Göğe
merdiven kur desen, kurarım. Yerin dibine gir desen, girerim. Kana desen,
kanarım. Yan desen, yanarım. Dönüp dolaşıp seni seviyorum. Etrafında pervane
oluyorum.
-
Sevme!
-
Sana mı soracağım akıllım?
-
Sorma!
-
Çok sertsin bana karşı. Ne yaptım ki sana bana böyle davranıyorsun?
-
Hırslı seviyorsun da ondan. Korkuyorum.
-
Tarzım bu! Dinle sadece. Zülfü Livaneli Huzursuzluk romanında anlatmış.
-
Neyi?
-
Hareseyi...
-
Harese ne?
-
Çatlama anlatacağım. Harese Arapçadır. Çölde bir diken vardır. Develer çok
sever bunu. Gördükleri yerde o dikeni kopartıp çiğnemeye başlarlar. Sivri mi
sivri olan bu diken, çiğnedikçe devenin ağzında yaralar açar, yara açıldıkça da
kanar. Tuzlu kan akıp dikenin açtığı yaraya değince bu acıyla karışık bir zevk
verir deveye. Deve yedikçe kanar, kanadıkça yer. Doyasıya yer, bitesiye... Ama
bir türlü kendi kanına doymaz. Eğer deveyi güden buna engel olmazsa deve kan
kaybından ölecektir. Çünkü farkında değildir kanadığının. İşte bunun adı haresedir.
-
Eeeeee!
-
E'si şu: Seni seviyorum fakat bu sevgi beni kanatıp yaralıyor. Çünkü her şeyimi
sana odaklıyorum. İşim gücüm, aklım fikrim hep sen oluyor. Seni hayal ediyorum,
sensiz bir an bile duramıyorum. Böyle olunca da seni daha çok sevmeye başlıyorum
ve daha çok kanayıp yaralanıyorum. Farkında değilim sen sarhoşluğunun. Ama
biliyorum ki bu aşırı sevgi beni içten içe kanatıyor ve bu kan aktıkça da ben
daha fazla sevmeye başlıyorum. Yani benim güzel sevdiğim sen o diken oluyorsun
bense o dikene bayılan deve oluyorum.
-
Yok deve!
-
Espri yapma lütfen, önemli bir şeyden bahsediyorum sana.
-
Ölmezsin korkma, hem sen deve de değilsin!
-
Bak sen böyle uyuzluk yaptıkça ben içimden daha hırslanıyorum sana. Diken olma!
Yüreğime batıp kanatma! Bu tahrik ediyor beni seni sevmeye. Bir yandan da
tahrip ediyor canımı.
-Tahrip
gücü yüksek biriyim.
-
Halime baksana, seni sevdiğimden beri Allah aşkına, ne kalmış benden geriye?
Seni çok sevince işin içinden çıkamıyorum gördüğün gibi. Ürkek bir ceylan
oluyorsun ben coğrafyasında. Kırılacak bir dal, düşecek bir yaprak....
Korkuyorum işte o zaman! Seni
kaybetmekten... Korktukça daha çok seviyorum. Sevdikçe daha çok korkuyorum.
Bütün ilgimi sana veriyorum, bütün yüreğimi... Kendimi soyutluyorum benden,
geriye sadece bir beden kalıyor et ve kemikten müteşekkil. Canım bir kelebek
gibi canına konuyor. Bu da sana ağır geliyor. Geri alamıyorum beni senden, ileri
atılan ok döner mi geriye? Açan çiçek döner mi tomurcuğa? Göz yaşları geriye
akar mı? Ölen dirilir mi?
-
Yeter be adam!Anladım seni, muhterissin.
-
Evet, tek sana... Bir maratonda varış noktamsın. Son sürat koşuyorum sana,
nefes nefese, çatlarcasına...Ölürcesine... Kana kana içtiğim su, doya doya
içime çektiğim havasın. Daha nem olacaksın? Göğe zıplayıp yıldızları tutmak
isteyen çocuğum.
-
O yıldız ben miyim?
-
Okyanusun dibine dalıp saklı hazineyi bulmak isteyen dalgıcım.
-
O hazine de benim değil mi?
-
Ve milyarlarca insanın içinde tek seni
seven bir adamım. Başkası yalan...