(Tablo: İbrahim Çallı-Yeşil Elbiseli Kadın)


 
Koşturmaktan nefes nefese kalan bedenini sedirin üzerine bırakıverdi. Orta boylu, hafif kilolu, esmerce bir kadındı Şahinde. Kalın kaşları, uzun ve gür kirpikleri yüzünün en sevdiği bölümüydü. Ah, dudağının üstünde de siyah tüyler çıkmasa ne iyi olurdu ya Allah da onu öyle yaratmıştı işte. Eşinin arada bir "Kaytan bıyıklım, haydi yap bir kahve de içelim, selvi boylum…” demesine bile alınıyordu son aylarda. 


Oysa daha on dokuzunda o zamanlar narin olan vücuduna övgüler yağdırıp gönül almasını da nasıl bilirdi Ekrem. Şimdi kırkını çoktan geçmiş altı doğumdan sonra kendini tanıyamaz hale gelmişti. Çocuklardan sadece biri hayatta kalabilmiş, diğerlerini ya doğuma yakın ya da ilk aylarında toprağa vermişti. Olsun, analığı tatmıştı ya, Allah bir evladını bağışlamıştı ya buna da şükürdü. O da bu yıl beş yaşına giriyordu hayırlısıyla.


"Şahinde... Evde misin bacım?"


Pencerenin dışından seslenen yan komşusu Zeynep, her ikindi sonrası kendisini bir kez yoklar, iki çift laf eder, eşinden, sorumsuz çocuklarından, kayınvalidesinden şikayetlenir, delik kovanın devrilip içini boşaltması gibi rahatlar, beklendiğinden emin bir halde "gelirim gene" diyerek evine giderdi.


"Gel gel, içerdeyim."


Sedire uzanmış azıcık dinlenecekken gelmesine de kızmıyordu da uzattığı bacaklarını kendine çekecek dermanı da kendisinde bulamıyordu. Sanki biri dizlerinin üstüne çöreklenmiş gibi ağırlaşmıştı bacakları. Zeynep, tahta kapının telini çekip girmişti. İki göz odanın içinde bütün gün hiç işi bitmeyen komşusuna "Hiç rahatsız olma gurban olduğum" diyerek eliyle de işaret ederek topal haline diğerleri gibi alışmış komşusunun eski kilimlerle bezenmiş sedirinin ucuna ilişiverdi. 


Ayakucuna dolaşan şalvarını toparlayarak hemen oturur vaziyete geçti Şahinde. Ayıp olurdu, misafir beş yaşında dahi olsa saygıda kusur edilmeyeceğini rahmetli anasından öğrenmişti ki bu kadın nerdeyse beş yıl erken doğmuştu kendisinden. Hoş beşin ardından konu günün yorgunlukları, sarı ineğin buzağılaması, kaybolan bel küreğinin şaşı Necmi’nin bahçesinden çıkmasına kadar uzamış Şahende’nin çay teklifine defalarca “hayır” demişti. 


"Senin neyin var, çapa mı yordu seni?"


"Yok..."


"Yine mi memelerin?"


"He ya, süt desem süt değil, anlamadım bir akıntı bir akıntı... Atletim gömleğim sırılsıklam oluyor."


"Gideydin bir doktora. Şehir bir saat mesafe bacım..."


"Demesi kolay, herif bunun için gidilir mi diyor, bıktı tabi."


"Bıktıysa bıktı sen istemedin ya o kadar evlat kaybetmeyi. Mecbur götürecek... Olmadı ikimiz gidelim."


Zeynep ikna etmişti komşusunu. Hatta iknada o kadar ileri gitti ki memesini açtırıp ucuna baktı. Ucunda kan gibi kurumuş beyazımsı akıntılar vardı ve meme derisi pütürümsü bir haldeydi. Akıl erdirmek mümkün değildi. Bunu Şabanların Melahat görse bilirdi ya o kör olmayasıca da geçen hafta kızının yanına gitmişti.


Ertesi gün sabah erkenden ilçe dolmuşuna binen iki komşu hastanede sıra alırken, sıra beklerken sürekli hastane anılarını konuşmuşlardı. Şahende saatlerce beklediği sırası geldiğinde ise adımlarını içeri korkuyla attı.


Genç doktor, önce muayene etmiş, memesini gösterirken utandığı için de biraz azarlamıştı. Ardından anlamadığı sözlerle önce mamografi çekimine ardından da biyopsi alınması için başka bölüme yollamıştı. Bu işler hiç Şahinde'ye göre değildi ya ne yapsın idi, "orası nerede, bu nerede imzalanacak?" derken akşam oluvermişti işte. Ve hiç biteceğe de benzemiyordu.


Hastane koşuşturmalarının dışında ilçeden gelip gidiyor olmak ve ilk seferden sonra komşusunun de gelemiyor olması çok üzmüştü Şahende’yi. Olsun Emirhan’ına göz kulak oluyordu ya gün boyu. O da yeterdi. 


Biyopsi sonucunu almaya gittiği günün dönüşünde başı dönmüş, üzüntüsünden hem yolda hem evde durmaksızın “Neden ben Allah’ım, acaba sonuçlar mı karıştı? Bununla baş edebilir miyim? Yoksa…” sorularıyla gözyaşlarına boğulmuştu. Evet, sonuç kötü çıkmıştı ve bu kadarını beklemiyordu.


O akşam Ekrem, gözleri şişmiş halde sofra getiren hanımına yine takılmadan edememiş, sonucun ne olduğunu bile sormaya da gerek duymamıştı. Elbette bir krem verirler, belki birkaç hap ile de iyileştirirlerdi avradını. Doktor dediğin tedavi ederdi elbette.


“Ne o gız? Ne ağladın? Akşama kadar şehirde az gezdim diye mi?”


Ekrem’e cevap verecek, onunla didişecek hali de morali de yoktu. Korkuyordu. “Ya ölürsem?” sorusu içini kemiriyor, bütün gün koşturmaktan uyuyakalmış oğlunu gelip gidip öperek daha da duygusallaşıyordu. Ekrem birkaç kez sorduysa da cevap alamadı. En sonunda dinlediği radyoyu da kapatıp söylene söylene yatmaya gitti.


“Demezsen deme… Sorsan kabahat sormasan kabahat, bu karı milletini de hiç anlayan olmamış ki!”



Şahende içinde yaşadığı gelgitlerin arasında Ekrem’i de düşünüyordu. Doktorun bir hafta sonraya verdiği ameliyat gününde ya masadan bir daha kalkamazsa? O vakit bu el kadar bebeye Ekrem sahip çıkamaz illa yeniden evlenirdi. Üvey anaya mı bırakacaktı şimdi yavrusunu? Öpmelere doyamadığı Emirhan “Anam nerde baba?” diye sormaz mıydı? Sorardı elbet, sorardı da cevap alır mıydı acep? Ya konu komşu? Onlar da üzülür müydü dünyadan göçtüğünde? “Vah, el kadar bebesini bırakıp kanserden öldü garip Şahende, hiç de gün görmediydi kadın” mı derlerdi yoksa “zaten kocası da kıymetini bilmezdi, öldü de kurtuldu mu?”


Bir hafta boyunca gözüne uyku girmedi, Ekrem’le konuştuğunda ise önce masraf olup olmayacağını, ardından hastanede kaç gün yatması gerektiğini, son olarak da ameliyat sonrası tedavi için daha kaç kez şehre gideceğini sormuştu. O da çok bilmiyordu. Doktorun dediklerinden aklında kalanları söylemişti. “Ameliyat yaklaşık bir buçuk saat sürecek, göğsünün biri alınacak, bir hafta boyunca hem pansuman yapılacak hem de sargılı kolunu oynatmadan duracak, sonraki işlemleri sırası geldikçe öğreneceksin” demişti. O da bunları anlattı. Ekrem, durumdan hiç memnun değildi, artık bu kadının eve hiç faydası olmuyor, sarı ineği bile sağamıyordu. Sütü sağma, çocuğa bakma işi gibi Zeynep’e kalmıştı. Hoş, o da son günlerde suratını iyice asar olmuştu ya ne yapsın idi, çaresizdi.


Ameliyattan sonra Ekrem, mahalle muhtarının arabasıyla getirmişti hanımını. Benzin parası bile almamıştı adam “Ne olacak canım, o da bizden olsun,” deyip şaşırtmıştı Ekrem’i. “Rahmetli ananesi de bu illetten öldüydü, hatırlarım, inşallah yengemiz atlatır, bu hastalık akrabasında olanlara daha çok musallat olurmuş, diye duyduydum,” diyerek de eklemişti. Cahil insan nerde ne konuşacağını nerden bilsindi ki?


(Devamı bir sonraki yazımda)

( Ben Kadınım başlıklı yazı F.Ç.Kabadayı tarafından 17.08.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu