İlk totem mesleklerini ve ön ittifaklı üretim hareketini de ortaya koyan atalarımız, "Borsa İstanbul hisselerine bakarak" üretim hareketinde bulunup "kâr konsolide" etmiyorlardı. Düşen "New York Borsası ile öküzün boyunduruğunu boşlayıp çift bozmuyorlardı". Sanki erken dönemdeki atalarımız bildikleri bir duruma göre seyreden akışlı süreçle "kazançlı çıkalım diyen bir kafa patlatmanın” içinde olmuşlar gibi süreci söylemek, köleci sistemin ve devamı sistem kapitalizmin insanları afyonlamasıydı.


Borsa İstanbul ve Borsa New York erken dönemli başlangıç üretim hareketinin ne içindeydiler ne de üretim hareketinin bir zorunluluğuydular. Bunlar çok daha sonrası içinde üretim hareketi süreçlerine keneler gibi sülük gibi yapışan ilineklerdi. Üretim hareketi bunlar olmadan; bunların varlığını bilmeden gerçekleşiyordu. Ama kâr gibi, rant gibi, kazanç gibi, kredi gibi karaborsa gibi enflasyon, kur düşüklüğü gibi her biri bir aynı sömürü olan enfeksiyonlar, üretim hareketi olmadan asla ortaya çıkamıyorlardı.

Kâr, rant, kredi, kazanç gibi ilineklerin üretim hareketi içinde değil de üzerinde irade sahibi olukla var olmaları için bunların mutlaka bir üretim hareketi olan ortama ilinekle olmak zorundaydılar. Bunlar üretim hareketinin ne temel nedeniydiler, ne de vesile nedeniydiler, tümden soygun nedeniydiler.

Başlangıçta ilk çoban gruplarına, ilk ekicilere, ilk dülgerlere, ilk hallaçlara, ilk köşkerlere, ilk dokumacı gruplara vs. bunlar ortaya çıkarlarken kimse gelip te onlara "al sana kredi. Git tarımla uğraş. Kazan kazandıkça öde”. “Sen de besici kredisiyle al koyun yetiştir” diye kimse hemcinsimize bonus vermedi.

Ya da; yine erken dönem içinde ilk üreten hareketler hem başlayıp hem yapılaşırken kimse gelip "sen çok yeteneklisin, Ben sana finansörüm. Ya da ben senin sponsorunum, sen de dülgerlik yap. Sen bu işte çok ekmek yersin ve de sen bu işte çok para kazanırsın" denmiyordu. Sen de yoğurt, süt sat; çok kâr yaparsın" diyen birileri hiç yoktu. Ve bunlar da ne üretim hareketi başlatabilirdi, ne de üretim hareketini organize ederlerdi. Ya ne yaparlardı? Üretim hareketini kendilerine göre hastalıklı kılarlardı.

Veya erken dönemin ilk üretim hareketi içinde hemcinsimize; "sen şu evleri kiraya ver. Evlerin çok kıyak getirsi var". "Paranı, faize değil de altına ve dövize yatır" Ya da "şu sabanı şöyle şöyle amorti ettir de sermayeden kaybedip; kârı kediye yükleme" yahut ta "mısıra talep yok şeker pancarı ek" türünden arz talep yarat gibi ne amigoca tutumlar söylenmedi. Ne de amigoluklarla "akıl verenleri" hiç yoktu.

Kısacası hemcinslerimiz totem meslekli süreçleri ve ekonomik olayları ortaya koyarlarken zaten zorunlu olukla aç ve çıplak olan vücutlarına; “haydin arkadaşlar bir arz ve talep yaratalım da; insanlar keklik eti yerine, keçi eti yesinler! Maymun derisi giyinmek yerine keçi kılından dokunmuş keçe giyinsinler” diyerek üretim hareketi içinde olmanın gayretine gelmemişlerdi.

“Haydi, siz de bir pazar araştırması yapın da misket arabası yerine rüzgâr gibinin arabasını üretecek olmanın expertiz raporunu ve expertiz fiyatlarını bir görelim" diyeniyle olan bir erken dönemli üretim hareketi yoktu. Yani erken dönemin üretim hareketi zaten otomobil üretiliyordu da eksiği olan yeni bir otomobil üretili, süreç durumla başlamamıştı! Kâr, kazanma, sömürü adı altında girişimci olmalar ne sürecin başlatanıydı. Ne ortamda vardılar. Safra olma dışında ne de sürecin nedeni değildiler.

Toplumsal süreçler kapitalist sömürü sisteminin söylediği gibi ön talepli değil; zorunlulukla başladı. Toplum zorunlu süreçle başladığı için toplum; ön talepli olmanın değil “toplum bu zorunlu olanın bilincidir”. Ön talep ne demekse?  Egonuz, açlığınız; kısaca zorunluluğunuz olmasaydı; ön talep gibi uyduruk, kıytırık, sömürü dil olukla süreci enfekte edenler, nasıl ve neye göre ortaya konurdu acaba?

Zorunluluk yoksa neyi ön talep olarak ortay koyuyorsunuz? Ortada ne var ki neyin ön talebini oluşturup üretim süreci başlatıyordunuz. Madem öyleydi de üretim süreci neden insanla başlamadı da şunun şurasında 12000, bilemedin on beş bin yıl önce totem meslekleri oluşla başlamıştı.

Totem meslekli, toplumsal süreci başlatan atalar; giyinmenin "ön talebini" oluşturup pamuk ekimine gitmiyorlardı. Yani sanki erken dönem pamuk ekmeyi bilir oluyor da, ön talep olmadığı için pamuk ekimine gitmiyorlarmış türünden anlamı atıflarla ortaya koymaktadırlar. Bunlarla bir bilinç karartması ortaya konuyordu. Oysa atalarımız; önce kendilerinde istek oluşturup sonra da “üretim hareketine” geçmemişlerdi.  
Atalarımız zaten kendileri av yapıp ot, kök, meyve toplamakla bir zorunluluğu ifa ediyorlardı. Atalarımız kendilerine yapılan bir ön talep nedeniyle iştahlanıp kazanacağım diye toplayıcılık ve avcılık yapmıyorlardı. Eğer üretim hareketinin önünde kâr yapma, kazanma kutsallığı(!) (bu sömürüyü kutsamaktır) olsaydı; yedi yüz elli bin yıl önce atalarımız avladığı avlarla topladığı meyve ve köklerle otlarla hemcinsleri üzerinde alış verişe geçer; kutsal(!) peygamber mesleği olan bu ticaretiyle üretim hareketini de başlatırlardı.

Demek ki ne kazanma, ne kâr ne de ticaret; bir üretim hareketi olmadıkça üretim hareketini asla başlatamayacak olmakla; üretim hareketinin asalaklarıydılar.

Bu kazanma hırsını eksen alıp kazanç için her şeyi mubah (yapılabilir) gören ön talep girdabı öyle açmazlar ortaya kor ki sistem ürettiği enerjinin büyük kısmını kapitalizmi ayakta tutmak için harcar. Oysa sistemler ayakta tutulmak için değil, zorunlu inşai oluşun imleci olan bağıntılarla ortaya çıkar. Köleci sistem ve kapitalizm sömürü için zulümle ayakta tutulan afyon enjeksiyonu olmakla; karşı direnç, demokrasi adı altında bu güce karşı savaşır.

Bunlara göre atalarımız zaten baştan beri blucin üretmeyi biliyorlardı. Eğer atalarımız 750 bin yıl blucin giymemişlerse bunu blucin üretmeyi bilmediklerinden değildi. Ya nedendi?  Hemcinsimiz üzerinde yüz binlerce yıl kot pantolon giyme isteği oluşturulamadığı için kot pantolon üretilmemişti. Sözüm ona burjuva ideoloğu olan kıytırık liberal aydınların sözünden tam bu çıkıyordu. Sözlerine; kâr, rant, kira, ihale, valörlü, enflasyon, kur düşmesi, değer yitimi, alış veriş, ticaret ekmeğini taştan çıkarma alış veriş yapma, üç beş işi bir arada olarak ek iş yapma, para, borsa, arz talep, ihale kapma, davet usulü ihale gibi söylemlerden başka üretim hareketi için hiçbir başlangıcı bulamıyordunuz. 

Burjuva ideologlarına göre; Sömürü yoktu. Milletin asına koymak yoktu. Bırakın yapsınlar. Ki öyle oluyor. Bırakınız gitsinler. Bırakınız geçsinler. “laissez faire, laissez aller, laissez passe” İngilizcede ise “let do, let go, let pass” olarak bilinir.  Tembel Araplar hiç çalışmıyordu. Petrol üzerindeydiler! (suçlama)  Amerikalı beş saat yerine on saat çalışıp onlara satıyorlardı.

Bu kabahat Amerika’nın mı? Emperyalistlik ve sömürü yoktu! İyi de ABD’nin Irakta, Suriye’de tüm İslam ülkelerinde olması nedendi? Çok basit. Yersen ya demokrasi yokluğundandı(!) ya etnik kültürlere saygı göstermediklerindendi (!) Ya da hak hukuk hak getireydi! Bunlar tuzaktı. Ve bilinç karartmadırlar. Tarihi karartmadır. Gerçeği karartmadır.

Üretim hareketini müteşebbis ruh başlatmıştı! Sanki insanlar soğukta giyinmeyeceklerdi!  Ektikleri pamuğun, ön talebi oluşturulmuş bir piyasa koşullarına göre endekslemedikleri için (ne demekse! Pamuklu dokumaları satamadıkları için pamuklu dokumalar atalarımızın ellerinde kalmamıştı (patlamamıştı).  

Bu mantığa göre atalarımız yeme ihtiyacı yoktu, başlangıçtan beri kâr ve ticaret için üretim hareketini başlattıkları için hesapsız kitapsız üretiyor: üstelik te yeme ihtiyacı olmayanlar üzerinde ön talep oluşturmadıklarında üretileni satamıyorlardı! Beş saat yerine on beş saat çalışıyorlar ama ürüne de ön talepli talep olmayınca denize döküyorlardı!  Bu nedenle atalarımız ön talep yaratamama nedeniyle ta köleci sistem ortaya çıkana kadar yüzbinlerce yıl üretmemişlerdi! Yerseniz, ön talepli üretim yapma söyleminin mantığı ve bilinci böyleydi…

Hâlbuki atalarımız içindeki izole bir grup, hiçbir ön talep etkisi, hiçbir ön talep zorlaması; hiç bir ön talep bilinci, hiçbir ön talep efekti oluşmadan; ön talebi bilmeden; ön talebi bilmesi de hiç gerekmez olmanın dışında zorunlu olukla koyunu üretmiş, koyundaki yünü dokuyup giymişti. Kendisine mısır üreten grup içinde dokuma yapmıştı. Ne ön talep sıkıntısı olmuş ne satma (!) sıkıntısı olmuştu ne fazla ürün olmuştu ne de arz talep sıkıntısı bilmişleri. Zaten olsaydı üreten hareket “illa” bunlarla başlardı.

Atalarımız içinde diğer bir izole grup ta, zorunlu ve izole bağıntı içinde buğdayı üretmişlerdi. Bu iki grup tamamen nesnel süreçlerle karşılaştı. Söz gelimi kendisi için otuz dönüm buğday üreten grup; bu kez de 30 dönüm de karşı grup için ekmeğe başladı. Başlangıçta grubumuz 60 dönüm yer ekmiyordu.

Başlangıçta tarımcı grup 60 dönüm yer ekmediği için diyelim ki 300 kile fazla buğdayı da denize dökmüyordu.  300 kile buğday elimde patladı demiyordu. Yani bir kişi senede 10 kile buğday yiyorsa ve o grup 30 kişiyse grubun yıllık ihtiyacı 300 kile; yaklaşık on tondur. Grup bu on ton buğdayı ne kadar dönümde alıyorsa deneyimleriyle o kadar yeri ekip biçiyordu. Bu yer 60 dönümse 100 dönüm ekmiyorlardı. Elimde kaldı demiyorlardı. Nasıl aslan bir bufalo avlayacakken on bufalo avlamıyorsa aynı mantıkla atalarımız da 60 dönüm ekeceklerse yüz dönüm ekmiyordu. Kıtlık gibi deneyim olan istisnalar için yapılan üretim hariç.

Atalar zaten ön talep alışla değil de çevresinde olup ta kurt derisi, maymun derisi olukla bahtına ne çıkmışsa onu giyiyordu. Çevresinde olmayan fil derisini, ne giyiyordu. Ne de çevresinde olmayan fil derisi giymenin ön talebini oluşturabiliyordu. Grup 60 dönüm ekerken, maymun derisine karşı ön talep toplamıyordu. Zaten giyimi olan deriyi; ormanda av hayvanlarında sağlamak yerine; karşı grup içinde üretilen koyunyününden ve derisinden sağlama yoluna gitmeyi akıl etmişti.

Üretilen koyunun üretim bilgi ve becerisi, şimdilik görebildiği kadarıyla karşı grubun elindeydi. Mısır ya da buğdayı ile yün dokumayı takas etmenin girişme şartları uzun süredir tapınak buluşması içinde gelenekleri olmuştu.

Tapınak içinde tapınılacağı olan yer değildi. Aksine temas etmeyen izole grupların, ilk kez temas edip bir araya geldikleri ve grupların yamyamlıktan vaz geçtikleri buluşmaların bu anı ittifakını unutmama üzerine tekrarları yapılan seremoni buluşmalarıydı Söz ve eylemle birbirini selamlayıp saygılıyorlardı.  Yamyamlıktan barış gibi bir duruma geçme uzlaşmasının sürekliliği adına; hafıza tazeleme adına eylemler tekrarlanıyordu.  

Tapınak bu buluşmaların yapıldığı açık alan yerdi. Dülger gruplar buluşma yeri dediğimiz bu tapınak yeri dikitlerle belirleyecekti. Tapınak buluşmaları grupların kendi ürettiklerini karşı gruba takdim ettikleri hediye veren süreçler olukla ritüeldi oluştu. Tapınak buluşması gruplar arası buluşmanın saygılama yapan kutlamalarını ritüeli olukla giriştiren bu yere, tapınak deniyordu.

Tapınak; “tapmaktan” çıkmamıştı. Bu süreci çözemeyenlerin uydurmasıydı. Tapınaklar buluşma yeri yeme içme şölen yeriydi.  İçine hiçbir tapılan olmadığı için; henüz ortamda olmayan ilah ve El konmamıştı. Bu nedenle tapınağın ilk anlamı içinde ilah olup tapılan yer değildi. Bunu ayrı bir yazı ile anlatmakta yarar var. Aksine köleci sistemle tapınağa “El” kondu. El tapınağa konmakla tapınakta olan, yeri tapınakta bulunan, tapınakta olmakla saygılanıp seremonine edilen olmakla tapınaktan bulunan; tapınaktaki anlamına, tapınaktakine saygı oluşla ötürü El “tapılan” olmuştu.

Aynı şekilde koyun üreten grup ta kendisine yeten dokumadan sütten yoğurttan fazlasını üretmekle fazla ürettiğini, buğdayla değişip (ilk aşamada hediyeleşip) çobanlar buğday ekmeği ile beslenmeye de başlamıştı.

Burjuva ideologları ekonomik değer anlaşılmasın diye akılları öyle karıştırırlar ki. Ekonomik değeri Ve "aile anı fotoğrafının bizim için paha biçilmez bir "psikolojik değerde olması gibi bir öznel değer"  düzeyine indirgemekle süreci anlaşılmaz kılarlar. Nedeniyle ürettikleri gibi bir saçmalık yine bu burjuva Oysa atalarımız tapınağın” psikolojik değeri” ile “dokuma kumaş için ürettikleri buğdayın değerini” hiç birbirine indirgemiyordu. Geçmişi yâd etmenin öznel değeri ile takas olmakla farklı kullanım değeri veren karşılıklı emeklerin değerini, eşitlemiyorlardı. "Öznel (psikolojik-ruhsal) anı değerini ekonomik değer yerine koyup, öznel değeri ekonomik değermiş gibi illüzyon etmiyorlardı.

Yani atalarımız psikolojik veya ruhsal dediğimiz kendi öznel değerini, pamuklu kumaşlar üzerinde yansıtmakla pamuklu kumaşlarda öznel değerlerin, ilinekti muamelesini yapmadıkları için bu kumaşlar, hemcinslerimiz üzerinde pazar araştırılmalı ön talebi oluşturulmadılar diye de; giyilmiyor değillerdi.

Ya da "bak ben saati buldum. Gidip bununla buğdayı değişeyim" diye de üretim hareketi süreci de başlamamıştı. Yahut ta kivi çok daha iyi "getiri" yapıyor; elma yetiştirme ekiciliğini bırakayım da, kivi kazancı yapayım diyen bir ön envanterli süreç başlatıcıları (!) başlangıç koşulları içinde hiç yoktu.

Şöyle de söyleyeyim; -bak ben "Hamlet’i" yazdım. Haydi, sen de hamlet yaz da görelim?" diyen bir sivri zekâlı oluş; başlangıç koşulları içinde yoktu. Bu aptalca karartmalar şunu unutmasın ki; Hamlet’i yazan da, ne İnce Memed’i; ne kuantumu yazan; değildir.
( Denge Ve Dengesizlik Süreçleri 1 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 25.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu