Bir gün, ben daha dünya nedir bilmezken, İnebolu rıhtımına ‘pata pata’ yanaşan bir takadan üstü başı yağ pas içinde bir adam indi. Belki de bu yüzden babamın takma adı “paslı” idi. Kasaba hamamına girip yıkanmaya bile durmadan hemen köyünün yolunu tuttu.
*
Şimdi iyi dinleyin; diyeceğim kurmaca değil gerçektir. Denizci Hasbi neredeyse koşar adım köyüne doğru yürüyordu. Köyün ‘Geriş’ dedikleri yüksek sırtlarına vardığında, türbe denilen yerde Jandarma gözetiminde kazı yapıldığını görünce durup selam verdi. Jandarma çavuşu, “Eylenme hemşerim; hadi yoluna!” diye azarladı onu. Ne aradıklarını merak etmişti ama kalıp sormaya da korkmuştu, çünkü askerlik yaşı geçtiği halde gidip teslim olmamıştı. Jandarmayı kızdırmaya gelmezdi. (O günden sonra Geriş’teki türbeden üç küp altın çıktığı anlatılır durur. Bunu belki de benim babam uydurmuştur)
Sonunda köyüne vardı. Harmanda tınaz savuran karısına haber iletildi. Kadın yüzündeki saman tozu yapışmış harman terini yemenisiyle sildikten sonra kayınpederine baktı; Mayhoş dedeme yani. Dedem geliniyle doğrudan muhatap olmaz; nineme seslenip “Çavuş’un kızına söyle gitsin, ama çabuk dönsün”, der. Çavuş’un kızı kaynatasından izin alır almaz evin yolunu tuttu. İşte o Çavuş’un kızı Esine biraz sonra benim annem olacaktır. Kocası ahırın üstündeki iki küçük odaya çıkan tahta basamaklara oturmuş onu bekliyordu. İkisi de konuşmadan yukarı çıkıp odalarına girdiler. “Karnın açtır senin, yumurta kırayım” diyebildi nihayet kadın. Adam da, “sen yatağı ser hele!” dedi. Yer yatağını serdikten sonra yüklükten yorganı indirmeye uzanan karısını belinden kavradığı gibi yerdeki yatağa attı ve işini bitirdi. Kadın bişicik anlamadı ama dokuz ay sonra beni doğuracaktı. Denizci Hasbi hamamlık dolabında yıkandıktan sonra yağda yumurta yedi ve hemen takasına dönmek üzere gerisin geri yola koyuldu.
*(O zaman ağaç köy evlerinde duvara gömme 70x70 ebadında yıkanma bölmelerine ‘hamamlık’ denirdi. Ahşaptan küçük bir gömme duşakabin benzeri)
*
-Ya, işte böyle ekildim bu dünyaya ben; bahara kalmış bir kış ayazında çıkardım başımı gün ışığına… Gece ayazı yedi başlı bir deli ejder olmuş yedi başını da camdan cama, duvardan duvara çılgınca vuruyordu. Kar yağmakta olduğuna bin pişman; göğün yedi dilli kırbacı şakladıkça karlar fırıl fırıl dönüyor, yere değil göğe yağıyordu. Ey gecenin deli yelleri, camı kırık pencereyi zıngırdatmayın! Ey karlı nefesten üfüren karanlık gece, tütmeyen ocağın bacasını öttürme! Kudurmuş kurtlar gibi ulutma! Duy artık Allah’ın adaleti; soğuk döşemeler üstünde sancıyla kıvranan bu kadın benim anam olur. Ey gecenin uyku perisi! Kapat rüyaları da duysunlar anamın iniltilerini!
Odanın ortasında kopuk kertenkele kuyruğu gibi kıvranan kadın sancıdan gerilip kasılıyor ve sanki bedeni kalçadan kopartılıyordu. Dişleri kenetlenmiş, midesi bulanıyordu; aç midesinden ağzına dolan acı safra suyu dişlerinin arasından fışkırıp çenesinden aşağı dökülüyordu. Gecelik entarisinin yeniyle önce alnından gözlerinin içine kayan soğuk terleri, sonra ağzının acı suyunu sildi. Tuzlu tere bulanmış kara saçları yüzüne boynuna ve gerdanına kara urganlar gibi dolanıp yapışmıştı. Eltisi de aksi gibi o gece babasının evinde kalmıştı. Kaynanası yan odadaydı; ona seslenmeliydi; fakat o kadar dermansızdı ki bir sümüklü böcek bile ondan daha çok ses çıkartabilirdi. Duvarı yumruklayacak mecaliyse hiç yoktu. Ayağa kalkmak istedi yapamadı; dizleri zangır zangır titriyordu. Sürünerek odasının kapısını açabildi. Kapı eşiğinden aşıp sofaya geçtiğinde kasıkları alev alev tutuştu; iki eliyle pençelediği karnını aşağı doğru yoğururken acıdan dilini ısırdı. Sofanın tahta duvarlarındaki yarıklardan içeri kar püskürüyordu. Alnında biriken ter damlaları soğuk izler bırakarak yüzünden koynuna yuvarlanıyordu. Ancak sancı aralarında sürünerek kaynanasının kapısına varabildi.
Kolunu kaldıracak dermanı kalmamıştı. Kaynanasının kapısına vardığında sancının zoruyla boğazlanan bir inek gibi böğürmeye başlar. Gırtlak yırtılması gibi anlamsız sesler çıkartır. Yüzüne vuran sıcak havadan kapının açıldığını anladığında bayılmak üzereydi. Göz kapaklarını son bir gayret aralayıp baktığında bir elinde idare lambası öbür eliyle dövünüp duran kaynanasını beyaz keten geceliği içinde eşikte dikilirken görebilmişti. Artık hiçbir şey duymuyordu, gözleri de karardı ve kendinden geçti.
Gözlerini açtığında başucunda kaynanasını buldu. Kolları dirseklerine kadar sıvalı ve elleri kanlıydı. “Oğlan oldu, gözün aydın kız!” dedi. “ Ana, ben altıma pisledim galiba” deyince, “Doğuran kadın işer de sıçar da”, dedi kaynanası. Kaynananın keyfi yerindeydi; ne de olsa gelin oğlan doğurmuştu. O oğlan bendim işte. Zor doğdum, zor büyüdüm, erken yaşlandım fakat hiç belli etmedim. Ölümüm geç olur da güç olmaz inşallah…
***
Muharrem Soyek
(
Doğum başlıklı yazı
M. Soyek tarafından
16.11.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.