Ankara ya ilk askerlik görevim
sebebiyle gittim ama sevemedim kim bilir denizsiz, imbatsız bir şehir beni
eksik hissettirdi belki de daha sonra iş seyahatleri falan ama sevemedim işte
(Anıtkabir hariç)
Haluk Levent in yeri bende hep
farklıdır ve öyle kalacak ki şarkılarının en iyilerinden bir tanesi olan
“Ankara” beni her seferinde 90 lı yıllara sürüklemiştir ve hatta denizi olmayan
bu şarkıda bile demirleyip bir ömür boyu bu limanda yaşlanmak istemişimdir. İstemişimdir
çünkü asidi kaçmış bir gazoz kıvamındaki uyandığım sabahları artık sevmiyorum,
sevemiyorum. Güneş bile uykusuz ve yorgun doğuyor, gece ise yaşlanmış bir fahişe kadar sarhoş ve
kimsesiz.
Diyorum ki
İnsanlık faktörüyle oluşturduğumuz bu
sanal uçurumların kıyısına hep beraber dizilsek, mesela cep telefonlarımızdan
başlayıp bizi bizden koparan tüm teknolojik aletleri, çıkarcılıkları, yalakalıkları,
şerefsizlikleri, kadına kalkan ve masumluğa uzatılan o kirli elleri fırlatsak
boşluğa, kıçlarına koltuk yapışmış dünyadaki tüm egolardan rengarenk legolar
yapıp dağıtsak tüm yoksul çocuklara ne güzel olurdu değil mi.
Onu bunu bilmem arkadaş
ki ben cebimdeki üç kuruşla,
özenle oluşturduğum sıralı listemi kaydettirdiğim
kasetlerimle,
efkar söndürdüğüm hatırı sayılı sigaralarımla,
ocaktan eksiltmediğim demli çayıma
eşlik eden gerçek dostlarımla,
yaz akşamlarının bunaltıcı sıcağında
bile kumsallarımızda (şimdilerinin “beach” dedikleri) yanan odunların
çıtırtısında ritim bulan gitarımla (Akdeniz akşamları)
ve de utangaç sevgililerimle çok ama
çok mutluydum.
İşte böyle bir şey 90 lı yılların
Haluk levent şarkılarında kaybolmak ve bulunmamayı dilemek…
Sen ellerimde
Sen gözlerimde
Issız geçen her gecemde
Her şeyinle yanımdasın
En zor bu gerçekten
Sevdiğimi söylemeden
Ayrıldım yine senden
Yoksun sen aslında
Yalnızım bu kumsalda
Neler neler yapıyorsun
Bensizken Ankara'da
ilhanaşıcı