Kamucu (ortaklaşmacı) birleme ve tevhidin yerini biati birlik ve tevhit almıştı.  Kişilerin biati olan sahiplenmesi; köle olma karşısında oluşan dirençleriyle hayli çetin olacaktı. Bu sancılı süreç köleci sisteme geçmenin ilk inşasıydı.

 

El, kendisine iman edenlere soruyordu “yer ve yerdekiler kimin? Yer ve yerde ne var? Ekici tarımcı dediğimiz emekçi kâfir gruplarla; onların emek ürünleri var.  Yerdeki ağaçlar, hayvanlar, dağlar bu aşama itibarıyla El’in umurunda bile değil.

 

Öyle olsa bunu üreten ilişkiler ortaya çıkmadan evvel de söyleyebilirdi. Neden illa da üreten emekler kişi sahiplikle olucu durumun yansıma vermesini bekleyene kadar durmuştu. Çünkü üreten ilişkiden önce kişi sahiplikle ne mal, ne mülk; ne nitelikli emek gücü ortada vardı. Dolaysıyla El’in benim malım benim mülküm diyeceği; her gün yeniden ve yeniden üreten emek gücü de ortada yoktu da ondan.

 

El’in soruları içinde çıktığı eski ilahi dönemli hafızayla yanıt veriyordu “gökteki her şey: yani aşağı yer topraklarındaki gruplarla ittifaka gelenlerle;  yerdeki her şey: göğe doğru ittifaka gelen aşağı yer topraklarındakiler Benimdir”, diyordu. Emeğe ve emek gücü sahipliğine; kulluk diyordu.

 

Buradaki yer-gök tanımı ön ittifaklı bilince seslenme olmakla; ittifakın içindeki yer gök-tanımlı eski sosyo kültürel düzenli sosyal gruptu yapıların içine bir seslenişti.

 

İlah, herkesi gözeten ortak sahiplik içindeki kararlara da ortaklığın bilinci olmakla herkese göreydi. Oysa El ortak tanımazlık olmakla, El herkese göre değildi. Mal mülk vermekle takdirine mazhar olan seçilmiş kişilerine göreydi. El düşüncesi, ilahi düşünceye karşı bir savdı. Emek sahipliğinin devrede çıkarılmasıyla kerameti kendisinden menkuldü.

 

Bu karşı sav nedenle El kendisine ilah olmayan anlamına El ilah diyordu.  Diğer yandan da kendisine El ilah denmekle; kendisinden önceki yerleşmiş ilah alanlı etki etme devinmesinin içine yerleşiyordu. “Ben ilahınız olmakla El ilah olan El’iniz, diyerek İlah alanlı etki üzerinde El’ci manayı meşrulaşıyordu.

 

Kendisine ilah demesi ilahın mirasına sahiplik olmanın yanında ilah gibi saygı görme isteğiydi. İlahın uyandırdığı saygının aynısını istemeydi. El olan kısmı da, ilahi düşüncedeki ortak mülkiyete karşı ortak mülkiyet tanımazlık olma sav iddiasıyla kendisini ortama ihale etmesiydi. Ortam çok çatışmalıydı.

 

Bu durum içinde köleci sistemli zihniyete karşı belki de en çok karşı çıkıp, isyan etmekle; El takdirine biat etmeyen gruplar, tarımcı grup dediğimiz kâfirlerdi. Kutsal metinlere bakıldığında bu tarihi bilinçle bunun böyle olduğunu kâfirler söylemi içinde görmek çok olasıdır.

 

Bugün kâfir söylemi imanı anlayış içinde eski tarz yaşama dek bildiriş veren kodlarından tümden arınmıştır. Kâfirlerin ittifak içinde çoban gruplar karşısında totem meslekli ekici tarımcı grupların adlanması olduğunu bilmeniz olası değildir. Bu arınma karşısında, ekici grupların çoban grup ağızlı El söylemine karşı çıkan tarihi süreç kırılmasının miladını taşıyan bilgiye ulaşmanız, olanaksız olacaktır.

 

Tabiidir ki bu bilgiyi çıkarıp ortaya koymanız olanaksızdır. Ancak kâfirin köleci dönem öncesi içinde meslek erbabı olmakla tohumu açıkta bırakmamakla, tohumun üzerini örten tarımcı, ekici kişi gruplar olduğunu bilmezseniz; kâfirin tohumu toprakla gizleyen anlamındaki ilk kullanımını da bilmezsiniz.

 

Yani kâfir söylemi imanı kavram oluştan çok önce söylenmişti. Dini, imanı bir kavram olmadan çok çok önce gerçek yaşamın gruplar arası ilişki biçimli düzenlerini ifade ederdi. Aşağı yerde oturan karabaş kişilerin uğraşılarını yansıtır tanımlı bir kavramdı.

 

Çünkü kâfirler bir çobanın verdiği emeğe göre harcadıkları kalori harcaması çok daha fazla oluyordu. Bu nedenle kâfirler emeğini bir çobana göre belki de birkaç kat daha fazla hassasiyetle savunuyor olmalıydılar. Bu nedenle ekiciler, çobanlar gibi El fikrine kolay yatkın olmuyorlardı. İttifaklı ortaklaşma içinde çobanlar gibi tez oluş içinde ayrılmak istemiyorlardı.

 

Bu nedenle çatışma çıkıyordu. Bu çatışma zımnında da (kapalı biçimde anlatıp sezdirilen içerikle) kâfir söylemi yeni bir anlama kayıyordu. Ekiciler denen kâfir söylemi; El zihniyetine karşı oluşun anlamına bürünmekle; zamanla sövgü sözcüğüne dönüşecekti. Kâfirdeki tohum ekicilik ve tarım mesleği bilir oluşun tarih bilinci yok olacaktı.

 

Çatışma içinde ittifakı zenginliklerden kendi payını alan gruba, El düşüncesi egemendi.  El’e tabi olan riyasetin grubu yönlendirmesi içinde bu El’e tabiyen olan grupla göçler başlamıştı. Bu göçlerde totem anılmıyordu. Göçen ayrılıkçılarda El vardı.  Göçerler El’i anmaktalardı. EL düşüncesi kutsanmakla, El’e biat vardı.

 

Yeni olanın hiçbir içeriği olmamakla karşısındaki devasa bir geçmişle (maziyle) kavga ediyordu. Yeninin geçmişle olan kavga travması ilk kez tufan sözcüğüyle tarihi bilincin hafızalarına kazınıyordu. Tufan mazi olanla, maziye karşı olanın arasında kopan sosyo kültürel; sosyo ekonomik ve uygarlık anlayışı diretişti.

 

Her şey değişiyordu. Yepyeni erdemler ortaya çıkıyordu. Daha önce ortaya konamayan; konması olası olmayan; haset etmeme; fitne çıkarmama; başkasının malında gözü olmama; zina etmeme; iyilikte bulunma; günahtan kaçınma; kâfir olmama gibi onlarca yeni erdem ortaya çıkıyordu.

 

Geçmişi olanlar tufan içinde hırsızlığı, zinası, yalanı, günahı, haramı, helali hiç geçmeyen bir geçmişle anlattılar. Geçmişi olmayanlar da özel mülk sahipliğiyle ortaya konan yaman çelişkilerin şimdisi içinde oluşanlarla tufanı: kâfirlik ile; söz dinlemediler ile zinayla; hırsızlıkla; şarapla, kendilerine gönderilen apiluları öldürmekle vs. tufanları anlatıyordular!

 

Tufan sözü geçmişle şimdinin duş etkili kırılma indisinin travma kavgası iken; birinin yiyip birinin baktığı kıyametin ondan koptuğu özel mülk sahiplikle köleci çelişkiler söz dinlemezlikle; yolu sapıtmakla; sapık münafıklar olmakla İbrahim’i biati olunan dosdoğru yoldan ayrılmanın ithamlarıyla ifade ediliyordu.

 

Görülüyor ki tufanı açıklayan hiçbir somut nedene değinilmiyor. Onlar yok sayılıyor. Hep soyut özel gasp ve darplarla vaat edilmiş toprakların savaş ve ganimetleriyle mülk sahipliği olunsun da; münafık olunmasın deniyordu.  Yüreklere bir kez bu tufan korkuları salındı mı gerisi kendiliğinden geliyordu.

 

Bu göçmede ön “ittifakın zenginliği”; kuşkusuz ki göçenlerin yanlarında “yetenek öğrenmesi olmakla” taşınmıştı. Nuh tufandan sonra hemen bağ dikiyordu. Hanok (İdris) boşuna mı yazı yazmayı bilen, dikiş diken; demir döven vs. kişiydi.  Bu taşımada her bir kişi her bir birkaç totem mesleğini bir arada yapar olmanın yeteneğini de öğrenmişti. Göçerler bu tarz kazanımların yeteneği ile donanmış olmakla da, göçüyorlardı.

( Ekici Ve Çoban Gruplar Diretişi 17 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 29.05.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu