüs salgını içinde kasılıp kavrulmanın; köleci sisteme icazetle olan imparatorluk oluşumlarının elinde olacaktı. Bu yapılar; bağ, bahçe, tarla, avadanlık kılınmış ortak mülkiyetli ölü emeklerin; El takdiri üzerinde sahipleriydiler.
El’in nasipçe kıldığı Gılgamış, Dumuzi, Hamurabba, Nemrut, Abraham, Sargon gibi söyletilen El icazetli genel sahiplikler; bu sahipliğin hükmüne bağıt olmanın El mührü olan kişileriyle; bu kişiler El sözcüsü kişilerin mutlak hükmü sayıldı.
İster istemez bu som bencillik üzerine olan çağrıya uyup gelen vaat ve biat içindeki kişiler, öğrendikleri yeteneklerini El mülkü içine sunup; emek gücünü El’in malına mülküne sarf etmekle, El’i zengin edip sömürülecektiler. Sömürülenin kendisi de umut beklentisi içinde vaat kâr olacaktılar.
Kâfirler toprak ekip biçen, ekici, tarımcı tahıl üretimi yapan gruplardı. Tohumun üzerini toprakla örtüp; tohumu toprakla gizlemelerinden ötürü bu çiftçi gruba tohumun üzerini örten; örtüp gizleyen anlamına kâfirler denirdi.
İyi de El inançlı imancılar niçin kâfirleri özel bir atıfla anıyordular?
Kâfirler El takdirine karşı çıkıp tınmamakla El’in mana gücünün yok sayıp El iradesinin üzerini; tıpkı bir tohumun üzerini örter gibi örtmüş oluyorlardı. Sömürüyü meşrulaşan Ele göre ekici kâfirler; El ittifaklı tevhidi çağrıya katılmamalarıyla; ekiciler El takdiri olan gerçeğin, üzerini örtüyorlardı (kâfir oluyorlardı)!
Kâfirler El takdirini görmezden geliyorlardı. Yani kâfirlik en eski totem mesleklerinden biriydi üstelik kâfirler kendi ortak emeklerine sahip çıkıyordu. Kâfirler ortak emeklerini El kaptırmamakla birlikte bunu El’in seçilmiş kullarına verilmesine razı olmayıp, direniyor olmalıydılar.
Hâlbuki El’in kendisi ön ittifaklı ilah ortaklaşmalı iradeyi ve kâfirlerin emek güçlerini yok saymasıyla El; kendisinden önceki gerçeğinin üstünü örtmekle; kendisi kâfir oluş aynı olan işini yapıyordu. Tabii ki El müminleri, bu geçmiş süreci bilmediklerinden; ekicilere, ekicilerin sırf El karşıtı olmalarını kâfirlik olmakla söylediler. Kâfir emekli tarımcıları, kendi sözcük kullanımlarının anlamı îçinde yeriyordular.
El imanlı anlayışın ilk mücadelesi içinde direnen gruplar, tarımcı olan tohum ekici kâfirlerdi. El, ilahi dönem içindeki tüm mücadelesini mesleği kâfir olan gruba karşı, vermişti. Kutsal metinlerin kâfirleri bu denli aşağılamayla anması bundandı. Bu tarz yergice anma içinde olmaları, bu ilk büyük anı mücadelesi içine yapılan bir göndermeydi aslında.
Daha sonraki eylemli sürecin içinde bir El erki olan monark, kendi çevresindeki diğer El erki olan bay erkleri dediğimiz monarklar üzerine doğru bir egemenlik ihracına başladılar. Diğer El takdirli monark (lugal) egemenler de, istilacı El’in egemenliğini tanımıyorlardı. Bu nedenle istilacılara direniyorlardı. İlah egemenliğini tanımayan El’ler, şimdi de kendi gibi El olanların üzerine kendilerinin El olma ihraçlarının (Tagutluklarının) iradesini tanımayacaktılar.
İşte böylesi süreç aşamaları içinde bir El diğer El’in egemenlik takdirini tanımayıp; onu yok sayıp; onları da kendi El egemenliğinin hükmü altına almak istiyordu. Bu hareket hem diğer El egemenliğinin üzerini örtücü kâfir bir hareketti. Hem de karşı El ve El yanlıları, tıpkı eski tohum ekip, tohumun üzerini örtüp; tohumu gizleyen meslek erbabı ekici kâfirler gibi ihraççılarına direnmekle egemenliklerini kaptırmak istemeyenler de, birer kâfirlik içinde olmanı, gibiydiler.
O halde istilacı tekelci olan El’e karşı direnç koyan her El hareketi bir kâfir hareketi olmakla, yapılanlar yine bir kâfirlikti. El, oluşa gelen süreci ne kadar kâfirlik olurla görürse görsün; süreç bir tez-anti tez oluşuyla veya sentez ve ayrışma oluruyla doğal yasalar çerçevesinde değişip dönüşerek gelişiyordu.
Egemenlik ihraç eden El ile egemenlik ihracına direnen El, ilk Elden oluşan El’diler. Bu nedenle bir El diğer bir El’e; ilk takdirde bulunan mana El gibi olmayı yani, El gibi olmanın (Tagut olmanın) iddiasında bulunması oluyordu.
Yine de buna rağmen El ve El’e iman edenler; kâfirleri ve kâfirlerin El takdirine karşı çıkışlarını dillerine dolamışlardı. Kâfirleri kötülüyorlardı. Kâfirler El takdirini tanımıyor olmalıydılar. Kafirler yılın büyük bölümünü emek zoruyla; yağmurda, yaşta; sıcakta soğukta çalışıp hasat eden insanlardı. Bu nedenle kâfirler emeğine, iradesine sahip çıkanlardı.
Elbet çobanlar da yağmurda, yaşta; sıcakta-soğukta oluyorlardı. Çoban sık sık oturup dinlenebiliyordu. Çoban kaval çalacak vakit buluyordu. Yine çoban sakin sakin düşünmeye zaman ayırabiliyordu. Oysa kâfirler çalışmada arta kalan zamanda kendi koşum hayvanını da kendi doyurmak zorundaydı.
Kâfir meslek, çift sürdüğü araç gerecin bakım onarımını yapıyordu. Alt süreçlere organize olmuştu. Çoban gibi süreçlere değişmezlik gözüyle yalın bakmıyordu. Tarlayı sürüyordu. Tohum ekiyordu. Tohumun üzerini itina ile örtüyordu. Tarlayı suluyordu.
Tarladaki yabani otları ayıklıyordu. Ürünü hasat ediyordu. Hasadı eve taşıyor. Ürünü değirmende ya da taşla öğütüyordu. Bunların her biri her bir ayrı süreçler olmasına rağmen tohum gizleyici kâfirler üzerinde bitişik süreçler olmakla yorucu ve uzun erimli süreçlerdi. Karşı gelme dirençleri de bu nedence, adaletleydi.
Tarihin bilinci unutmaz olmakla; kesikli sürekli seçme ayıklamalarıyla; değişme, dönüşme, birikme üzerinedir. Bilmezi olan; unutan; unutturulan insan bilinciydi. Toplumun hafızası da tarihi hafıza olmakla kesikli sürekli unutmayan hafızadır.
10.05.2017